OBRUK PLATOSU’NUN KALBİNE YOLCULUK: “KARA CEHENNEM MAĞARASI”

D. Doğu ATEŞ [1]

MTA Mağara Araştırmaları Birimi’nin[2] dört çekerli Land Rover jeepi yamacı tırmanırken içimizi bir korku kaplıyordu. Adını farklı kişilerden ve farklı yerlerde defalarca kez duyduğumuz “Kara Cehennem” mağarasına ilk kez girecek, haritalandıracaktık. Uzaktan Obruk Platosu’nun, Konya Ovası’na indiği hafif eğimli bir yamaçta, temiz bir konteyner görünüyordu. İzci “işte” dedi “mağara şoorda” konteynerin sağına vardın mıydı, yerde dört beş metrelik bir delik göreceniz. İşte mağaranın ağzı o delih.”

Fotoğrafın üst sağ köşesinde duran benim. Bende turuncu tulum var. Benim önümdeki (solda) sarı tulumlu uzun boylu kişi ise coğrafyacı bir jeomorfolog olan Emrullah ÖZEL’dir. Diğer arkadaşları tek tek hatırlamıyorum. Bizimle birlikte mağaraya Ankara Üniversitesi Biyoloji bölümünden biri girmişti onu hatırlıyorum. 

Jeepi aslında bir Jeomorfolog olan Emrullah GÜNEY o yöne doğru sürdü. Ovanın kenarında buğday tarlalarının arasından mağaraya doğru vardığımızda, omuzunda kırma tüfekle bir vatandaş bizi bekliyordu. İlk jeepte olduğumuz için araçtan inip amcayla konuşmaya başladık. Amca “buraya nehee geldiniz?” sorusunu sorunca Emrullah abi gayet kibarca MTA’dan geldiğimizi, burada Kara Cehennem adında bir mağara olduğunu, mağaraya girip haritasını çizeceğimizi söyledi. Amca hepimizi ayrıntılı biçimde süzdükten sonra “burada altın falan yok, gidip başka yerde arayın.” diyerek bizi tersledi. Açıkçası elindeki tüfekten de çekinerek amcayı sakinleştirmeye çalıştık. Mağaraya gelmeden önce yaptığımız istihbarat çalışmasında burada bir adamın yaşadığını, yirmi yıldır mağaranın ağzında yatıp kalktığını, bütün malını mülkünü buradaki ? altınları çıkarmak için harcadığını ve bunun için her şeyi yapabileceğini duymuştuk. Gerçekten de daha önce definecilik yüzünden çıldırmış çok insan gördüğümüz için bu adamın hal ve hareketleri hiç yabancı gelmedi. Emrullah abi, amcayı tatlı diliyle ikna edip bir çay içmeye ikna etti. Adam bizi konteynerin yanına götürüp çay ikram etti. Sohbetin başında MTA’nın bu mağarayı neden öğrenmek istediğini sordu. Bizim ne iş yaptığımızı ne işle meşgul olduğumuzu sorguladı. Başımızdaki yaşı büyük insanların neden mağaraya girip çıktığını, bu işten nasıl bu kadar sene köşeyi dönmediklerini anlamaya çalıştı. Yarım saatlik sohbetin sonunda amca bizim defineci olmadığımıza ikna olunca mağaraya girebileceğimizi lakin en ufak bir şey çıkarmayacağımızı, çıkarırsak “dom domu basacağını” söyledi(tüfekle ateş edeceğini).

İçeriye girme sorununu aştıktan sonra kıyafetlerimizi giymeye başladık. Daha önce de onlarca dikey mağaraya girmiş olmama rağmen “Kara Cehennem”de beni çeken ne olduğunu bilmediğim korkunç bir şey vardı. Dört mağaracı hemen hazırlanıp mağaranın ağzına geldik. Mağara dikey bir inişle başlıyor ve tabanı görünmüyordu. Yani beş metrelik bir deliğin içinde, zifiri karanlık bilinemezlik… Önümden o an ekip başı olan Emrullah abi indi. Tabi hiçbir şey göremediğimiz için elli yaşında, 120 kiloluk 1.90 boyundaki bu dev adamın ne yaptığını bilmiyorduk. O yıllarda teknoloji bu denli gelişmemiş olduğu için kısa mesafe, güçlü mağara telsizleri de yoktu. Ardından, desandörümü kuşanıp ipe ben takıldım. Mağara ağzını aştıktan sonra inanılmaz bir manzarayla karşılaştım. Öyle ki Obruk Platosu’nun batı kanadındaki bu mağaranın ana salonu, büyük şehirlerimizdeki herhangi bir stadyumu rahatça içine alabilecek bir genişlik ve derinliğe sahipti. Yani sanırım ilk 80 metre (hiçbir yere temas etmeksizin) iniş esnasında size en yakın kaya duvarı 100 – 150 metre uzağınızda kalıyordu. Daha önce defalarca mağaraya girmeme rağmen, bu kadar büyük bir mağara hiç görmemiştim. Açıkçası hayal bile etmemiştim. Mağaralara girerken, bu işle uğraşırken hiç korkmadığımı söylerdim. Gerçekten de hiç korkmadım. Ama Kara Cehennem de dizlerimin bağını çözdü.

İlk büyük iniş bizi 70 – 80 metrelik bir tepenin zirvesine götürmüştü. Mağarayı her gören mağara ağzından içeriye taş atmış, atılan taş ve moloz binlerce yıl birikmiş, ortada doğal yoldan oluşmamış devasa bir sivri tepe ortaya çıkmıştı. Bu irili ufaklı kaya parçalarından oluşan tepeden aşağı doğru inmeye başladık. Dört kişiden oluşan ekip farklı yönlere hareket ediyor, ama genel hattı değiştirmiyordu. Mağarada inanılmaz sayıda yarasa vardı. Adını hatırlamadığım ama bizimle mağaraya inen Ankara Üniversitesi Biyoloji bölümünde öğretim üyesi olma arzusundaki bir kişi toplam 4 milyon yarasa olduğunu söyledi. Buna başta kimse inanmasa da nasıl hesapladığını mantıklı biçimde anlatınca, bu sayının abartılı olmadığını fark ettik. Çünkü içine stadyum sığabilecek boyuttaki bir mağarada yaşayan kuş sayısı gerçekten çok büyük olmalıydı.

Kara Cehennem Mağarası gerçekten de televizyondaki belgesellerde veya internette gördüğümüz dev mağaralar boyutunda inanılmaz bir doğal yapı. Obruk Platosu’ndaki karstlaşmanın boyutunu gözler önüne sermenin yanı sıra müthiş bir biyoçeşitliliğe ev sahipliği yapıyor. Ben yalnız yarasalardan bahsettim ama onlarca kuş ve daha pek çok küçük yer hayvanı bu dev mağarada yaşamını sürdürüyor.

İlk inişi gerçekleştirdiğimiz yığıntı taş tepesinden aşağıya yani mağaranın gerçek kireçtaşı tabanına indiğimizde bizi iki sürpriz karşıladı. Bunlardan ilki gerçekten biyoloğun söylediği kadar yarasa, olduğu için hayvancağızlar hacetlerini içeriye gidermişler. Mağaranın tabanı kalın bir yarasa pisliği[3] ile kaplanmış durumdaydı. Bizde bilmeden boynumuza kadar guanoya bulanmıştık. Yani resmen boka batmış vaziyette biraz daha ilerledikten sonra, doğa bize asıl güzelliğini burada yapıyordu. Bir de mağarayı oluşturan küçük dereyle karşılaşınca guanonun yarattığı küfürlü ruh hali, yerini acele yıkanma telaşesine bıraktı. Gerçekten de o küçücük dere üzerimizdeki tüm pisliği alıp götürdü.

Mağarada derinliğimiz -120 metreye ulaşmıştı. Bu çok önemli bir rakamdı. Yani giriş yaptığımız ova kesiminin de altına inmiştik. Böylece artık Obruk Platosu’nun gerçekten kalbinde ilerliyorduk. Derin, karanlık ve soğuk bu dehlizler, boydan boya bulandığımız yarasa pisliği, ilerledikçe serinleyen mağara havası… Derken insanın aklını yerinden oynatan asıl mesele orada karşıma çıktı. Mağaranın içindeki derecik küçük bir mecra açmış yaklaşık 1.5 metrelik elips şeklindeki bir tünelden ilerlemeye devam ediyordu. Fakat uygun bir noktada tüylerimi diken diken eden korkunç şeyle karşı karşıyaydım.

Bütünüyle bir insan iskeletiydi bu… Cenin pozisyonunda ellerini bacaklarının arasına almış, vücudu parçalanmamış, kadın olduğu belli olan bir iskelet. Bu kez korktum mu? Kesinlikle hayır. Yalnızca bu biçare kadının mağaraya düştükten sonra yaklaşık 200 metre süründüğünü ve bu esnada ne büyük acılar çektiğini düşündüm. Bu kadın iskeleti, mağaranın burasına nasıl gelmişti? Kimdi bu talihsiz biçare? Mağarayla ilgili istihbarat yaparken bir köylünün verdiği bilgiyi hatırladım. Şöyle demişti “yüz yıl evvel bir Türkmen karısını tekmeleyip mağaraya atmış”. Gerçekten de içeride karşılaştığım cenin pozisyonundaki insan iskeleti bir kadına aitti. Boyu kısa, kafatası küçük olan bu ceset kesinlikle bir kadına ait olmalıydı. Mağaraya atıldıktan sonra yaklaşık 200 metreyi sürünerek hiçbir şey göremeden geçmiş olmalıydı. Bu karanlık dehlizde korkunç acılar içinde inleyerek ölmüştü. Ve ölürken muhtemelen kendisini mağaraya atan kocasına en ağır bedduaları, küfürleri söyleyerek birisi kurtarsın diye çığlıklar atarak ölüp gitmişti.

Mağara haritaları mağaranın sonu bulunduktan sonra çizilmeye başlanır. Mağara iskeletten sonra 50-60 metre daha dere boyunca devam ediyor, buradan bir sifona batarak yer altında kayboluyordu. Buradan geri dönüp mağara haritasını çizmeye başladık. MTA MAG dağıtıldığı için rapora ulaşma şansım bulunmuyor. Ekibin kurucularından Türk mağaracılığının büyük ismi Dr. Lütfi Nazik’te MTA’dan ayrılmış olup şu anda Ahi Evran Üniversitesi’nde coğrafya bölümünde çalışıyor. Karacehennem Mağarasının derinliği -120 metre olup uzunluğu 260 metredir. İçinde milyonlarca yarasa yaşayan bu mağaranın ekonomik hiçbir değeri bulunmuyor. Yalnızca mağarada olduğunu iddia ettiği tonlarca altına ulaşmak için 60 metreden daha uzun tünel kazdıran adamın oluşturduğu tünel kullanılarak mağara turizme açılabilir. Bu da ne kadar değerli olur? bilemiyorum. Kara Cehennemin çok yakınında yine ülkemizin önemli mağaralarından biri olan Felengi Mağarası yer almaktadır. 1735 metre uzunluğundaki bu mağara – 245 metre derinliği ile Konya Ovasının altında muazzam bir derinliğe ulaşmaktadır.

Farklı tarihlerde ulusal medyada yer alan “Kara Cehennem Definesi” üzerine haberler… Haberleri incelerseniz onar yıl farkla hazırlanan define haberlerinde benzer hikâyelerin olduğunu göreceksiniz. Daha pek çok vardı fakat ben birkaç örneği yeterli buldum.

KAYNAKÇA:

https://www.hurriyet.com.tr/gundem/500-ton-altin-hayali-90-milyar-harcatti-35010

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/Genel/a139469.aspx

http://www.radikal.com.tr/turkiye/500-ton-altin-yerine-50-ton-gubre-cikti-956811/

[1] Ankara Lisesi Coğrafya Öğretmeni

[2] MTA mağara araştırmaları birimi Nuri GÜLDALI tarafından kurulmuş birkaç yıl önce lağvedilmiş bir araştırma merkezidir. Jeomorfologların devlet kurumlarından tasfiye edilmesi ile beraber burası da kapanmıştır.

[3] Yarasa dışkısı, bilimsel adıyla “guano” çok değerli bir gübre türüdür. Onlarca mağaraya girmiş olama rağmen bu kadar kalın guano örtüsünü ilk defa burada gördüm.