ORTA REN VADİSİ’NDE YOLCULUK

Gürhan CANDAN[1]

Ren Nehri (Almanların söylemiyle Rhein), Alplerden beslenip İsviçre, Lihtenştayn (Liechtenstein), Fransa, Almanya ve Hollanda toprakları boyunca yol kat edip Kuzey Denizi’ne dökülür. Üç büyük kolu vardır. Bunlar: Mosel, Main ve Neckar’dır. Yıl boyunca bol su taşıyan nehir, düzenli bir rejime sahip olmakla birlikte orta ve aşağı çığırında oldukça yavaş akar. Yani hidroelektrik enerji potansiyeli düşük olan nehir,diğer yandan ulaşım ve taşımacılığa elverişlidir. İKV’ye(İktisadi Kalkınma Vakfı) göre, AB’de her yıl yaklaşık 440 milyon ton ürün akarsular vasıtasıyla taşınmaktadır. Bu miktar, toplam Pazar hacminin yaklaşık %3,5’ine denk düşmektedir. Akarsu taşımacılığının AB içinde ulaşımdaki payı ise %6,5 dolaylarındadır. Bunun içinde de Ren Nehri’nin payı önemlidir.

 Görsel 1: Ren Nehri’nin güzergahı. Kaynak: Wikipedia

Görsel 2: AB’de akarsu ulaşım ağından da anlaşılacağı üzere Ren ve kolları geniş bir yayılışa sahiptir.  Kaynak: AB Komisyonu

Görsel 3: Yakın planda Ren Nehri üzerinde kömür taşıyan kuru yük gemilerinden biri görülmektedir.

Görsel 4: Mosel ile Ren nehirlerinin birleştiği nokta ve akarsu gemi trafiği. Deutsches Eck olarak adlandırılan bu birleşme yerine ‘sanki bir gemiden bakılıyor’ hissi verilmiş.

Ancak “bildiğimiz Ren Nehri’nin” günümüzdeki birçok özelliğini kazanması bir takım köklü değişikliklerin sonucunda gerçekleşmiştir.  18. yüzyılın sonuna dek Ren Havzası düzenli taşkınlara sahne olan, taşkın ovalarında sineklerin ürediği, tarım arazilerinin verimli kullanılamadığı bir özelliğe sahipmiş. Ta ki Alman mühendis Johann Gottfried Tulla’nın aklına Ren Nehri yatağını düzleştirme projesi gelene kadar! Sürekli tekrarlanan taşkınlar Tulla’nın Ren Nehri’nde köklü bir düzenleme yapılması gerektiği fikrinin ortaya çıkmasına neden olmuş, 1817 yılında bu konuya yönelik harekete geçilmiştir. Tulla’ya göre nehir yatağı çok kıvrımlıydı ve bu kıvrımlar yok edilmeliydi. Ren Nehri, düz bir yapay yatak içinde akmalı ve etrafındaki bataklıklar kurutulmalıydı. Tulla’nın bu düşüncesinin temelinde yatan neden, taşkınların tarım alanlarını daraltmasıdır. Bu nedenle başlayan çalışmalar 1817-1876 yılları arasında yaklaşık 59 yıl boyunca devam etmiştir. Tulla 1828 yılında hayatını kaybetmiş ve süreci sonuna kadar görememiştir. Ancak düzenleme çalışmaları daha sonra 1905 li yıllarda yeniden başlamıştır. Tulla’nın ortaya attığı fikrin temelini her ne kadar tarım arazilerinin kurutulması ve kurtulması oluştursa da sonradan yapılan düzenlemeler başka “kazanımların da”(yük ve yolcu taşımacılığının geliştirilmesi gibi) elde edilmesi sonucunu doğurmuştur.

Görsel 5: Ren Nehri’nin, düzleştirme çalışmaları yapılmış ve yapılmamış hallerinin bir arada gösterildiği haritalardan biri (Zimmermann,2015).

