İklim Değişikliği Sonrası Kutup Bölgelerinin Jeopolitiği

 

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ SONRASI KUTUP BÖLGELERİNİN JEOPOLİTİK KONUMU

Tolga ELDURMAZ [1]

İklim değişikliğinin en büyük çevresel etkileri Kutuplarda yaşanmaktadır. Binlerce yıldır donuk halde duran toprakların çözülmesi, eriyen suların okyanus akıntılarını değiştirmesi, okyanusa eklenen erimiş buzulların (tatlı su) okyanus sularının kimyasında neden olacağı değişim ve bunun canlılar üzerindeki etkisi gibi doğal ortamda yaşanması beklenen çok sayıda radikal değişim söz konusudur. Bu değişimler sadece iklimsel konularda değil, siyasi konularda da ön plana çıkmaya başlamıştır (Seval 2019). Coğrafi anlamda arazideki fiziksel değişimlerin yanı sıra eriyen buzullar sonrası ortaya çıkacak yeni doğal kaynakların kullanımı ve hak iddiaları nedeniyle Kutup ve Kutup altı bölgelerde yaşanması beklenen büyük siyasi çekişmeler söz konusudur. Bu çekişmeler gün geçtikçe kızışırken ön plana çıkan saha Kuzey Kutbu olmaktadır. Coğrafi konumu itibariyle 60. Kuzey paralelinin kuzeyinde kalan alanlara ihtiva eden Arktika genel olarak kar buz ve buzullarla kaplı, ağaçsız ve donmuş topraklarla çevrili, buzda yaşayan organizmaları, denizde yaşayan balık ve deniz memelilerini, kuşlar, kurtlar, karibular (ren geyiği) ve kutup ayıları gibi kara hayvanları ile insan topluluklarını da içeren yaşamla dolu bir ekosistemdir (Limon, 2020a). Bu çerçevede 9 milyon kilometrekaresini karaların oluşturduğu yaklaşık 27 milyon kilometrekareye denk düşmektedir (Kavas, 2014; Aktaran: Kavas, 2019). Geçmişte insanoğlunun Afrika ve Amerika kıtalarında, altına hücum etmesi gibi, iklim değişikliği Arktika’ya küresel bir yönelim başlatmaktadır (Limon, 2020a). Bu bölgede Rusya Federasyonu, Kanada, Norveç ve Amerika Birleşik Devletleri direkt olarak coğrafi ve kültürel bağlarıyla ön plana çıksa da İsveç, Danimarka, Finlandiya, İzlanda, Japonya ve İngiltere yakın ülkeler olarak söz sahibi olma çabasındadır. Hatta son yıllarda Çin Halk Cumhuriyeti gibi bölgeden uzak ama bölgede çıkar sahibi olmak isteyen çok sayıda ülke söz sahibi olmaya çalışmaktadır.

Arktika’nın sınırları net bir kara parçasından ibaret olmadığı için tam olarak belirlenmesi oldukça güçtür. Buna karşın Güney Kutbu yani Antarktika’nın sınırları daha somut olarak çizilir. Kıtayı çevreleyen Güney Okyanusu ve Antarktika tek bir bölge olarak değerlendirilebilir. Bu bölgenin coğrafi konumu 65 – 90 Güney enlemleri arasında yer almaktadır ve %95’i buzlar altındadır (Öztürk, 2015). Antarktika çevresindeki karalar oldukça uzak ve bölgeyle bağlantısız olduğu için bu bölgede hak iddia eden ülke sayısı Arktika yani Kuzey Kutbu’ndan daha azdır. Kıtaya en yakın 2 ülke olan Şili ve Avustralya’nın yanı sıra koloniyal dönemden mirasçı durumundaki İngiltere bölge için çekişir. Avustralya, Antarktika’nın %42’si üzerinde hak iddia etmektedir. Şili, Antarktika pasaportu vererek kıtada hak iddia ettiğini bildirmektedir. Birleşik Krallık Antarktika’da hak iddia ettiği bölgeyi “British Antarctic Territory” olarak tanımlamakta, kıtada görev yapan araştırmacıları vergiden muaf tutmaktadır (Öztürk, 2015).

Arktika özelinde konuyu ele alacak olursak ülkelerin bir anda bu bölgeyi sahiplenmesi tesadüfi ya da duygusal değildir. Kavas (2019) 21. yüzyılda Arktika’nın gerek jeopolitik – jeostratejik gerekse jeoekonomik önemini oluşturan iki temel sacayağı bulunduğunu belirtir. İlki bölgede son dönemde keşfedilen ciddi ölçekli yer altı zenginlikleri, ikincisi ise özellikle küresel ısınmayla birlikte iklim koşullarındaki değişime bağlı olarak bölgedeki deniz ulaşımı ve ticaretinin daha avantajlı hale gelme olasılığının yüksekliğidir. Bugün buzulların erimesine neden olan küresel iklim değişikliğinin temel nedeni doğal kaynak tüketiminde sınırı aşan insan etkinlikleridir. Yani bölgeden elde edilecek özellikle fosil kökenli doğal kaynakların piyasaya kazandırılıp kullanılması iklim krizini derinleştirerek insan yaşantısını daha derinden etkilemeye devam edecektir. İşte bu yüzden aynı Güney Kutbu’nda olduğu gibi Kuzey Kutbu’nun da gezegenin geleceği ve insanlığın iyiliği için bilimsel amaçlarla kullanılması konusunda uluslararası çözüm önerilerine ihtiyaç vardır.

