DOĞA BİLİMLERİ EĞİTİMİNDE DOĞA TARİHİ MÜZELERİNİN ÖNEMİ

Dr. Gönenç GÖÇMENGİL [1]

Giriş

Antik Yunan doğa felsefecilerinden başlayarak doğayı ve mekanizmalarını anlamlandırma çabaları, insanlık tarihinin en önemli uğraşlarından biri olmuştur. Doğayı ve nasıl çalıştığını anlamaya başlayan insan, aynı zamanda uzun yüzyıllar boyunca doğadan elde ettiği nesneleri biriktirerek, bunlara kişisel, mistik ve ilahi anlamlar yüklemiştir.

Coğrafi keşifler ile dünyanın farklı kıtalarından çok çeşitli malzemenin özel ve kurumsal koleksiyonlarda toplanmaya başlaması ise koleksiyon çeşitliliği bakımından oldukça karmaşık bir yapıda olan nadire kabinelerinin (Nadireler Salonu, Wunderkammern, Kunstkammern, Cabinet of Curiosities, Les cabinets de curiosités) ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur (Şekil 1).

Şekil 1. Nadire Kabinelerinin öncü örneklerinden birisi İtalyan eczacı ve natüralist Ferrante Imperato (1525-1615) tarafından oluşturulmuştur. Aynı kişinin “Dell’Historia Naturale” isimli eserinde yer alan nadire kabinesinin bu illüstrasyonunda herbaryum, kabuklular, kuşlar, deniz canlıları, fosil, kil, mineraller, metalik madenler, mermer ve süstaşı çeşitleri olduğu belirtilmiştir (Napoli, 1599).

Coğrafi keşifler ve Rönesans’la beraber artan koleksiyonerlik, zaman içinde bilimsel algının daha geniş kesimlerde oluşmasını ve sınıflama sistematiklerinin gelişmesini sağlamıştır. Yıllar içinde bilinen ikili adlandırma ilkesini sistematik bir şekilde ortaya koyan Carl Linnaeus’un (1707-1778) norm haline getirdiği taksonomik sınıflama ile “doğanın taksim edilmesi” hız kazanmış, bu sınıflama mantığına göre şekillenmeye başlayan koleksiyonlarda modern doğa tarihi müzelerinin temellerini oluşturmuştur (Müller-Wille, 2017).

18. ve 19. Yüzyılda kişisel koleksiyonların etrafında kurulan doğa tarihi müzeleri, coğrafi bilginin çok daha yaygın bir şekilde arttığı, Alexander von Humboldt gibi natüralistlerin coğrafi keşifleri ile dünyanın bilinmeyen noktalarının ve doğanın farklı mekanizmaları, jeolojik evrimin ve biyoçeşitliliğin ortaya çıkarılması yarışında birer veri bankası olarak gelişmeye başlamışlardır. Taksonominin yanı sıra, dünyanın jeolojik zamanlarının yavaş yavaş ortaya çıkarılması ile kronolojik bir yapı da kazanan doğa tarihi müzeleri, Charles Darwin’in yarattığı evrimsel devrim ile de yeni bir boyut kazanmış ve 20. Yüzyılın başlarında günümüzdeki haline benzer bir şekle kavuşmuştur.

2. Günümüzde Doğa Tarihi Müzelerinde Eğitim

Uzun süre boyunca, ziyaretçilere sadece sergi düzenlemeleri sunan ve eğitim mekanizmasını bu işlev üzerinden gerçekleştiren doğa tarihi müzeleri başta derin zaman algısı, dünyanın jeolojik geçmişi, eski fauna ve floranın evrimi, güncel biyoçeşitlilik ve ekosistemler, uzay-meteoritler-astronomi, mineraloji, yüzey süreçleri-klimatoloji, iklim değişimi ve o müzenin yer aldığı bölgenin kendine özgü özelliklerini tanıtan kısımlar içermektedir. Genelde uzun yıllar pasif bir eğitim aracı olarak kullanılan sergi koleksiyonlarının eğitime yönelik olan kısmı yıllar içinde gelişmiştir.  Müze tasarımları içerisinde yer alan diyoramalar, planetaryum (gökevi) mekanları, botanik bahçeleri ve senaryosu olan sergi yerleştirmeleri müzelerin eğitsel işlevini arttırmıştır (Şekil 2,3,4 ve 5).

Şekil 2. Berlin Doğa Tarihi Müzesi içerisinde yer alan “Biodiversity Wall” (Biyoçeşitlilik duvarı). Dünyadaki farklı faunaların bir arada olduğu ve canlı çeşitliliğinin farklılığını anlatmak adına yapılan bir yerleştirme. Kaynak: http://www.spnhc2016.berlin/page10.html

Şekil 3. Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’nden bir diyorama, Guaso Nyiro Nehri Vadisi’nde (Kenya) yer alan bir su kaynağı etrafındaki vahşi yaşam ve biyoçeşitliliğin tasviri. Bunun gibi diyoramalar fiziki bir deneyim olarak uzun yıllar ziyaretçilere farklı coğrafi arazilerdeki yaşam döngüsünü açıklamaya yardımcı olmuştur. Kaynak: https://www.amnh.org/shelf-life/discoveries-in-dioramas

Şekil 4. Beaty Biodiversity Museum’da herbaryum atölyesi, bu atölyede katılımcıları bitki saklama ve kendi herbaryumlarını yapmanın inceliklerini öğreniyorlar. (Kaynak : https://www.flickr.com/photos/beatymuseum/18962322271)

Şekil 5. Frankurt Doğa Tarihi Müzesi’nde yer alan volkan modeli, bu modelde ziyaretçiler volkanların patlama dinamikleri ve afet risklerine karşı eğitilip, olası zararları hakkında bilgi sahibi oluyorlar.  Foto: Gönenç Göçmengil.

Çeşitli ülkelerde yaygın bir şekilde doğa tarihi müzelerinin birer üniversite ölçeğinde bağımsız araştırma enstitüleri olmaları ve aynı zamanda her yaştan vatandaşa eğitim ve atölye veren kurumlar haline gelmeleri de eğitimsel işlevlerine büyük bir katkı sağlamıştır. Ancak Türkiye’de bu durumun, az sayıda kurumda gerçekleştiği söylenebilir. Bünyelerinde müzelerin büyüklüğüne göre bazen milyonlarca doğa tarihi nesnesini barındıran bu müzeler, depoları ve araştırma altyapıları ile de başlı başına birer eğitim kurumudur.

Dünyadaki iç ve dış sistemlerin nasıl çalıştığını genç yaşlardan anlayarak tecrübe eden müze ziyaretçileri, şimdiki ve gelecek yaşamlarında evrende biricik konumda olan dünya ve içindeki canlılara yönelik olarak bu bilinçle davranmakta ve doğaya sahip çıkmaktadır. Bu bağlamda doğa tarihi müzesi çalışanları ile doğa bilimleri bölümlerinden (biyoloji, coğrafya, jeoloji vb.) mezun olmayan kişileri bir araya getiren en önemli kesişim alanlardan biri vatandaş bilimi projeleridir.

3. Vatandaş Bilimi ve Doğa Tarihi Müzeleri

Son 20 ile 30 yıllık dönemde ise müzelerin eğitimsel faaliyetlerini yanı sıra, araştırma yapan müze personeli ile birlikte çalışan ve bilimsel veri üretimine direkt olarak katkıda bulunan Vatandaş Bilimi (Yurttaş Bilimi, Citizen Science) projeleri öne çıkmaktadır (Ballard ve diğ., 2017). Bu projelerde bilime ve doğaya meraklı ve akademik olarak bu konularla ilgilenmemiş kişilerin bilimsel bilgi üretimi, doğa koruma, biyoçeşitlilik ve doğa tarihi müze koleksiyonlarının korunması ve arşivlenmesine katkıda bulunması hedeflenmiştir. (Spear ve diğ., 2017). Bazı durumlarda konunun “amatör” uzmanları uzun yıllar farklı doğa bilimleri konusunda eğitim almış-çalışmış kişiler kadar, hatta daha fazla bilgi ve tecrübe sahibi olabilir.

Vatandaş bilimi ile uğraşan amatör doğa bilimcileri, doğa tarihi müzesi profesyonelleri ile beraber çalışarak, kuş gözlemi ve kuş sayımı, balık popülasyonlarının dağılımı, farklı bitki ve hayvanların kaydı, entomoloji kayıtları, eski arşiv ve hatırat belgelerini dijitalleştirme ve bunları toplama konusunda sayısız projede görev almışlardır (Hill ve diğ., 2012). Bu ortaklık ile bazen on binleri bulan doğa gözlemleri çevrimiçi arşiv ve proje raporlarında toplanabilmiş ve doğa koruma, vahşi yaşam, kent ve kırsal alan ekosistemleri ve bunların daha etkili ve sürdürülebilir bir şekilde korunması sağlanabilmiştir (Şekil 6).

Şekil 6. Maremma Doğa Tarihi Müzesi (İtalya) projesi olan “BioBlitzes” isimli vatandaş bilimi projesinden bir kesit. Bu projede biyoçeşitliği anlamak için sayımı yapılan alanlardaki veriler, makalelerde kullanılabilecek, atıf verilebilecek şekilde düzenlenerek araştırmacıların hizmetine sunulmaktadır. Bu veriler aynı zamanda politika üreticileri ve doğa koruma alanlarındaki kişilerin kullanması ve tehlike altındaki bölgelerin durumunu anlamak için de faydalı veriler oluşturmaktadır (Kaynak : https://eu-citizen.science/project/250)

Vatandaş biliminin bir diğer önemli çalışma konusu müze koleksiyonlarının kendileri üzerine olanlardır. Son 20 yılda gerçekleşen internet ve dijitalleşme devrimi sonucunda, doğa tarihi koleksiyonları da tamamen çevrimiçi bir şekilde erişilebilecek bir hale gelmeye başlamıştır. Bu kapsamda milyonlarca verinin taranması ve kataloglanması işlerinde de vatandaş bilimi projeleri rol almaya başlamış, amatör bilim meraklıları hem doğa tarihi materyali ile birebir çalışma imkânı bulurken, hem de bu materyal hakkında da eğitim alarak bilgisini ilerletmekte ve yaşta öğrenim imkânı kazanmaktadır.  Bunun yanı sıra arttırılmış gerçeklik ve interaktif sergi setleriyle zenginleşen müze alanları, ziyaretçilere daha keyifli ve öğretici bir deneyim vermektedir.

4. Dijital devrim ve COVID-19 döneminde Doğa Tarihi Müzelerinde Eğitim

Dijital devrim ve yeni sergi pratikleri ile interaktif müze senaryoları ve ziyaretçilerin birebir deneyim kurabilecekleri ve bir parçası olabilecekleri sergi yerleştirmeleri üretilmeye başlanmıştır. Bunların en basitlerinden “arttırılmış gerçeklik” (augmented reality) uygulamaları da içeren sergi setleridir. Bu setlerden bazıları özellikle jeomorfolojik uygulamalar, jeoteknik problemler ve yüzey süreçlerinin anlaşılmasında artık sıklıkla kullanılmaktadır. Kum dolu bir kutu üzerine projeksiyonla yansıtılan renk ve şekillerle, jeomorfolojik kavramlar hızlı bir şekilde anlatılabilir, isteğe göre kutu ve kum şekilleri değiştirilebilir.

Şekil 7. Arttırılmış gerçeklikle kum havuzu modeli ile jeolojik kavramların anlatımı. Kaynak : (Reed ve diğ., 2016)

Teknolojik devrim ile bir arazi çalışması sırasında görebileceğiniz endemik bir tür, nadir bir kaya ya da bir canlı artık çevrimiçi arşivler vasıtasıyla ulaşılabilir ve incelenebilir bir yapı kazanmıştır. Bununla beraber geçtiğimiz yıllara kadar çevrimiçi arşivler hem eğitimde hem de ziyaret açısından büyük bir kitleye hitap etmemesinin yanı sıra, doğa tarihi müzeleri ve genel olarak müzeler dijital devrime ve geniş bir internet görünürlüğüne sahip değillerdi (King ve diğ., 2021). Buna karşın COVID-19 pandemisi sonucunda dünyadaki bütün müzelerin yaklaşık yüzde 90’lık bir kısmını 2020 Mart ayında geçici olarak kapanmasına sebep oldu (UNESCO, 2020). Söz konusu kapanma o zamana kadar halen sınırlı sayıda bir dijital dönüşüm ve sergi pratiğine sahip müzelerin hızlı bir şekilde çevrimiçi sergi ve eğitim pratiklerine geçmeye zorlamıştır (Cota-Sánchez, 2020). Bu kapsamda, müze sergileme pratiklerinde sanal gerçeklik (virtual reality) uygulamaları, 3 ve 4 boyutlu sergi mekânları ile müzelerin koleksiyonlarını ve mimari iç mekânlarını tamamen tarayarak müzelerde çevrimiçi ziyaret etmeye yarayan ara yüzler geliştirilmiştir. Bu arayüzlerin indekslendiği en büyük arşivlerden biri Google Arts and Culture sitesi olarak gösterilebilir: https://artsandculture.google.com/project/natural-history (Şekil 8).

Şekil 8 . Google Arts and Culture sitesinde yer alan dünyadaki farklı doğa tarihi müzelerinin çevrimiçi senaryo sayfasının genel görüntüsü. 

Pandemi koşullarının el verdiği ölçüde yeniden çalışmaya başlayan doğa tarihi müzesi mekanları, çevrimiçi sergi, sanal gerçeklik uygulamaları ve hatta sanal arazi gezileri (coğrafi bölgelerin drone ile yüksek çözünürlükte taranarak incelendiği turlar) yaratarak doğa bilgisini toplama eriştirme görevini sürdürmeye çalışmaktadır. Buna karşın günümüzde büyük önem verilen sanal gerçeklik uygulamaların da eğitim açısından ne kadar öğretici olduğu sıcak bir tartışma konusudur (Weech ve diğ., 2019; Morimoto ve Ponton 2021). Bazı sanal gerçeklik uygulamalarının 3 boyutlu yapısı ve sanal gerçeklikte çok fazla ışık, renk ve derinlik kullanımının “bilişsel aşırı yüklenme” (cognative overload) denilen bir soruna yol açtığı (Whitelock ve diğ., 2000) ve özellikle kapalı sanal gerçeklik kaskları takarak öğrenme deneyimi elde etmeyen kişilerde, öğrenme sorunu yarattığı değişik araştırmacılar tarafından vurgulanmıştır (Makransky ve diğ., 2019; Morimoto ve Ponton 2021). Makransky ve diğ., (2019) çalışmasında sanal gerçeklikle öğrenme uygulamalarında 2 ve 3 boyutlu gerçekliğin birbiri ile harmanlandığı ve bilgi – renk ve görsel bombardımanına dönmeyen çalışmaların eğitsel açıdan kullanıcılarda çok daha pozitif etkiler bıraktığı gözlemlenmiştir.

Bununla beraber, sanal gerçeklik uygulamaları, çevrimiçi müze alanları ve senaryoları, bu alanlara sosyo-ekonomik sorunları nedeniyle gidemeyecek, aynı zamanda COVID-19 pandemisi ile fiziki mekanlarda dolaşımı kısıtlı bireylerin, doğa bilimlerine ve eğitime ulaşımı için de önemli bir olanak sağlamıştır. Temel internet erişimi ile dünyadaki farklı müze ve sergi mekânlarına giderek sayısız obje ve bunların genel özellikleri hakkında bilimsel ve tarihi bilgiyi elde etmek mümkündür. Bununla beraber, yine de fiziki bir müze ziyareti, bir objeyi aracısız olarak canlı bir şekilde görme, dokunma, koklama ve tecrübe etmenin eğitimsel ve deneyimsel açıdan kalıcılığı halen tartışmalıdır (Marín-Morales ve diğ., 2018). Bu gibi uygulamaların uzun vadedeki eğitimsel çıktıları ve bireyleri ne kadar eğitebildikleri uzun süreli eğitimsel takip pratikleri, sürekli olarak yıllar içinde yapılacak anketler-testler ve bilgi düzeylerinin ölçümü ile saptanabilir.

Hem fiziki hem de dijital arşivlerdeki yerleri ile doğa tarihi müzeleri, doğayı ve ona oluşturan öğelerin milyonlarca yıldır süren yolculuğunu anlamak adına eşsiz hafıza ve eğitim kurumlarıdır. Ülkemizde halen bütün alt kolları ile (astronomi, biyoloji, coğrafya, jeoloji, klimatoloji, oşinografi vb.) bir arada geliştirilmiş olan, ulusal bir arşivi-deposu olan, kendi başına bağımsız bir araştırma enstitüsü niteliği taşıyan bir doğa tarihi müzesi halen bulunmamaktadır. Kurumsal çabaları ile yıllardır çalışan ve işleyen çok değerli doğa tarihi (tabiat tarihi) müzelerimiz olsa da, bu kurumlar genel olarak bünyelerindeki araştırmacı kadroların yapısı gereği genel olarak tek bir disiplinin ağır bastığı yerler olarak çalışmakta olup, kıymetli araştırma, arşivleme ve eğitim faaliyetlerini sürdürmektedir.

Ankara’da yer alan MTA Şehit Cuma Dağ Tabiat Tarihi Müzesi, İzmir’de Ege Üniversitesi Tabiat Tarihi Müzesi, Erzincan-Kemaliye Ali Demirsoy Doğa Tarihi Müzesi ve İstanbul Kadıköy- Saint Joseph Doğa Bilimleri Merkezi eğitim açısından sıklıkla öğrenci ve meraklıların doğa bilimlerini öğrenme adına ziyaret ettikleri doğa tarihi müzeleri olarak çalışmalarını sürdürmektedir. Buna karşın Türkiye’deki bütün doğa tarihi müzelerin dijital çevrimiçi sergiler konusunda az içeriğinin olması, dijital arşivlerinin (varsa?) kamu ile açık olmamaları ve çevrimiçi senaryo deneyimlerinin genel olarak interaksiyonu yüksek olmayan sanal ziyaret turları şeklinde olması ve materyalle iletişime geçmek konusunda sınırlı bir olanak vermesi nedeniyle bu müzeler halen fiziki sergilerin baskın kaldığı yerler olarak öne çıkmaktadır.

Söz konusu sebepler nedeniyle ulusal bir doğa tarihi müzesinin, doğa bilincini oluşturmak adına acil bir eğitim gereksinimi olduğu çok uzun bir süredir dillendirilen önemli bir durumdur (Ekim, 1996; Alpagut, 2003). Buna karşın dönem dönem girişilen büyük doğa tarihi müzesi kurma çabaları kurumsal bir süreklilik olmadığından ne yazık ki gerçekleşmemiş, teknolojik gelişimlerle eğitim pratiklerini çevrimiçi hale geçirmeye başlayan doğa tarihi müzeleri de türdeşlerinin gerisinde kalmaya başlamıştır.

Yukarıda dile getirilen gereklilikler kapsamında ulusal bir doğa tarihi müzesinin temellerinin atılabileceği ve yakın gelecek ve doğa bilimleri algısını toplumun her katmanının ulaşabileceği bir şekilde sunan çok kapsamlı bir eğitim araştırma kurumunun oluşturulabileceği düşünülmektedir.

 

Kaynaklar 

Alpagut, B.,“Türkiye’de Doğa Tarihi Araştırmalarının Örgütlenmesi.” I. Ulusal Doğa Tarihi Kongresi, s.71-78. Ankara, 2003.

Ballard, H. L., Robinson, L. D., Young, A. N., Pauly, G. B., Higgins, L. M., Johnson, R. F., ve Tweddle, J. C., “Contributions to conservation outcomes by natural history museum-led citizen science: Examining evidence and next steps”, Biological Conservation, 208, 87-97, 2017.

Cota-Sánchez, J.H., “The value of virtual natural history collections for botanical instruction in these times of the COVID-19 pandemic”, Braz. J. Bot 43, 683–684, 2020.

Ekim, T., “Neden Ulusal Doğa Tarihi Müzesi ?”. Bilim ve Teknik Dergisi.  Haziran (1996) Ankara, 1996.

Everett, G., ve Geoghegan, H., “Initiating and continuing participation in citizen science for natural history”, BMC ecology, 16(1), 15-22, 2016.

Hill, A., Guralnick, R., Smith, A., Sallans, A., Gillespie, R., Denslow, M., ve  Fortson, L., “The notes from nature tool for unlocking biodiversity records from museum records through citizen science”, ZooKeys, (209), 219, 2012.

King, E., Smith, M. P., Wilson, P. F., ve Williams, M. A., “Digital Responses of UK Museum Exhibitions to the COVID-19 Crisis, March–June 2020”. Curator: The Museum Journal, 2021.

Makransky. G, Terkildsen, T.S., ve Mayer R. E., “Adding immersive virtual reality to a
science lab simulation causes more presence but less learning”, Learn
Instr; 60 : 225–36, 2019.

Marín-Morales, J., Higuera-Trujillo, J. L., de Juan, C., Llinares, C., Guixeres, J., Iñarra, S., ve Alcañiz, M., “Presence and navigation: a comparison between the free exploration of a real and a virtual museum”, In Proceedings of the 32nd International BCS Human Computer Interaction Conference 32 (pp. 1-10), July, 2018.

Morimoto, J., ve Ponton, F., “Virtual reality in biology: could we become virtual naturalists?”, Evolution: Education and Outreach, 14(1), 1-13, 2021.

Mujtaba, T., Lawrence, M., Oliver, M., ve Reiss, M. J., “Learning and engagement through natural history museums”, Studies in science education, 54(1), 41-67, 2018.

Müller-Wille, S., “Names and numbers:“data” in classical natural history, 1758–1859”, Osiris, 32(1), 109-128, 2017.

Reed, S., S. Hsi, O. Kreylos, M. B. Yikilmaz, L. H. Kellogg, S. G. Schladow, H. Segale, ve L. Chan., “Augmented reality turns a sandbox into a geoscience lesson”, Eos, 97, 2016.

Spear, D. M., Pauly, G. B., ve Kaiser, K., “Citizen science as a tool for augmenting museum collection data from urban areas”, Frontiers in Ecology and Evolution, 5, 86, 2017.

United Nations Educational, Scientific and Cultural Organisations (UNESCO). Museums around the world in the face of COVID-19, 2020. https://unesdoc.unesco.org/ark:/48223/pf0000373530

Weech, S., Kenny, S., ve Barnett-Cowan, M., “Presence and cybersickness in virtual reality are negatively related: a review”, Frontiers in psychology, 10, 158, 2019.

Whitelock, D., Romano, D., Jelfs, Aç, ve Brna, P., “Perfect presence: What does this mean
for the design of virtual learning environments? Educ. Inf Technol.
;5(4):277–89, 2020.

Internet kaynakları: Erişimler 25 Ağustos 2021.

https://artsandculture.google.com/project/natural-history

https://www.amnh.org/shelf-life/discoveries-in-dioramas

https://eu-citizen.science/project/250)

https://www.flickr.com/photos/beatymuseum/18962322271

http://www.spnhc2016.berlin/page10.html

[1] İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Etüd ve Projeler Daire Başkanlığı