Tüm çabalar ve önlemlere rağmen taşkınlar zaman zaman hala Ren Nehri’nde hayatı olumsuz etkilemektedir. Su baskınlarının hangi yıl kaç metreye ya da santimetreye kadar yükseldiğini gösteren işaretler, şehirlerin/kasabaların çeşitli yerlerine yerleştirilmiş bazen bir kütük, bazen bir evin duvarındaki cetvele işlenmiştir. Kronolojik bir bellek işlevi gören bu cetveller, Ren Vadisi boyunca birçok yerleşimde karşınıza çıkabilmektedir.

 

 

 

 

 

Görsel 6-7: Su seviyesinin hangi yıl ne kadar yükseldiğini gösteren bu işaretler ile toplumsal bir bellek oluşturulmuş.

Nehrin tarihsel süreç içindeki yerinden bahsederken, İkinci Dünya Savaşı’ndaki stratejik önemine de vurgu yapmamak olmaz elbette. Nehir, aşılması gereken doğal bir set işlevi görürken üzerinde bulunan köprüler, en önemli stratejik unsuru oluşturmaktaydı. Dolayısıyla köprüleri ele geçirmek savaşın kazanılmasında kilit rol oynamaktaydı. Almanlar bu nedenle geri çekilirken Müttefik Kuvvetlerin ilerleyişini yavaşlatmak için bu köprüleri havaya uçurmaktan çekinmemişlerdir. Günümüzde her ne kadar Avrupa Birliği anlaşmaları gereği insanlar serbestçe bir ülkeden diğerine geçebiliyor olsa da Almanya ile Fransa arasındaki sınırın bir kısmını Ren Nehri çizmektedir.

Akarsu havzasının yukarı ve orta çığırında sayıları on ikiyi bulan (ikisi İsviçre’de, dokuz tanesi Fransa’da ve bir tanesi Almanya’da) su kilitleri (bentleri)bulunmaktadır. Bunlar seviye farkı nedeniyle akarsu ulaşımının kesintisiz yapılabilmesi için inşa edilen bir nevi havuzlu asansör sistemidir. Linkten schleuse(kilit) adı verilen sistemin nasıl işlediği izlenebilir (http://youtu.be/_KMMT23Qok0). Öte yandan Ren’in bazı yerlerinde düzleştirme çalışmalarına rağmen halen varolan keskin kıvrımlar ulaşımda sıkıntı yaratacak boyutlara varmaktadır. Bu yerlerden biri de Rüdesheim ile Koblenz arasındaki Loreley Kayalığı’nın bulunduğu kısımdır. Bu kısımda Ren Nehri daralır ve derinliği 25 metreyi bulur. Burada akıntıların da etkisi ile geçmişte çokça kaza meydana gelmiştir. Söz konusu alanın günümüze değin ulaşmış bir çok hikayesi vardır. En yaygın olanı; Loreley adındaki genç kadının altın rengi saçlarını kayalıklarda taraması ve gemicilerin bu büyüleyici görüntüye bakarken kaza yapmalarıymış… Hikayenin ne kadar doğru olduğu tartışıladursun konu bir şekilde turistik bir çekici rivayet haline gelmiş bile.

Görsel 8: Loreley ve çevresinin Google Earth görüntüsü.

Havzanın Almanya sınırları içinde yer alan bir başka dikkat çekici yöresi ise Eifel Volkanik Alanıdır. Bölgede “Laacher See” ya da “Maria Laach” olarak adlandırılan volkanik bir göl bulunmaktadır. Edindiğim bilgiye göre bilim insanları bu bölgenin potansiyel bir süpervolkan olduğunu ve uyuduğunu belirtiyorlarmış. Gölün 8-10 km kadar kuzeydoğusunda bulunan ve vanalarla kontrol altına alınmış bir soğuk gayzerinin bulunması da volkanik oluşumların varlığını kanıtlarcasına turistleri ağırlamaktadır. Gayzerin püskürmesi yöredeki görevliler tarafından, akifer içerisinde bulunan suyun CO2 bakımından zengin olması sebebiyle gerçekleşmektedir. Jeopark ilan edilen bölge sunduğu doğal güzellikler ile yöre insanları için eşsiz bir rekreasyon alanıdır.

 Görsel 9: Andernach’ta bulunan soğuk su gayzeri. 

Görsel 10: Uydu fotoğrafında Maria Laach Göl’ü ve kuzeydoğusunda Ren Nehri kıyısındaki Andernach Gayzeri görülmektedir. Soğuksu püskürten “gayzer” 1900’lü yılların başında açılan bir sondaj sonucu oluşmuş. Yani oluşumunda insan faktörü de etkili olmuş.

Görsel 11: Maria Laach rekreasyon alanı ve çevresinin haritası

Görsel 12: Yöredeki konutlarda yapı malzemesi olarak burada bulunan volkanik kayaçlar (bazalt)sık kullanılmış. Geniş tabanlı vadisinin içinde menderesler yaparak akan Ren Nehri’nin yamaçları boyunca üzüm bağlarına ortaçağdan kalma şatolar eşlik etmektedir.

Görsel 13: Ren Vadisi ile özdeşleşen Orta Çağ yapılarından biri.

Öyle ki Ren Nehri üzerinde seyahat ediyorsanız kafanızı kaldırıp hakim tepelere kondurulmuş şatolara baktığınızda kendinizi zaman tüneline girmiş ve ortaçağa gidiyor hissedebilirsiniz. Marksburg, Planzgrafenstein, Fürstenberg, Ehrenfels, Rhreinfels, Sterrenberg, Stahleck, Schönburg kaleleri ile Eltz, Rheinstein ve Cochem şatoları bu yapılardan bazılarıdır.

Görsel 14: Vadi yamaçlarından Ren Nehri ve arka planda eski taşkın ovasına kurulmuş olan bir yerleşim.

 Görsel 15: Orta Çağ Alman mimarisinde kendine çokça yer bulan kalelerden biri

Bunlardan Eltz Şatosu Ren’in bir kolu olan Mosel Vadisi’nde yer alan bir tepede bulunmaktadır. Eltz Ailesi’ne ait olan bu şatonun fotoğrafı bir zamanlar tedavülden kaldırılan 500 Alman Markı banknotunun da arka yüzünde yer almaktaydı.

Görsel 16: 2002’de tedavülden kaldırılan 500 Alman Markı üzerindeki Eltz Şatosu.

Ren Vadisi’nde üzüm yetiştiriciliği, eskiden beri süregelen önemli bir tarımsal faaliyet olmuştur. Buna bağlı olarak da şarapçılık, gelişim göstermiştir. Almanya, Dünya üzüm üretiminde ilk on beş  arasında ve Ren nehri ile onun kolları bunda önemli pay sahibidir. Örneğin; Mosel Vadisi’nde üretilen “Riesling”, nam salmış ve gurmeler tarafından yüceltilen bir beyaz şaraptır. Buna karşın hak ettiği değeri yeterince görememiştir. Yine de İtalya ve Fransa’nın gölgesinde kalmış olmasına rağmen, Alman şarapçılığının son yıllarda yükselişte olduğu söylenebilir.

Görsel 17: Vadi yamaçları boyunca yükselen üzüm bağları.

 

 

 

 

Görsel 18-19: Soldaki görselde Riesling şaraplarının doğum yeri Mosel Vadisi ve vadi yamaçlarında üzüm bağları, sağdaki görselde ise üzüm kasalarının taşınmasını kolaylaştıran elektrikli asansör görülmektedir.

Yerleşim tarihçesi çok eskilere dayanan vadi boyunca Basel, Strasbourg, Mainz, Mannheim, Koblenz, Bonn, Köln, Rotterdam gibi önemli şehirlerin yanı sıra adı çok da fazla duyulmamış birçok köy, kasaba ve şehir ardı arkasına dizilmiştir. Romantizm kokan ve zaman makinesiyle birkaç yüzyıl geriye gidilmiş hissi veren tat, buralarda kendini daha fazla hissettirmektedir. “Küçük” kalarak özünü koruyabilme ayrıcalığına sahip olan bu şehir ve kasabalar güzellikleri kadar bilim, sanat ve felsefeye olan katkılarıyla da tanınmaktadır. Bonn’da doğan Beethoven, Trier’de doğan Karl Marx, Wuppertal’de doğan Friedrich Engels, Frankfurt’ta doğan Goethe, Marbach am Neckar’da doğan Schiller, Frankfurt’ta doğan Erich Fromm bu insanlardan yalnızca birkaçıdır. Almanya’da bulunan üç yüze yakın üniversitenin otuz kadarı Ren Havzası’nda yer almaktadır. Bunlar arasında yer alanlardan bazıları gerek verdikleri öğretim ile gerekse kuruluş yılları itibarıyla Dünya’da kendine önemli yer bulmuş ekol sayılabilecek öğretim kurumlarıdır. Bunların en önemlileri arasında aşağıdaki üniversiteler sayılabilir:

  • Heidelberg Ruprecht-Karls Üniversitesi: Kuruluşu 1389 yılına dayanan üniversitede araştırmaya büyük bütçeler ayrılmaktadır.
  • Karlsruhe Teknoloji Enstitüsü: 1825’te kurulmuştur.Fizik,astronomi ve doğa bilimlerinde önemli bir yere sahiptir.
  • Aachen Üniversitesi: Alman mühendisliğinin ilk akla gelen üniversitelerindendir.
  • Freiburg Albert-Ludwigs Üniversitesi: 1457 yılında kurulan üniversite arkeoloji alanında ekol sayılmakla birlikte tıp ve biyolojide önemli bir yere sahiptir.
  • Tübingen Eberhard Karls Üniversitesi: 1477 yılında kurulmuştur. Beşeri bilimler alanında Dünyaca tanınmış bir üniversitedir.

Görsel 20: Bir zamanlar Batı Almanya’nın başkenti olan Bonn, 83 milyon nüfuslu ülke için orta ölçekli bir şehir olup, yeşil alanlarının fazlalığı, üniversite hayatı, aktif öğrenci yaşamı, hala burada yer alan bazı diplomatik binalar ve elbette Beethoven ile dikkat çekmektedir.

Görsel 21: Yeşil alanların fazlalığı ile dikkat çeken Bonn, fazla nüfuslanmadan özgün yapısını koruyabilmiştir.

Görsel 22: Bilime verilen önem küçük bir kasabanın sokak tabelasına kadar yansımış. Ünlü hekim ve biyolog Robert Koch ve fizikçi Max Planck bilime yaptıkları katkı nedeniyle Plaidt Kasabası tarafından bu şekilde onurlandırılmış.

Gelişmiş bir çok ülkede olduğu gibi Almanya’da da nüfus, ülke geneline nispeten daha dengeli dağılmıştır. Ancak Ren Havzası’ndaki yoğunluk dikkat çekmektedir. Bunun da başlıca nedeni iş olanakları, ulaşım ve ticaret gibi etmenlerin insanlara daha avantajlı koşullar sunmasıdır. Burada Ruhr Havzası, Ren Nehri gibi faktörleri de dikkate almak doğru olacaktır. 83 milyonluk nüfusuna ve 240’a yaklaşan nüfus yoğunluğuna rağmen metropolleşmenin düşük düzeyde kaldığı söylenebilir. Öyle ki Sanayi Devrimi’nin sembol bölgelerinden olan Ruhr Havzası’nda bile nüfusu bir milyonu aşan şehir yoktur. Ya da Avrupa Birliği’nin finans merkezi sayılan Frankfurt’un nüfusu bile 750 bin civarındadır. Almanya’nın, nüfusu bir milyonu aşan ve en kalabalık ilk dört kentinin nüfusları ise şu şekildedir:

-Berlin: 3 milyon 645 bin(2019). (Ülke nüfusunun %4,4’üne denk düşmektedir)

-Hamburg: 1 milyon 841 bin(2019). (Ülke nüfusunun %2,2’sine denk düşmektedir)

-Münih: 1 milyon 472 bin(2019). (Ülke nüfusunun %1,7’sine denk düşmektedir)

-Köln: 1 milyon 86 bin(2019). (Ülke nüfusunun %1,3’üne denk düşmektedir)

Türkiye’nin en kalabalık ilk dört kenti ile karşılaştırıldığında;

-İstanbul: 15 milyon 462 bin(2020). (Ülke nüfusunun %18,6’sına denk düşmektedir)

-Ankara: 5 milyon 663 bin(2020). (Ülke nüfusunun %6,8’ine denk düşmektedir)

-İzmir: 4 milyon 394 bin(2020). (Ülke nüfusunun %5,3’üne denk düşmektedir)

-Bursa: 3 milyon 101 bin(2020). (Ülke nüfusunun %3,6’sına denk düşmektedir),

Oldukça ilginç bir fark görülmektedir. Nüfusun büyük kısmı kentlerde yaşamakla birlikte yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere, belli başlı az sayıdaki metropolde yığılmak yerine çok sayıdaki küçük merkeze daha dengeli bir biçimde dağılış göstermiştir. Konuştuğumuz Alman öğretmene göre, Almanya’nın federal devletlerden oluşması, her eyaletin bir başkenti olması ve“merkeze uzak olma” durumunu pek yaşamaması, kırsal ve kentsel yerleşmeler arasında uçurum oluşmasını engellemiştir. Dahası, kentlerde yaşamın hem pahalı olması hem de kentten bunalan ve doğayla bütünleşmeye çalışan bir kitlenin varlığı, kırsal bir yaşam tarzı ile kentlerin çevresinde daha çok müstakil evlerden oluşan banliyövari bir yaşam tarzının ilgi görmesine neden olmuştur. Sosyal devlet, kırsalda yaşayan insanların sosyo-kültürel ihtiyaçlarını karşılamada cömert bir tutum sergilediğinden “ücra” kavramı (istisnaları saymazsak) günümüz Almanya’sı için pek geçerli değildir. Sözünü ettiğim yatay yayılışlı banliyövari yerleşmelerin tipik örneklerini Ren Havzası’nda fazlasıyla görmek mümkündür.

Görsel 23-24: Ren Havzası’nda bulunan ve müstakil evlerden oluşan çok sayıdaki görece küçük şehir ve kasabalara ait örnekler.

Kırsal yaşam tarzının popülarite kazanarak rağbet görmesi 19. yüzyıl ile birlikte başlamış, 20. yüzyıldan itibaren hız kazanmıştır. Git gide kır kent arasında eşitlenme süreci daha gözle görülür bir hale gelmiştir. Öyle ki dönemin Alman romantizmine ait sanat eserlerinde bile kırsal yaşama övgü ve özlemi görmek mümkündür. Tabii ki bunun tersi de söz konusu. Yani kendini kente atmaya çalışan bir kırsal nüfus da mevcuttur.

Dünya turizm istatistikleri incelendiğinde Almanya’nın, gerek gelen turist sayısı, gerekse turizm gelirleri bakımından ilk on içinde yer aldığı görülmektedir(pandemi öncesinde). Bu sıralamanın ülke içindeki dağılımına ilişkin net bir bilgi aktarmanın biraz güç olduğu söylenebilir. Ancak çok sayıda turizm seyahat sitesi incelendiğinde “Almanya’da en çok görülmesi gereken yerler” listesinde Ren Vadisi’nin her daim yer aldığı görülmektedir. Öte yandan yerel istatistikler de bunu doğrulamaktadır. Almanya, Fransa’dan sonra en fazla kamp alanının (çadır+karavan) bulunduğu ülke olup, bu alanların en yoğun olduğu bölge ise Orta Ren Vadisi’nin önemli bir kısmını içine alan eyaletlerdir (Kuzey Ren-Vestfalya/204 adet, Rheinland-Pfalz/188 adet) (Kaynak: camping.info). Ayrıca Ren Havzası’nda yer alan Frankfurt Havaalanı’nın Almanya’nın en fazla yolcu ağırlayan havaalanlarının başında geldiği, Köln Dom Katedrali’nin Almanya’da en fazla ziyaret edilen yerlerden biri olduğu unutulmamalıdır. Gezilmesi önerilen yerler elbette bu yazı ile sınırlandırılamaz ancak son olarak Essen’i vurgulamamak olmaz. Sanayi Devrimi’nin simge şehirlerinden olan Essen’de bir çoğumuzun bildiği üzere ekonomi madenciliğe dayanırken zaman içinde madencilik, yerini sanayi, inovasyon ve bilişime bırakmıştır. Eski fabrikaları ve maden ocakları müzeye dönüştürülen kent, 2010 yılında İstanbul ve Macaristan’ın Pecs şehirleriyle birlikte “ Avrupa Kültür Başkenti”  ilan edilmiştir.

Görsel 25: Köln Şehri’nin merkezinde hayat, özellikle gündüz saatlerinde oldukça hareketli olmasına karşın mesai bitimiyle birlikte şehre sessizlik hakim olur.

Görsel 26: Köln’ün simgesi Dom Katedrali

Görsel 27-28: İrili ufaklı yerleşmelerde temizlik ve kent estetiği dikkat çekici düzeyde. Öyle ki bazı kentler kent estetiği ve peyzajı konusunda uluslararası yarışmalara dahil olmakta ve başarılı sonuçlar elde etmektedir. Örneğin Andernach, sürdürülebilir yeşil alan planlamasıyla katıldığı uluslararası Entente Florale Europe yarışmasında birincilik elde etmiştir.

Bütün bu anlatılanlardandır ki UNESCO, 2002 yılında Orta Ren Vadisi’ni Dünya Mirası Listesi’ne dahil etmiştir.

Bazı mekanlar, coğrafi konumları ve yaşamış oldukları tarihsel süreçler nedeniyle değerler birikimine sahiptir. Bu birikimin korunarak tanıtılması ve markalaştırılması için bazen emek ve para harcamak gerekir. Ancak bu emek ve para doğru şekilde harcandığında misli ile artı değere dönüşmektedir. Orta Ren Havzası’nda karşımıza çıkan aslında tam da budur. Aslına sadık kalınarak restore edilmiş şatoların varlığı, bağcılık ve şarapçılık kültürünün yaşatılması, söylencelerin çağlar boyunca yeni nesillere aktarılması, doğal unsurların yasalarla koruma altına alınması ve daha nice uygulamanın sürdürülebilirlik ve ekoloji ile harmanlanarak turizme kazandırılması… Bunlar, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda güçlü bir yapıya sahip olmakla eş anlama gelmektedir. Bu tablo kültürel, arkeolojik ve doğal zenginliklere sahip olan başka yerler için iyi bir örnek oluşturmaktadır. Bakanlıklar, üniversiteler ve yerel yönetimler ile birlikte sivil toplum kuruluşları da konuyla ilgili önemli görevler üstlenebilir, bu çalışmalara paydaş olabilirler. Elbette bunun için, önce o işi gerçekleştirme motivasyonunun ve vizyonunun olması gerektiği bir gerçektir.

Kaynakça

camping.info http://www.camping.info/tr/haritada-ara?zl=7&area=5.152588,52.776185,9.27246,49.546598

e-icisleri.gov.tr https://www.e-icisleri.gov.tr/Anasayfa/MulkildariBolumleri.aspx

Servantie,D.,2016.AB ve Türkiye Nehir Taşımacılığı Politikalarının Karşılaştırmalı Analizi,İKV Değerlendirme Notu.

Rösch,N.,2009.Die Rheinbegradigung durch Johann Gottfried Tulla,zfv. http://geodaesie.info/system/files/privat/zfv_2009_4_Roesch.pdf

Wikipedia https://de.wikipedia.org/wiki/Rhein

Zimmermann.W,.2015.Her über die natur-Die Begradigung des Oberrheins im 19. Jahrhundert,Landeskunde Entdecken Online. http://www.leo-bw.de/themen/wissenswertes/umweltgeschichte/herr-uber-die-natur

[1] Özel Uğur Okulları Gaziemir Kampüsü Coğrafya Öğretmeni

  Özel Uğur Okulları Ege Bölge Sorumlusu