İklim Değişikliğinin Kutuplar Üzerindeki Etkileri

Karalar üzerindeki yağan karın yeniden kristalleşmesiyle veya suyun donmasıyla oluşan, kendi ağırlığı ile ileri doğru hareket eden büyük ve kalıcı buz kütlesine buzul (glasye) adı verilir (Özey, 2014). Buzulların Kutup bölgeleri çevresine sıkışmış halde, dar bir alanı kapladığını düşünürüz. Oysaki bugün yaşadığımız dünyanın yaklaşık 15 milyon kilometrekaresini (dünya karalarının %10’unu) buzullar kaplar. Dünyadaki buzulların %99’u Antarktika (13 milyon km²) ve Greenland’da (1,73 milyon km²) yer almaktadır. Geri kalan %1 ise yüksek dağ zirvelerinde bulunur (Özey, 2014). Büyük bir kısmı Kutuplarda yer alan buzulların iklim üzerinde sanılandan daha fazla etkisi vardır. Bu nedenle buzul bölgelerinde yaşanabilecek fiziki değişimler iklim sistemleri üzerinde büyük etkiler yaratabilir. Medeniyetten uzaktaki Kutup buzulları bu fiziki müdahalelerden ve değişimlerden etkilenmez gibi düşünülse de maalesef Kutuplar, günümüzde büyük tehditlerle karşı karşıyadır. Karşı karşıya kaldığı en büyük felaket küresel ısınmadır (Galip Akın, 2013). Son yıllarda ısınma yerine “küresel iklim değişikliği” ya da “iklim krizi” olarak adlandırılan bu olay, tamamen insan etkisi sonucunda gezegenimizin atmosfer olaylarının ve iklim özelliklerinin doğal süreçlerden daha hızlı bir şekilde değişmesidir. İnsan aktivitesi ve sanayi sistemleri tarafından atmosfere çok miktarda bırakılan CO2, CH4, N2O gibi gazların aşırı sera etkisi oluşturması sonucu, yeryüzünde (atmosferin troposfer tabakasının yeryüzüne yakın bölümünde) sıcaklığın giderek artmasına neden olmaktadır (Galip Akın, 2006). Bu sıcaklık yükselmesi ise hem Kutupların hem de Kutuplardan uzak bölgelerdeki dağ buzullarının hızlı bir şekilde erimesine neden olmaktadır. Eldeki kayıtlar Arktika’daki permafrost alanlarına yakın zamanda birçok alanda ısınmaya ve erinmeye başladığını göstermektedir (Limon, 2020a). Ortaya çıkan daha fazla ısınma daha fazla erimeye, azalan albedo ise daha fazla ısınmaya neden olan ve kendini yöneten bir döngünün oluşmasına yol açar (Türkeş, 2019). Bu durum sadece bölgesel bir problem olarak algılanmaktadır. Ancak Kutup buzullarında yaşanan kayıp, bölge ile alakası olmayan farklı bir noktadaki kara parçasını da olumsuz etkileyebilmektedir. En basit haliyle buzul kaybı, küresel ölçekte deniz suyu seviyesinde değişimlere neden olarak su baskınlarını meydana getirme riskini barındırır. Ayrıca buzullardan eriyip okyanusa katılan tatlı su, okyanus sularının tuzluluk oranını ve dolayısıyla pH dengesini etkileyerek okyanus ekosistemleri üzerinde olumsuz etkiye neden olacaktır. Bunun yanı sıra buzullar genel hava ve su dolaşımı üzerinde büyük bir belirleyici güçtür. Özellikle buzullardan eriyen tatlı sular Avrupa ve Kanada’nın yüksek enlemlerinde yaşamı kolaylaştıran sıcak su akıntılarını (Transpolar ya da Körfez Akıntısı) bloke edecektir.  Beaufort Döngüsü ve Transpolar Akıntısı’ndaki değişim Arktika’nın ısınmasıyla bağlantılıyken dünyanın hızla değişen bir uzaktaki ekosistemleri etkileme potansiyeline sahiptir (Limon, 2020a). Yani yakın gelecekte Avrupa’nın ılıman okyanusal kuşağında daha sert kışlar yaşanması gibi sadece sıcaklık değerlerinin yükselmesinden ibaret olmayan bir iklim krizi kapıdadır.

Bu iklimsel değişim süreçleri içerisinde Kutup buzullarının erimesi ile albedo etkisinin zayıflamasının yanı sıra Kutupların krizi derinleştirebilecek bazı salınımlar yapması da ayrı bir endişe kaynağıdır. Örneğin Kutup bölgelerinde permaforst olarak adlandırılan, milyonlarca yıldır donuk halde bekleyen karasal alanlar iklim değişimi ile çözülmeye başlamaktadır. Arktika’daki bu permafrost alanları yaklaşık 1,7 trilyon ton karbon içermektedir (Limon, 2020a). Permafrostun çözülmesi bu karasal karbon depolarının açığa çıkmasına, atmosferdeki sera etkisinin derinleşmesine neden olacaktır. Ayrıca, Arktika Okyanusu deniz yatağında karbon içeriği 10 milyon tonu bulan büyük miktarda metan gazı bulunmaktadır (Limon, 2020a). Sıcaklık değerlerinin yükselmesi ile okyanus suyundaki ısınma, yükselen su sıcaklığına bağlı olarak okyanus suyundaki çözünmüş karbon kökenli gazların atmosfere kaçışı, permafrostun çözülmesi gibi atmosferdeki sera etkisini ciddi anlamda güçlendirecektir.

Tüm bu olumsuz tablolara rağmen küresel iklim değişikliğinin Kutuplar üzerindeki etkisini fırsat olarak gören ülkeler de ortaya çıkmaya başlamıştır. Örneğin, balıkçılık alanlarının dünya genelinde neredeyse %70’inin yok edildiği ve okyanuslarda tahribatın sürekli hale gelmesine birkaç yıl varken Arktika Okyanusu yeni fırsatlar sunmaktadır (Limon, 2020a). Buzulların erimesi ile açılan yeni sahalarda daha önce avlanamayan canlılar hedef haline gelmektedir. Ayrıca çözünen permafrost içerisinde daha önce kullanılamayan çeşitli doğal kaynak rezervlerine yönelik saha araştırmaları yapılmaya başlanmıştır. Kanada, ABD, Rusya ve Norveç her yıl yeni keşfedilen kömür, doğal gaz ve petrol yataklarını çözünen bu permafrost alanlarında bulmaktadır. Arktika’nın sahip olduğu petrol, doğal gaz ve madenler gibi stratejik kaynakların kullanabilir hale gelmesi, bölgede teknolojik gelişmelere bağlı olarak ulaşım ve altyapının geliştirilmesine ihtiyaç duyarken özellikle iklim değişikliğinin bölgede yaratmakta olduğu etki teknolojik imkanlar dahilinde Atlantik ve Pasifik Okyanusları arasındaki deniz geçiş yollarıyla Avrupa – Asya ve Amerika – Asya kıtalarına ulaşımı elverişli hale getirebilmektedir (Limon, 2020a). Toprağın donuk, iklimin sert olmasından dolayı tarıma müsait olmayan toprakların tarımsal alanda artık kullanılması da söz konusudur. Bu ve bunun gibi gelişmeler nedeniyle Kutuplar, jeopolitik anlamda hızla önem kazanırken yakın gelecekte güç yarışına sahne olacak bir coğrafya olarak dikkatlerine üzerine çekmektedir.

İklim Krizi Sonrası Kutupların Jeopolitik Konumundaki Değişim

Jeopolitik kavramı, ilk defa İsveçli siyaset bilimci Rudolf Kjellen tarafından kullanılmıştır (Özey, 2017). Kara ve deniz alanının stratejik değerini ulusal ekonomi ve askeri güç bağlamında değerlendiren siyasi coğrafyanın bir koludur (Özey, 2017). Günümüzün popüler kavramlarından biri olan jeopolitiğin en önemli misyonu ülkelerin güncel siyasi pratiklerini belirlemesi olarak kabul edilir. Buna karşın jeopolitik; bugünkü ve gelecekteki güç ve amaç ilişkisini – politik düzeyde – fiziki ve siyasi coğrafyayı esas alarak inceler (İlhan, 2002). Bu da jeopolitiği durum tespitinden öte uygulamaya yönelik olması, geleceğe yönelik politikalar üretilmesi açısından oldukça önemli bir alan haline getirmektedir. Üretilen bu reel politikalar coğrafya temelli olduğu için de ütopik ya da teorik olmayan, uygulanabilir eylemler ortaya çıkmaktadır.

Bununla beraber ülkelerin jeopolitik özellikleri ile Dünya hakimiyeti ya da daha postmordern bir yaklaşımla uluslararası siyasette ön plana çıkma hedefi olan bir ülkenin ilgi duyduğu alan zaman içerisinde değişebilmektedir. Bu duruma jeopolitik kayma denir. Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri, Anadolu, Orta Asya, Hindistan ve Çin önemli kayma bölgeleridir (Özey, 2017). Yeni ticaret yolları, ucuz iş gücü ve hammadde bulma amacıyla Afrika ve Amerika kıtalarına olan ilgi, buraların koloni edilmesi ve Süveyş Kanalı’nın açılması ile Orta Doğu’ya doğru kaymıştır. Orta Doğu önem kazandıkça onlarca yıl sömürülen Afrika kaderine terk edilmiş ve büyük ülkeler buralarda sömürgelerine, kâr sağlamadıkları için bağımsızlık vererek bu bölgeleri elden çıkartmaya başlamıştır. Orta Doğu’da zengin doğal kaynakların bulunması ve bölgenin büyük bir pazar olması jeopolitik anlamda burayı önemli hale getirse de bölgedeki istikrarsız ülkeler, halk ayaklanmaları ve savaş durumları günümüzde büyük güçlerin bölgeden çekilmesine neden olmaktadır. Bugün ve yakın gelecekte ise ilgi yine ucuz iş gücü ve pazar imkanlarından dolayı Uzakdoğu Asya’ya kaymıştır. Görüldüğü üzere bölgelerin jeopolitik önemleri zaman içerisinde değişkenlik gösterebilmektedir. Bununla beraber kayma yaşanan bölgelerin hepsinin Orta Kuşak karası olduğu görülmektedir. Ancak bir sonraki küresel jeopolitik kaymanın Kutuplar olması beklenmektedir.

 Buzsuz bir Arktika, yalnızca bölgesel ve küresel ölçekte büyük bir çevresel değişimi değil, aynı zamanda Arktika’nın temel bir siyasi düzenlemesi anlamına da gelmektedir (Limon, 2020b). Dünyanın en kuzeyinde ve en güneyinde yer alan Kutuplar, buzlarla kaplı ve beşeri anlamda önemsiz yerler olarak yıllarca tarihte yaşanan savaşlardan, olaylardan, devrimlerden uzak kalmıştır. Literatüre bakıldığında klasik jeopolitikte önemli yer tutan hakimiyet teorilerinden hiçbiri Kutuplara yer vermediği görülmektedir. Sadece Arktika, McKinder’in (1904) herkesçe bilinen “Kara Hakimiyeti Teorisi” içerisinde birkaç cümle ile kendisine yer bulmaktadır. McKinder’e göre (Aktaran: Limon, 2020a) Arktika, Avrasya’nın kalpgah bölgesinin savunulma ihtiyacı duyulmayan güvenli kuzey sınırıdır. Ancak, son yıllarda bölgeye olan ilgi artmaktadır (Ateş, 2017). Bölgeye olan ilgiyi arttıran iki durum söz konusudur. Bunlardan birincisi, iklim değişikliğinin Arktika’nın fizik yapısındaki görünür etkisi, ikincisi ise Arktika’da ortaya çıkan yeni enerji havzalarının işletilebilir hale gelmesidir (Gümükçü, İnan Şimşek ve Ersoy, 2017).

Dünya siyasi haritası ele alındığında Yeni Zelanda, Avustralya, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Şili, Antarktika’ya en yakın ülkeler olup Falkland Adaları nedeniyle İngiltere de bölgede bir güç olarak yer almaktadır. Buna rağmen Antarktika’nın göreceli olarak ana karalardan uzak oluşu ve bilimsel amaçlarla kullanılmasını ön gören hükümetler üzeri hukuki durumu burası üzerinde bir jeopolitik kayma yaşanmasına engel olmaktadır. Ancak, Arktika daha önce de belirtildiği gibi ABD, Kanada, Rusya, Norveç ve Danimarka tarafından doğrudan hegemonya alanı olarak görülen bir coğrafyadır. Bu çekişmenin tarihi yeni olup 20. yy sonunda SSCB döneminde Arktika’nın askersizleştirilmiş bir bölge olarak tutulması gündeme gelmiştir. SSCB Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov bizzat Mumansk konuşmasında (Aktaran: Limon, 2020a) Arktika’nın sadece buzla kaplı bir deniz olmadığını aynı zamanda  Avrupa, Asya ve Amerika’nın kuzey topraklarının da burada bulunduğunu belirterek dünyanın kuzey ucunda  dünyanın bir başka bölgesinden çok daha fazla, tüm dünyanın çıkarlarının ortaklığı ve birbiriyle ilişkisine  ihtiyaç duyulduğu vurgulanmıştır. Gorbaçov’un da dediği gibi Arktika sadece buzla kaplı bir deniz değildir. Bugün bakıldığında özellikle altı doğal kaynaklarla dolu, el değmemiş bir coğrafyadır. 15. yy.ın Amerikası ya da Afrikası’dır. Arktika’da iklim değişikliğine bağlı olarak permafrostun çözülmesi ve deniz buzullarının çekilmesi ile açılan arazide petrol ve doğal gaz aramalarına hızlı bir şekilde başlanmış ve çok sayıda rezerv bulunmuştur. Bulunan çok sayıdaki rezerv ve bölge hakkındaki jeolojik veriler birleştirildiğinde henüz keşfedilmemiş doğal kaynak rezervlerinin bilançosu bile çıkarılmıştır (Tablo 1).

Tablo 1. USGS tarafından hazırlanan Arktika’nın keşfedilmemiş doğal kaynak rezervleri (Aktaran: Limon, 2020a).

Arktika’da Beaufort Denizi (Kuzey Slope, Alaska ve Mackenzie Deltası), Rus Arktikası’nın kuzeybatı (Barents Denizi ve Batı Sibirya) kısımları ile Kanada’nın kuzeyindeki takım adaları (Nunavut) doğal gaz ve petrol rezervleri ile dikkat çekmektedir (Harita 1 ve 2). Arktika’daki toplam petrol ve gaz kaynaklarının dünyadaki keşfedilmemiş ve teknik olarak geri kazanılabilir kaynakların yaklaşık %22’sini bunun da %84’ünün denizde olduğu tahmin edilmektedir (Limon, 2020a).

Harita 1. Arktika’nın keşfedilmemiş tahmini petrol rezerv bölgeleri (USGS, 2008)

Harita 2. Arktika’nın keşfedilmemiş tahmini petrol rezerv bölgeleri (USGS, 2008)

Arktika sadece petrol ve doğal gaz zengini bir arazi de değildir. Arktika’da nikel, bakır, altın, uranyum, elmas, volfran (tungsten), lantatit, çinko vb. birçok metal ve mineral bulunmaktadır (Limon, 2020a). Özellikle maden rezervlerinin varlığı yıllardır Kanada, ABD ve Rusya tarafından bilinmesine karşın rezervin çıkarılmasına yönelik çalışmalar çevresel nedenlerden dolayı yapılamamaktaydı. Bölgede araştırma, sondaj maliyetleri ve yakıt masrafları gibi nedenlerden dolayı sorunlar yaşanırken buradaki maden potansiyeli Çin, Japonya ve Hindistan başta olmak üzere dünya çapındaki ilgiyi arttırmaya devam etmektedir (Limon, 2020a).

Tüm bunların yanı sıra Arktika’ya artan ilgi ve yaşanan jeopolitik kaymayı sadece fosil kaynaklar ile açıklamak oldukça sığ bir yaklaşım olacaktır. Dünya ticaretinin yaklaşık %80’i deniz yolu taşımacılığı ile yapılmaktadır (Tümertekin ve Özgüç, 2012). Diğer ulaşım yollarına göre daha ucuz olan deniz yolunun tek dezavantajı yavaş olmasıdır. İnsanlar bu sorunu doğal su yolu olan boğazları kullanarak çözmüşlerdir. Ancak kimi zaman bu doğal su yolları siyasi ya da doğal sebeplerle kullanılamadığında Panama ve Süveyş Kanalları gibi yapay su yolları inşa ederek bu yolu kısaltmışlardır. Bu şekilde açılan su yolları Panama Kanalı özelinde Güney Amerika’nın; Süveyş Kanalı özelinde Afrika’nın jeopolitik kaymaya uğrayıp önemsizleşmesine neden olmuştur. Bugün dünya deniz ticaretinin büyük bir kısmı Kuzey Yarım Küre’de yapılırken Arktika’nın deniz buzulları doğal bir engel olarak ticareti kısıtlamakta ya da ulaşım güzergahını uzatmaktadır. Ancak, Arktika Okyanusu’nun, küresel ısınma sebebiyle gelecek on yıllarda tamamen buzlardan arınacağına ilişkin tahminler, bölgedeki Kuzeybatı Geçidi ve Kuzey Denizi Rotası’nın (Harita 3) uluslararası ticaretteki geleneksel su yollarına alternatif olabilecekleri beklentisini yaratmaktadır (Ateş, 2017). Yani Arktika sadece bir doğal kaynak merkezi değil stratejik bir su yolu hattına sahiptir. Dünya ticaret hatlarının ve kaynak çıkarımının bu bölgede artması Arktika’nın jeopolitik kaymaya uğramasının bir diğer sebebi olarak açıklanabilmektedir. Bu bağlamda, başta Arktika devletleri olmak üzere, dünyanın enerji ve ticaret devi ülkeleri, Arktika ile yakından ilgilenmektedir (Ateş, 2017).

Harita 3. Arktika’da kullanılmaya başlayan ve ileride kullanılması beklenen alternatif ticaret hatları (Zanbak ve Akay, 2019)

Tüm bu doğal ve beşeri kaynakların dışında su, balıkçılık alanları ve ormanlar gibi ekonomik potansiyeli olan kaynaklar zaman ve mekana göre stratejik kaynak özelliği gösterebilirler (Limon, 2020a). Özellikle Kuzey Buz Denizi’ni çevreleyen ana kara kıyılarındaki fiyort ve skyer tipi kıyıların oluşturduğu doğal güzellikler, doğal bir turizm sermayesi olarak dikkat çekmektedir. Yine çözülen permafrost uzun yıllar boyunca tarımsal anlamda dışa bağımlı kalan Arktika insanları için işlenebilir hale gelmesi ile önemli bir doğal kaynak halini alacaktır. Tüm bunlar birleştirildiğinde yakın bir gelecekte Arktika’nın öneminin büyük bir ölçüde artması ve jeopolitik kaymanın Uzakdoğu’da Kutuplara doğru gerçekleşmesi öngörülmektedir.

Kutupların Hukuki Durumu

Bugün, dünyamızın iki Kutbu’nun da siyasi ve hukuki durumu farklıdır. Antarktika’nın kullanımı, bir dizi anlaşma sonrasında barışçıl bir şekilde belirlenmiştir. Kıtaya ilgi gösteren 12 devletin girişimiyle imzalanan ve 1961’de yürürlüğe giren Antarktika Antlaşması doğrultusunda 2041’e kadar kıta üzerindeki bütün hak iddiaları dondurulmuş durumdadır (Öztürk, 2015). Bugün ise bu anlaşmanın altında 52 devletin imzası bulunmaktadır. Bu ülkelerin hepsi geçmişte Antarktika üzerinde hak iddia eden güçler değildir. Antlaşmaya taraf olan 52 devletin 29’u danışman üye statüsündedir ve her yıl düzenlenen Antarktika Antlaşması Danışma Toplantısı’nda karar alma sürecinde oy hakkına sahiptir. Türkiye’nin de içinde bulunduğu diğer gruptakiler ise antlaşmanın tarafı olmakla birlikte istişari olmayan danışman ülke konumundadır (Öztürk, 2015). Ülkemiz bu anlaşmaya yaklaşık 35 yıl sonra dâhil olmuştur. 1995 yılında AA’ya taraf olan Türkiye’nin gerek siyasi vizyon eksikliği gerekse de Antarktika özelinde kurumsal bir yapının oluşturul(a)maması (o dönem için Çevre Bakanlığı tarafından yürütülen girişimlerin daha sonraki dönemlerde bakanlık yapısını ve bakanların sıklıkla değişmesi) gibi nedenlerle Antarktika özelinde bir kutup stratejisi ve politikası geliştirilememiştir (Limon, 2020b). Bugün ise bu konuda henüz tam anlamıyla bir değişim söz konusu değildir. Türkiye, AA’ya taraf olmasına rağmen yıllardır yapılan danışma toplantılarına, “Danışman Olmayan Devlet” olarak temsilci gönderme girişiminde bulunmamıştır (Altıner Coşkun, 2018). Son yıllarda ise Antarktika’ya araştırmacılar gönderen ülkemiz, kıtada bize ait bir bilimsel araştırma üssü açmak için çalışmalara başlamıştır.

Antarktika’daki düzenin aksine Arktika belirsizliklerle doludur. Aynı Antarktika Anlaşması gibi bölge ülkeleri bir araya gelme çabası göstermişlerdir. ABD, Danimarka Kanada Norveç ve Rusya’nın bir araya gelmesiyle birlikte ortaya çıkan A5 yapılanmasıdır (Limon, 2020a). Buna karşın bu topluluk, Arktika’nın hegemonik bir şekilde paylaşılmasını esas almaktadır. Bu durum hem bölgeye ilgi duyan bazı ülkelerin hem de Arktika’da artacak insan faaliyetlerinin artmasından endişe duyan bazı ülkelerin tepkisini çekmektedir. Özellikle Avrupa Birliği, Kuzey Kutbu’nun da Antarktika gibi küresel müştereklerden biri olduğunu ve çevresel olumsuz gidişi tersine çevirecek adımların ortak kararlılıkla atılması gerektiğini ileri sürmektedirler (Taraktaşı, 2019). Bu ülkelerin de konuya dahil olması ile Birleşmiş Milletler çatısı altında Arktika Konseyi kurulmuştur. Arktika Konseyi, paylaşılan ve iş birliği yapılan bir Arktika’nın yaratılmasına yönelik bir girişimdir (Limon, 2020a). Arktik Konsey, özellikle sürdürülebilir kalkınma ve doğanın korunması hususları çerçevesinde Arktik ülkeleri ve bölgede bulunan yerli topluluklar arasında iş birliği, koordinasyon ve etkileşimi teşvik eden bir hükümetler – arası örgüttür. 1996 Ottawa Deklarasyonu’nda Kanada, Danimarka, Finlandiya, İzlanda, Norveç, Rusya Federasyonu, İsveç ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Arktik Konsey’in üye ülkeleri olarak belirlenmiştir (Seval, 2019).

Aynı Antarktika Anlaşması’nda olduğu gibi üye ülkeler sadece coğrafi olarak Arktika ülkelerinden oluşmamaktadır. Arktika Konseyi’nin çalışmalarına katkıda bulunabileceği belirlenen ancak Arktika’da bulunmayan devletlere hükümetler ve parlamentolar arası organizasyonlara, küresel ve bölgesel sivil toplum kuruluşlarına gözlemci statüsünde açık olduğu vurgulanmaktadır (Limon, 2020a). Ülkemiz ise Arktika konseyi gözlemci üyeliği için ilk defa 2015 yılında Arktika Konseyi’ne başvuru yapmıştır (Limon, 2020b).

Sonuç olarak iklim değişikliğine bağlı olarak hızla eriyen kutup buzulları ve permafrost tabakası yakın gelecekte özellikle Arktika’ya doğru bir jeopolitik kaymanın yaşanmasına neden olmasına neden olacaktır. İnsan kullanımına açılan yeni alanların deniz yolu ulaşımı, madencilik, enerji üretimi, tarım vb. çok sayıda ekonomik avantaja sahip olup başta Kutup bölgesine yakın ülkeler olmak üzere siyasi çekişmelere sahne olacağı ortadadır.

Kaynaklar

Akın, G. (2006). Küresel ısınma, nedenleri ve sonuçları. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi Dergisi 46 (2): 29 – 43. Erişim adresi:

http://www.dtcfdergisi.ankara.edu.tr/index.php/dtcf/article/view/1450

Akın, G. (2013). Yüzyılımızın Temel Sorunlarından Biri; Buzulların Erimesi. Antropoloji, (25), 9 – 27. Erişim adresi:

https://dergipark.org.tr/en/pub/antropolojidergisi/article/525277

Altıner Coşkun, S. (2018). Antarktika Kıtasındaki Hukuki Rejim Ve Türkiye’nin Kıtadaki Varlığı. Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi , 22 (3) , 67-112 . Erişim adresi: https://dergipark.org.tr/tr/pub/ahbvuhfd/issue/44331/547712

Ateş, O. (2017). Rusya Federasyonu’nun Arktika Politikası. Avrasya İncelemeleri Dergisi, 6 (1), 57 – 95. Erişim adresi:

https://dergipark.org.tr/tr/pub/iuavid/issue/33577/371512

Gümrükçü, H, İnan Şimşek, A. ve Ersoy, G. (2017). Küresel Bakışla Kutup Çağı Farklı Disiplinler Çok Yönlü Perspektifler. Ankara: Efil Yayınları.

İlhan, S. (2002). Jeopolitik Kavramı ve Unsurları. Avrasya Dosyası, Jeopolitik Özel. Kış 2002, Cilt: 8, Sayı: 4, s.318 – 322. Erişim adresi:

https://www.21yyte.org/assets/uploads/files/318-322%20suat%20ilhan.pdf

Kavas, A.Y. (2014). Rusya’nın Arktik Politikası ve Türkiye. Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM).

Kavas, A.Y. (2019). Soğuk Savaş Sonrası Arktika Bölgesi Jeopolitiği ve Bölgesel İş Birliği Potansiyeli. Akdeniz İİBF Dergis, 21. Yüzyıl Siyasetinde Kutuplar, 22 – 44. Erişim adresi: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/830628

Limon, O. (2020a). Arktika Jeopolitiği – I. İstanbul: Efe Akademi.

Limon, O. (2020b). Arktika Jeopolitiği – II. İstanbul: Efe Akademi.

Mackinder H. J. [1904). “The Geographical Pivot of History.” The Geographical Journal 170(4): 298–321.

Özey, R. (2014). Çevre Sorunları. İstanbul: Aktif Yayınevi.

Özey, R (2017). Jeopolitik: Tanımlar, Teoriler ve Değişimler. Ankara: Pegem Akademi.

Öztürk, B. (2015). Türkiye Nasıl Bir Antarktika Stratejisi Geliştirmelidir?. Bilge Strateji, 7 (13), 1 – 10. Erişim adresi: https://dergipark.org.tr/tr/pub/bs/issue/3797/50922

Seval, H. (2019). Arktik Bölge’de Uluslararası Siyasi Düzen: Teorik Bir Yaklaşım. Akdeniz İİBF Dergisi, 21. Yüzyıl Siyasetinde Kutuplar, 1 – 24. Erişim adresi: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/830623

Taraktaş, A. (2019). Kuzey Kutbu’nda Ortakların Trajedisi Sorununa Çözüm Olarak Küresel Müşterekler Önerisinin Değerlendirilmesi. Akdeniz İİBF Dergisi, 21. Yüzyıl Siyasetinde Kutuplar, 45 – 63.

Erişim adresi: https://dergipark.org.tr/tr/pub/auiibfd/issue/49490/632912

Tümertekin, E. ve Özgüç, N. (2012). Ekonomik Coğrafya: Küreselleşme ve Kalkınma. İstanbul: Çantay Kitapevi.

Türkeş, M. (2019). İklim değişikliğinin fiziksel bilim temeli – I. Toplum ve Hekim Dergisi. 34. 57-75. Erişim adresi:

https://www.researchgate.net/publication/341056375_IKLIM_DEGISIKLIGININ_FIZIKSEL_BILIM_TEMELI-I_Iklim_Iklim_Sistemi_ve_Iklim_Degisikligi_Nedir_Iklim_Degisikliginin_Baslica_Nedenleri_Nelerdir_What_are_Climate_Climate_System_and_Climate_Change_What_are_

USGS. (2008). Circum-Arctic Resource Appraisal: Estimates of Undiscovered Oil and Gas North of the Arctic Circle. US Geological Survey. Erişim adresi: https://pubs.usgs.gov/fs/2008/3049/fs2008-3049.pdf

Zanbak, M.ve Akay, A. (2019). Bir Çekim Merkezi Olarak Arktika’nın Çin Ekonomisi Açısından Önemi: Seçilmiş Endüstrilere Yönelik Bazı Çıkarımlar. Akdeniz İİBF Dergisi, 21. Yüzyıl Siyasetinde Kutuplar, 92-121. Erişim adresi:

 https://dergipark.org.tr/tr/pub/auiibfd/issue/49490/632925

 

[1] Hisar Okulları Coğrafya Öğretmeni

Prens Adalarının Depremselliği

 

İstanbul’daki Prens Adalarının Depremselliği

Sinan KÜTÜK 1

Giriş

Ülkemizin bugünkü sınırları içerisinde ve çevresinde kalan topraklar Alp-Himalaya deprem kuşağı üzerinde bulunmaktadır. Bu topraklar çeşitli kültürlerin mirasını ve belgelerini barındırmakta, çok eski yüzyıllara kadar uzanan yazılı ve görsel belgeler bu topraklardaki nesillerin depremlerle birlikte yaşadığını ortaya koymaktadır (Eyidoğan, 2006;16). Köklü tarihi ve kültürel bir birikime sahip olan İstanbul, eş zamanlı olarak tarih boyunca bir dizi afetle karşı karşıya da kalmıştır. Geçmişten günümüze depremler, yangınlar, sel ve taşkınlar şehirde zaman zaman yıkıcı bir etki yaratmıştır. Ancak odaklandığımız konu, deprem ve hatta daha da özelinde Prens Adaları’nın depremden etkilenme durumudur.

İstanbul il sınırları içerisinde kara üzerinde gerek tarihsel gerekse aletsel döneme ait bilinen hiçbir yıkıcı deprem yaşanmamıştır. İstanbul’da yıkıma neden olan bütün depremler Marmara Denizi içerisindeki faylar üzerinde oluştuğu kabul edilir. Son veriler ışığında da Marmara Denizi içerisinde ciddi bir deprem tehlikesi olduğu kabul edilmektedir (Tüysüz, 2003;167). 1999 yılında meydana gelen Gölcük merkezli deprem başta Kocaeli, Sakarya, Yalova ve İstanbul olmak üzere bölgedeki birçok ilimizde ağır yıkımlara neden olmuştur. Bu depremin ardından bölge hakkındaki çalışmalar artmış ve istatistiksel olarak bazı sonuçlar ortaya çıkmıştır. Örneğin Tüysüz, yapmış olduğu çalışmasında (2003) İstanbul’da önümüzdeki 30 yıl içerisinde kuvvetli bir sarsıntının olma olasılığını % 62±15 olarak hesaplamıştır. Yapılan deprem senaryolarına göre Marmara Bölgesi’ni etkileyecek bir depremin büyüklüğü M=7.5 (Magnitüd 7.5) olarak alınmaktadır. Marmara Denizi içerisinde kırılması beklenen fayın oluşturacağı sarsıntıları şüphesiz coğrafi yakınlığından dolayı ilk hisseden ve belki de daha da şiddetli bir şekilde hissedecek olan yer Prens Adaları’dır. Bu nedenle bu çalışmadaki odak noktamız adaların depremselliği olmuştur.

İstanbul Adalarının Coğrafi Konumu

İnceleme sahası olan İstanbul Adalar grubu Coğrafi Koordinat Sistemine göre 29° 5’ 2’’ ve 29° 13’ 24’’ doğu boylamları ile 40° 55’ 4’’ ve 41° 0’ 2’’ kuzey enlemleri arasında yer almaktadır (Görsel 1). Türkiye Coğrafi Bölgeler sınıflandırmasına göre ise Marmara Bölgesi’nde ve onun Çatalca Kocaeli Bölümü üzerinde; İdari yönetim bakımından ise İstanbul İl sınırları içerisindedir Güneydoğu – Kuzeybatı istikametinde Kocaeli yarımadasına neredeyse paralel olarak dizilmiş olan İstanbul Adaları (Prens Adaları) Marmara Denizinin kuzeyinde, İstanbul boğazı girişinin yaklaşık olarak 15 km kadar güneydoğusunda yer almaktadır.

Görsel 1. İstanbul Adalarının Coğrafi Konumu (Telli, 2010).

Prens Adaları 1984 yılında I. Derece doğal ve kentsel sit alanı olarak belirlenmiştir ve toplam dokuz adadan oluşmaktadır. Bunlar; üzerlerinde yerleşim bulunan Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada, Sedefadası ile yerleşim olmayıp boş olan Sivriada, Yassıada, Kaşıkadası ve Balıkçıadası (Tavşanadası)’dır (Telli, 2010;3).

Yaklaşık 2000 yıllık bir geçmişe sahip olan bu adalar, tarih boyunca farklı isimlerle anılmıştır. Bunlar; Evliya adaları, Kesiş adaları, Ruh adaları, Cin adaları, Halka adaları, Prens adaları, Kızıl adalar olarak bilinir (Telli, 2010;3) Doğa, tarih ve kültür mozaiği olan İstanbul Adaları, bugün İstanbul’un Büyükşehir Belediye sınırları içerisindeki ilçe belediyelerden birisidir.

Kapladığı yüzölçümü bakımından grubun en büyük adası isminden de anlaşılacağı üzere Büyük Ada’dır. Büyük Ada çevre uzunluğu bakımından da en büyük uzunluk değerine sahiptir. Büyük Adayı sırasıyla Heybeli, Burgaz, Kınalı, Sedef, Yassı, Sivri ve Kaşık Adaları takip eder. Alan bakımından en küçük ada ise Balıkçı Ada’sıdır. En yüksek nokta 201 metre ile Büyükada’da bulunurken en küçük zirveye sahip ada ise 23 metrelik zirvesiyle Kaşık Ada’sıdır. En yüksek zirve bakımından Büyük Adayı Burgaz, Heybeli, Kınalı, Sivri, Sedef, Yassı, Balıkçı ve Kaşık Adaları takip eder (Telli, 2010;6).

 

Adalarda Sosyal ve Mekansal Yaşam

Batı kaynaklarında Prens Adaları olarak da bilinen Adaların,  2000 yıllık bir geçmişe sahip olduğu bilinmekle birlikte, bunun hakkında çok az bir bilgiye sahibiz. Adalar İstanbul kuşatması sırasında Gelibolu’lu balıkçı reisi Baltaoğlu Süleyman Bey tarafından 17 Nisan 1453’te fethedilmiştir. 1854  yılında kurulan İstanbul Şehremaneti’ne bağlı 7. Daire-i Belediye olarak 1861 tarihinde belediye şubesi, 1867 tarihli Vilayet Nizamnamesi ile İstanbul’un bir ilçesi konumuna gelmiştir (Adalar Kaymakamlığı).

Adaların, gerek uygun iklim koşulları ve gerekse doğal güzellikleri kendisini birer cazibe merkezi konumuna getirmiştir. Başta İstanbul’un anakarasından olmak üzere çevre illerden hatta farklı ülkelerden de ziyaretçi akınına uğrayan adaların, yaz aylarında nüfusu oldukça artmaktadır. Özellikle Nisan ve Ekim ayları arasında yoğun turist ve ziyaretçi akınına uğramaktadır. Bu duruma rağmen doğası nispeten korunmuş olup sahip olduğu yüzölçümünün büyük çoğunluğu sit alanını oluşturmaktadır (Özcan ve Garipağaoğlu, 2015;173)

İstanbul Adalarında nüfus ve yerleşim alanları Büyükada, Heybeli Ada, Burgaz Ada, Kınalı Ada ve Sedef Adası’nda toplanmıştır. Ayrıca yerleşim alanları coğrafi faktörlerin etkisiyle adaların kuzey kesiminde yoğunlaşmıştır (Görsel 2 ve Görsel 6). Ancak adalarda yerleşim alanları oldukça dar olup yoğun nüfuslanan zamanlarda yerleşim alanlarında mekân baskısı oluşmaktadır. Bunun yanı sıra adalardaki yerleşik nüfus az olmasına rağmen çalışmak için gelen ve turizm nedeniyle gelen nüfusun da yoğun olması, mekân baskısı sorununu daha da arttırmaktadır (Özcan vd., 2015;184).

Görsel 2. İstanbul Adalarında nüfusun dağılışı ve yoğunluğu (Özcan vd. 2015;184).

Bugün İstanbul’un nüfusu yıldan yıla hızlı bir şekilde artmaktadır. Şüphesiz bu durumun nedenlerinin başında ekonomik açıdan sahip olduğu imkanlar gelmektedir. İstanbul’un ilçeleri arasında 16.690 kişi ile (2022) nüfusu en az ilçe Adalar ilçesidir (TUİK, 2022). Ancak bu sayı adrese kayıtlı nüfusu ifade eden diğer bir ifadeyle kalıcı yerleşim yerlerinin sayısıdır. Yukarıda bahsedilen, Nisan ve Ekim aylarında adaya yapılan günübirlik ve yazlıkçıların ziyaretleriyle adaların nüfusu neredeyse üç katına çıkabilmektedir.  

Adaların Jeolojik – Tektonik Özelliklerine Genel Bir Bakış

Kuzey Anadolu Fayı 12 milyon yıl önce Anadolu’nun kuzeyini doğudan batıya kırarak Marmara’ya doğru gelmeye başlamış ve 2 milyon yıl önce de Marmara Bölgesi’ni oluşan yeni yan kollarıyla sarmalamış ve bölgeyi yapısal düzeyde şekillendirmeye başlamıştır. Kuzey Anadolu Fayı’nın oluşturduğu bu coğrafi değişim ve buzul çağı da sona ermiş ve ardından denizlerin su seviyesi yükselerek Marmara Denizi’ni ortaya çıkarmıştır. 130 bin yıl önce buzul çağının sonunda Karadeniz’den gelen su Marmara çukurunu doldurmuş ve bugünkü Marmara Denizi son haline gelmiştir. Günümüzde İstanbul başta olmak üzere Marmara Bölgesi ticaret, eğitim, turizm, kültürel faktörler gibi nedenlerle bir cazibe merkezi olmuştur. Günümüzde ise 16 milyondan fazla insan sadece İstanbul’da, 20 milyon civarındaki insan ise Marmara Bölgesi2nde yaşamaktadır. Kuzey Anadolu Fayı Adapazarı’nın batısında 3 ana kola ayrılarak yan kollarıyla birlikte yoğun nüfuslu Marmara Bölgesini bir pençe gibi sarmalamıştır (Şekil 1). Bu kolların en aktif olanı Kuzey Marmara Fayı, İstanbul’un hemen güneyine doğu-batı doğrultusunda yerleşmiş, yarattığı çek-ayır hareketi ile deniz tabanında derinlikleri 1.100 metreye varan üç tane çukur oluşturmuştur (Görsel 3). Kuzey Marmara Fayı yılda 2-3 santimetrelik bir kayma hızı ile yanal yönde hareket etmekte, yüzbinlerce yıldır her büyüklükte deprem yaratmayı sürdürmektedir. Kuzey Marmara Fayı Yassıada ve Sivriada’ya 3 km, diğer adalarımıza 8 km uzaklıktadır. Bu nedenle adalarımız, kırılacak bu fayın yaratacağı depremin sarsıntılarını ilk olarak algılayan konumda bulunmaktadır (Eyidoğan, 2019;2).

Görsel 3. Kuzey Anadolu Fayı Sakarya’nın batısında 3 ana kola ayrılarak Marmara Bölgesi’ne yerleşmektedir. Şekildeki fay hatları türleri ve özelliklerine göre renklendirilmiştir. CI: Çınarcık çukuru CE: Merkez Havza çukuru, TE: Tekirdağ Havzası çukuru (1, 2) (Eyidoğan, 2019;2).

Marmara Denizi ve çevresi yerbilimciler (jeoloji, jeofizik, jeomorfoloji) tarafından yıllarca ilgiyle araştırılarak bugün dünyanın en iyi bilinen bir iç denizi olmuştur. Bölgenin milyonlarca yıllık süren jeolojik evrimi incelenerek depreme neden olan faylar titizlikle haritalanmıştır. Bunun sonucunda ise depremlerin fiziksel özellikleri belirlenerek Marmara Bölgesi’ndeki yerleşmelerdeki deprem hasar ve kayıplar raporlaştırılmıştır. Bu çalışmalar 17 Ağustos 1999 Gölcük depremi sonrası daha da ivme kazanmıştır. Başta Kuzey Marmara Fayı olmak üzere Marmara Denizi tabanını kıran tehlike yaratacak fayları yeniden haritalanmış ve tehlike düzeyleri belirlenmiş ve olası depremler için kayıp senaryoları üretilmiştir (Görsel 4) (Eyidoğan, 2019;3).

Görsel 4. İstanbul’da meydana gelebilecek deprem senaryosuna göre en fazla ağır hasar oluşacak ilk 10 ilçe (Eyidoğan, 2019; 4).

Yukarıdaki çizelgeye bakıldığında Adaların bulunduğu bina sayısına ve nüfusuna oranla en fazla kaybı yaşayacağı görülmektedir. Bu durum Adalar gibi zengin doğal, tarihi ve kültürel coğrafi unsurları barındıran bir yerleşim yeri için acilen gerekli önlemlerin alınmasını zorunlu kılmaktadır. Adalar için diğer bir tehlike ise depremlerin neden olacağı ve kıyılarımızı olumsuz yönde etkilemesi muhtemel olan tsunamidir.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Deprem ve Zemin İnceleme Müdürlüğü ve Japonya ortaklığıyla “İstanbul Kıyılarını Etkileyebilecek Tsunamiler için Benzetim ve Hasar Görebilirlik Analizi” projesi yapılmıştır. Projeden elde edilen bulgulara göre, Marmara Denizi tabanında oluşacak büyük bir depremin İstanbul kıyılarında oluşabilecek en büyük dalga tırmanma yüksekliği ortalama 5 m, tsunami dalgasının kıyılara erişme zamanı 5-10 dakika, kıyılarda tırmanma (baskın) mesafesi 150 metreye kadardır (Görsel 5) Depremin adalarımıza yakınlığı düşünülürse ilk ve en yüksek tsunami dalgaları Yassıada ve Sivriada’ya daha kısa sürede ulaşacaktır. Adaların kuzeye bakan kıyılarında tsunami tırmanma yükseklikleri daha düşük olacaktır. Adalarda yerleşim alanlarının büyük çoğunluğunun kuzey kesimlerini oluşturduğu göz önüne alındığında tsunaminin yerleşim alanlarındaki yıkıcı etkinin azalacağı düşünülmektedir (Görsel 6). Tsunaminin İstanbul ve Adalar kıyılarında etki edeceği bölgeler; sığ deniz alanları, liman ve tekne barınakları, ırmak ve dere ağızları, denizden yüksekliğe göre değişmek üzere kıyıdan 100-150 metre uzaktaki kara alanlarıdır. Tsunami oluşması durumunda, Marmara denizinde etkili olma süresi 90-120 dakika olacaktır. (Eyidoğan, 2017; 4).

Görsel 5. İstanbul kıyılarını etkileyebilecek tsunamiler için Benzetim ve Hasar Görebilirlik Analizi projesinde Adalar ve çevresi için hesaplanan tsunami tırmanma yükseklikleri (Eyidoğan, 2017; 5).    

 

 Görsel 6. Prens Adaları’nın uydu görüntüsü. Yerleşim yerlerinin çoğunlukla kuzey kıyılarında toplandığı bu görselde de görülmektedir (https://earthexplorer.usgs.gov/ )

 

Sonuç ve Öneriler

İstanbul’un ilçesi konumunda olan Adalar, Marmara Denizi’nde bulunup beklenen Marmara depremine en yakın konumda olan yerleşim yeridir. Doğal olarak olası bir depremde sarsıntılar ilk olarak burada hissedilecek olup şiddetinin de yüksek olacağı tahmin edilmektedir. Ancak jeolojik açıdan bakıldığında adaların büyük çoğunluğunun paleozoik yaşlı kayaçlardan oluşması ve aynı zamanda masif araziler barındırması adaların depremsellik açıdan güvenli olduğunu düşündürebilir (Görsel 7). Ancak geçmişten günümüze yerleşim yeri olarak seçilen arazilerin kuvaterner yaşlı olup alüvyon (çakıl, kum, kil) formasyonlu istiflerle kaplıdır (Görsel 8). Ayrıca bugün yapılan yapıların birçoğu denizin doldurulmasıyla oluşturulan yapay dolgu alanları üzerinde bulunmaktadır.

Görsel 7. İnceleme Sahasının Jeolojik Zaman Haritası (Telli,2010).

Görsel 8. İnceleme sahasının Jeoloji (Formasyon, Alt Devir, Litoloji) Haritası (Telli, 2010).

Bundan dolayı yerleşim yeri olarak seçilen alanların, depremin yarattığı sarsıntıdan oldukça fazla etkileneceği düşünülmektedir. Marmara Denizi’ndeki faylar adalara oldukça yakın bir konumdadır. Buna ek olarak ada yerleşim yeri olmasından dolayı depremin tetikleyeceği tsunami afetinden ciddi bir şekilde etkilenme ihtimali yüksektir. Adalar, yılın büyük bir kısmı insan hareketliliğinin fazla olduğu bir ilçedir. Konumu itibariyle deprem, tsunami ve yangın gibi afetlere karşı her yerden daha fazla önlem alınarak korunması gerekmektedir.

  • Başta merkezi otorite olmak üzere İstanbul Valili, Büyükşehir Belediyesi ve Kaymakamlığı gibi yerel yönetimlerce de konuya müdahil olması gerekmektedir.
  • Gerek insan hayatı gerekse sahip olduğu doğal ve beşeri güzelliklerinden dolayı adalar, korunması gereken önemli sit alanlarının başında gelmektedir.
  • Adada bulunan tüm yapılar elden geçirilerek depreme karşı dayanaklılıkları test edilmelidir. Hasarlı olanlar kontrollü bir şekilde yıkılıp güvenliği sağlanmalı. Güçlendirme imkanları olanlar güçlendirilmeli. Bu süreçte vatandaşlar mağdur edilmeden geçici konut sağlanmalıdır.
  • Toplanma alanlarının uygunluğu kontrol edilmeli ve bu alanlara çıkan yolların açık ve erişime uygunluğuna dikkat edilmelidir.
  • Ada halkının özellikle deprem, tsunami ve yangın gibi afetlere karşı bilgi ve bilinç düzeyleri güncellenerek arttırılmalıdır. Bu konuda ilgi çekici, uyarıcı etki yaratan ve anlaşılır bir şekilde afiş ve levhalar adaların belirli noktalarına yerleştirilmelidir.
  • Afet zamanlarında vatandaşlar için yeterince sağlık ve güvenlik kurumları ile bu kurumların ilgili personelleri temin temin edilmeli.
  • Afet sonrası kullanılmak üzere gerekli ekipmanlar oluşturulmalı.
  • Deprem sonrasında beklenen tsunamilere karşı kıyı alanlarındaki yerleşim yerlerinin planlanması bu durum dikkat edilerek yapılmalı. Tsunamilerin kıyıyı etkileme tehlikesine karşın erken uyarı sistemlerinden yararlanılmalıdır.
  • Bugün adaların %50’sinden biraz daha fazlası ormanlarla kaplıdır. Dolayısıyla deprem sonrası oluşabilecek yangınlar adalar açısından ayrı bir afet boyutu yaratabilmektedir. Bu nedenle deprem sonrası ya da normal zamanlarda da oluşabilecek yangınlara müdahale için gerekli araç ve personel sağlanmalıdır.

KAYNAKÇA

  • Garipağaoğlu, N, ve Özcan, S., İstanbul Adaları’nda Beşeri Ortam Koşullarına Ait Sorunlar ve Yönetimi’’, Marmara Coğrafya Dergisi, s.171-195, İstanbul, 2015.
  • Eyidoğan, H., ‘’Prens Adalaları’nın Üç Afetinden Biri: Deprem’’, Adalı Dergisi, Sayı:170, İstanbul, 2019.
  • Eyidoğan, H., ‘’Tsunami ve Prens Adalarımız’’, Adalı Dergisi, Sayı:147, İstanbul, 2017.
  • Eyidoğan, H., ‘’Marmara Bölgesinin ve İstanbul Kentinin Deprem Tehlikesi Üzerine Bir Derleme’’, TMMOB Afet Sempozyumu, s.15-29, 2006.
  • Prens Adalarının Uydu Görüntüsü ( https://earthexplorer.usgs.gov/ ) (Son erişim. 02.03.2023)
  • Prens Adalarının Yerleşim Tarihi (http://adalar.gov.tr/tarihi#:~:text=Bat%C4%B1%20kaynaklar%C4%B1nda%20Prens%20Adalar%C4%B1%20olarak,17%20Nisan%201453’te%20fethedilmi%C5%9Ftir. (Son erişim. 02.03.2023)
  • TÜRKİYE İSTATİSTİK KURUMU, Nüfus İstatistik Verileri, (Çevrimiçi) http://www.tuik.gov.tr adresinden alındı, 2022.
  • Tüysüz, O., İstanbul İçin Deprem Senaryolarının Hazırlanmasında Coğrafi Bilgi Sistemlerinin Kullanımı’’, Kuvaterner Çalıştayı IV, s.164-173, İstanbul,2003.
  • Yılmaz, H.E, Akyüz, H.S ve Zabcı, C., ‘’Prens Adaları’nın (İstanbul) Jeolojisi ve Olası İstanbul Depremi Senaryolarında Şiddet Modellemesi’’, Jeoloji Kurultayı, s. 30-31, Ankara, 2012.

1 İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Öğrencisi

Kutuplar, Manyetosfer ve Uzay Havası

 

KUTUPLAR, MANYETOSFER VE UZAY HAVASI

Ahmet AYDOĞMUