COVİD-19 PERSPEKTİFİNDEN “GIDA MİLLİYETÇİLİĞİ”

Uğur ALDADAK [1]

 

Covid-19 süreci ile birlikte son günlerde adını sıkça duyduğumuz kavramlardan biri de “Gıda Milliyetçiliği” oldu. Tarım milliyetçiliği olarak da adlandırılan söz konusu kavram; tarımda millileşme ve ülkelerin tarımsal yeterliliği adı altında tanımlanıyor.

Yeryüzünün en büyük coğrafi ajanı olarak tabir edilen insanın, kendisine ve doğal çevreye olan etkisi aslında bu denli güncel değil. Dünya tarihinin kıtlık arşivine baktığımızda insanın çevreyi değiştirdiği, farklı coğrafyalarda farklı felaketler yarattığı görülmektedir. Bunların insan dışında gelişen olguları da mevcut. Fakat sebep her ne olursa olsun, insanların farklı çağlarda farklı şekillerde gıda ile terbiye edildiği bilinen bir gerçek. Bu gerçeklerden ilki MÖ 4000 yılında Mısır ve Orta Doğu’da görülmüştür. İlk kıtlıkların görüldüğü bu coğrafyalar, fiziksel kıtlık olarak adlandırılmış ve yoğun nüfuslanma sonucuna bağlı olarak arazinin tarıma elverişsiz hale getirilmesi ile ortaya çıkmıştır. Taşıma kapasitesinin üstüne çıkılması sonucu bu bölgeler ilk kıtlık alanları olarak tarihe geçmiştir. Bunun dışında kıtlıkların yaşandığı diğer alanlar dünyanın farklı yerlerinde de varlığını ortaya koymuştur. Bunlara Büyük İrlanda kıtlığı (patates kıtlığı), Büyük Çin kıtlığı, Afgan kıtlığı ve Osmanlı Devleti’ndeki kıtlıklar örnek verilebilir. Bu kıtlıkların çoğunda görülen ortak sonuç ise insanların fiziksel ihtiyaçlarını karşılamamasına bağlı olarak gerçekleşen ölümler ve isyanlar olmuştur.

Bu kıtlıklara ek, salgın hastalıkların etkisi ile gelişen ve milyonları ölüme sürükleyen birtakım olumsuzluklar da yaşanmıştır. Tarihin akışına yön veren bu salgın hastalıklar; yerel, bölgesel ve küresel anlamda birçok coğrafyada varlığını en sarsıcı şekilde hissettirmiştir. Birçok medeniyeti etkileyen söz konusu salgın hastalıkların en çok bilinenleri şu şekildedir:

– Jüstinyen Vebası (MS 541-750)

– Kara Ölüm (1347-1351)

– Çiçek hastalığı (15-17. yüzyıllar)

– Kolera (1817-1823)

– İspanyol Gribi veya H1N1 (1918-1919)

– Hong Kong Gribi veya H3N2 (1968-1970)

– HIV / AIDS (1981 – güncel)

– SARS (2002-2003)

– Domuz Gribi veya H1N1 (2009-2010)

– Ebola (2014-2016)

– Koronavirüs veya COVID-19 (2019 – günümüz)

  

İsmi, coğrafyası ve çıkış sebebi birbirinden farklı olan bu salgınların doğurduğu ortak sonuç ise tüm insanlığı olumsuz yönde etkilemiş olmalarıdır. Üretimi düşüren, yaşamsal ürünlerin devamlılığını sekteye uğratan, hayatı felç edip insanların psikolojilerini bozan epidemi ve pandemi süreçleri, evrilerek günümüze kadar gelebilmişlerdir. Bir damla suyun içinde bulunan virüs, yeri geldi mi bir patates ile de taşınmış, bir sivrisineğin ısırığında da yer edinebilmiştir. Ortaya çıkışı ve yayılımı farklı olan bu virüsler şu an insanlığın gelişimi için en büyük engel olarak görülmektedir. Bu engellerin en güncelini ise Covid-19 salgını oluşturuyor. Çin’in Wuhan kentinden yayılan virüs, bir taşın gölde bıraktığı halka etkisi gibi dalga dalga büyüyerek tüm dünyayı etkisi altına aldı. Bu etki ticaretten turizme kadar birçok sektörü de sekteye uğrattı. Bu sektörlerin başında gelen tarım da kendisiyle beraber “millileşme” kavramına yeni bir bakış açısı getirdi.

Birleşmiş Milletlerin, Dünya Tarım Örgütü (FAO) güdümünde incelediği gıda güvenliği ve beslenme raporu da bu bakımdan hiç de iç açıcı sonuçlar sunmamaktadır. Rapor, yaklaşık 690 milyon insanın aç olduğuna dikkat çekmektedir. Veriler, bir önceki yıl ile kıyaslandığında açlık çeken kişi sayısının 1 yıl içinde 10 milyon, önceki 5 yıl ile kıyaslandığında ise 60 milyon arttığı yönünde olmuştur. Bunun dışında Çin’deki açlık boyutunun yeniden hesaplanmasına rağmen, dünyada yetersiz beslenenlerin çoğunluğunun 381 milyon kişi ile hala Asya’da bulunuyor olması çarpıcı bir diğer sonucu oluşturuyor. Afrika’da ise, insanların yetersiz beslenme durumuna bakıldığında 250 milyondan fazla insanın temel gıda ürünlerine ulaşamadığı görülmektedir.  Raporda, şiddetli gıda güvensizliğine dikkat çekilerek 2019’da 750 milyona yakın (veya dünyadaki her on kişiden biri) insanın ciddi düzeyde gıda güvensizliğine maruz kaldığı belirtiliyor. 2019 yılında düşük, yüksek ve orta düzeyde ise 2 milyar insanın gıda güvensizliğinden etkilendiği ve bunun boyutunun daha da artacağı FAO yetkilileri tarafından tahmin edilmektedir. Tüm bunların ekseninde 2030 yılına gelindiğinde 840 milyon insanın, yani Dünya nüfusunun %9,8’inin açlıktan etkileneceği de öngörülmektedir. Buna, Covid-19 salgınının olası etkilerini de dahil edersek senaryo daha da ağır bir tablo halini alacaktır.

Dünyada gıda güvenliği açısından bunlar olup biterken bazı ülkeler yaşamsal varlıklarını devam ettirebilmek için tarımda millileşme yoluna gittiklerini açıkladılar. Dünya’nın en büyük buğday ihracatçısı Rusya, buğday ihracında geri planda kalacağını ve bunu sınırlı bir kota ile sürdüreceğini açıkladı. Yine Rusya’nın öncülük ettiği Avrasya Ekonomi Birliği; un, ayçiçeği, soya, kepek, soğan ve sarımsak gibi ürünlerin ihracatını yasakladığını bildirdi. Rusya dışında, diğer Avrupa ülkelerinin de kendi içlerine çekildikleri gözlendi. Bulgaristan’ın çiftçilerini korumak için özellikle gıda ürünlerinde sadece yerel ürünlerin satılmasını istemesi, Romanya’nın bazı gıda ürünlerine (ham yağ ve ayçiçeği tohumu) ihraç yasağı getirmesi, Sırbistan’ın da tedbir olarak ayçiçeği ve diğer malların ihracatına yasaklar getirmesi durumun hangi boyutta olduğunu açıkça kanıtlamaktadır. Bunlar dışında Brezilya’nın soya üretimini durdurması, Brezilya’dan soya alan ülkelerin endişeye kapılmasına sebep oldu. Ukrayna’da hükümet, buğday ihracatını günlük olarak izlediğini ve gerekirse bu konuda uygun önlemler alacağını açıkladı. Kazakistan ise buğday unu, karabuğday, şeker, ayçiçeği, havuç ve patates gibi ürünlerinin dış satımına yasakların getirileceğini duyurdu. Önemli buğday üreticileri olan Özbekistan ve Afganistan da bu konu ile ilgili kriz alarmı verdi. Vietnam gibi ülkelerde ise pirinç ile ilgili stokların salgından korunmak amacıyla askıya alınabileceği haberleri çıktı. Bu ve buna benzer adımların ülkemizde de görülmesi Gıda Milliyetçiliği kavramının tekrar gündeme gelmesini sağladı. Açlık ya da gıdaya erişememe durumu, İnsani Gelişim Endeksi’nin çok düşük olduğu ülkelere özgü iken, bu durum artık küresel köy kavramı gibi her yere ulaşma potansiyeli ile eşdeğer oldu. Covid-19 salgınından önce yaşamsal ürünlere ulaşmanın en zor olduğu coğrafyalar üçüncü dünya ülkeleri ile yerele indirgenirken, salgından sonra tüm dünyanın ortak sorunu ile bu durum genele indirgendi. Gıda sorunu fakir ülkelerin kaderi olmaktan çıkıp, tarımda dışa bağımlılığı fazla olan ülkelerin de hayatlarında stratejik bir unsur olarak yer edindi.

Son asırda sanayi ve hizmet sektöründeki ciddi büyüme birçok ülke için belki de ’tarımı’ önemsiz kılmıştı. Çünkü doğru ve hızlı gelişmenin yolu sanayi ve hizmet sektörüne verilen değer ile biçiliyordu. Bu doğru bir görüş olsa da bugün bunun tam doğru olamayacağı düşüncesi sorgulanmaya başlandı. Yağmalanan marketler, artan fiyatlar, ülkeler arasında durdurulan ticari alışverişler ve kapanan sınır kapıları bu düşüncenin daha da güçlenmesini sağladı. Dünya üzerinde yaşanan ekonomik krizlerin olumsuz etkilerini yaşayan ülkeler, gıda ve beslenme programlarına yönelerek tarımda millileşmeye ışık tuttu. Ekonomilerinin geleceğini gıda üretimi üzerine kurmayan ülkelerin, bu anlamda serbest piyasa ekonomisine farklı bir soluk getirmesi de beklenmektedir. Bunlarla birlikte, salgını önlemek amacıyla getirilen ulusal ve uluslararası taşımacılık engelleri, bir başka ülkenin dış ticaretine konu olan ihraç ve ithal ürünlerin alım ve satımını askıya aldı. Mevsimlik işçilerin çalışmaması, söz konusu tarım alanlarının üretimden düşmesini sağladı. Tarlada çalışmayan, üretmeyen ve üretimdeki bir dizi artışa kısmen de olsa engel olan bu durum, birçok ülke için tarımda millileşme politikası adı altında bir içe çekilme süreci başlattı. Hatta bazı Avrupa ülkelerinin tarımsal üretimin devamlılığı için yurtdışından işçi getirttiği, gelen yasaklar ile fabrikalarda çalışan vatandaşlarının tarım alanlarına yönlendirildiği de görüldü. 

Dünya Ticaret Örgütü üyesi 24 ülkenin tarımda ticari kısıtlamaların ve aşırı stok yapmanın gıda güvenliğini tehdit edeceği uyarısında bulunması alınan bu önlemlerin sorgulanmasının da haklılığını ortaya koymaktadır. Çünkü dünyada tarım ülkesi olarak bilinen bazı ülkelerin (Hindistan gibi) yeni getirilen yasalar ile protestolar gerçekleştirdiği ve bu protestoların tarımsal üretim için ilerde sorunlar çıkaracağı öngörülmektedir. Bununla beraber Afrika ve Orta Amerika ülkelerinden gelen diğer tarım protestolarının varlığı da küresel bir krizin doğacağına işaret etmektedir. Tüm yaşanılan bu hadiselere küresel iklim krizinin etkilerini de eklersek üretimde millileşmenin zorunluluk olacağı ve bu protestoların daha da yaygınlaşacağı savı da güçlenmektedir.

“Peki ne yapmalı? Olası bir krizden asgari düzeyde sıyrılmanın yolu ne olmalı?” Birçok ülke şu an bu soruları cevaplamak için bir arayış içinde. Bu arayış millileşme kavramının her coğrafyada yankılanmasını sağladı. Bu yankı kimi ülkede çiftçisini korumak olurken, kimi ülkede de farklı metotların geliştirilmesi üzerine oldu. Serbestleşmenin yasaklandığı, korumacılığın arttığı, üretimin sadece ulusa indirgendiği bu zaman diliminde, ülkelerin bu şekilde önlemler alması kısa süreli çözümlerden başka bir şey değil. İçe kapanan ülkelerin ve tarım piyasasını elinde bulunduran ülkelerin diğer coğrafyalar için kayıtsız kalacağı düşünülebilir mi? Birleşmiş Milletlerin bu konu ile ilgili acil bir eylem planı hazırlaması gerekmiyor mu? Bu ve bunlar gibi ortada cevaplanması gereken çokça sorunun olduğu aşikâr. Umulur ki, bu sorunların çözümüne getirilecek çareler gıda üretimindeki gibi bir “millileşme” ile sınırlı kalmaz ve tüm dünyanın rahatça uygulayabileceği ve sürdürebileceği bir metoda dönüşür.

Sonuç olarak; Covid-19 salgını tüm ülkeler için tarım politikasının gerekliliğini elzem kılmıştır.  Söz konusu salgın, ırk ya da ülke fark etmeksizin herkesin elindekinin değerini daha iyi bildiği ve insanların korkuyla yaşadığı bir süreci kendisiyle beraber getirmiştir. Ülkelerin dışarıya açılamaması, bazı ham ürünlerin gelecek kaygısı için millileştirilmesi, insanların mevsimlik olarak göç etmemesi ve bunlara bağlı olarak oluşacak üretim durgunluğunun dünyada ki küresel yansıması kaçınılmaz sonuçlar doğurmuştur. Salgının ne zaman biteceğinin bilinmediği ve her coğrafyada aynı etkiyi bırakmayacağı düşünülürse, atılacak adımların hem çok hızlı olması hem de küresel boyutta olması beklenilen bir çözüm olacaktır. Buna bağlı olarak dünyanın farklı bölgelerinde gıda güvenliği açısından uzmanlaşma eğilimlerinin daha da çok görüleceği beklenmektedir. Ülkelerin bu uzmanlaşma alanlarına bağlı kalması ve olası bir millileşme krizinde bu alanların ürün satmak istemeyişi belki de yeni krizler doğuracaktır. İşte tam da bu sebepten dolayı Birleşmiş Milletlerin olaya genel geçer bir çözümden ziyade pratik ve kalıcı bir strateji ile müdahalede bulunması gerekir. Kim bilir, belki de bu alanda yapılacak yeni ve farklı çalışmalar dördüncü tarım devrimi ile sonuçlanır.

Tüm dünyada tarım ve tarıma bakış böyle iken kendimize dönüp şu soruyu sormamız gerekmiyor mu?  “İnsanlar ile sosyal mesafeyi korumaya çalışırken, tarım ile aramıza fiziksel bir mesafe koymak kimin aklına gelebilirdi ki?”

 

KAYNAKLAR

Aybar, M. (2017). Osmanlı Devleti’nde Kıtlık ve İç Göç: 1870-1900 Arası İç Anadolu Örneği, Mavi Atlas Dergisi, Cilt 5, Sayı 2, Sayfalar 474 – 488.

Erbas, M ve Arslan S., (2020).  Açlığın Önlenmesi ve Gıda Güvencesinin Sağlanması, Akdeniz Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Dergisi 36. Sayı.

FAO, (2020). Foof Securty and Nutrition Around the World in 2020 (http://www.fao.org/3/ca9692en/online/ca9692en.html#box1)

FAO, (2020). Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu, (http://www.fao.org/turkey/events/event-detail/tr/c/1370145/)

İncekaya, G., (2020). Dünyada 270 milyon insan açlıktan ölümün eşiğinde, A.A, (https://www.aa.com.tr/tr/dunya/dunyada-270-milyon-insan-acliktan-olumun-esiginde )

  1. Schmidhuber, J. Pound ve B. Qiao. (2020). COVID-19: Gıda ve Tarıma Bulaşma Kanalları . Roma, FAO, ( http://www.fao.org/documents/card/en/c/ca8430en )

Kayabaşı, T. E. (2020). Covid_19’un Tarımsal Üretime Etkisi, Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi (ASEAD), Kocaeli Üniversitesi, Ziraat ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Cilt 7, Sayı 5, S, 38-45.

Keyder, Ç., Bilgiç, D.N., Yenal, Z. (2020). Covid 19, Tarım ve Gıda: “Dünyada ve Türkiye’de neler yaşandı, neler yaşanacak?” (https://sarkac.org/2020/07/covid-19-tarim-ve-gida-dunyada-ve-turkiyede-neler-yasandi-neler-yasanacak )

Yavuz, F. (2020). Tarıma Koronavirüs Etkisi. Kriter. Aylık Siyaset Toplum ve ekonomi Dergisi, Yıl 5 (46), 86-89.

Yıldırım, A. Ekber. (2020). Tarım ve Gıdada Kritik Ürünler, Tarım Dünyası, 22 Nisan (https://www.tarimdunyasi.net/2020/04/22/tarim-ve-gidada-kritik-urunler )

Yıldırım, A. Ekber. (2020). Tarımda Milli Birlik, “Deprem” Etkisi Yarattı, Tarım Dünyası, Nisan 18 (https://www.tarimdunyasi.net/2019/04/18/tarimda-milli-birlikdeprem-etkisi-yaratti )

Zhou, J and Delgado C., The impact of covid-19 on critical global food supply chains and food security, (2020). Stockholm international, Peace Research İnstıtute, (https://www.sipri.org/commentary/topical-backgrounder/2020/impact-covid-19-critical-global-food-supply-chains-and-food-security )

(https://tr.wikipedia.org/wiki/K%C4%B1tl%C4%B1k)

[1] Mektebim Okulları Coğrafya Öğretmeni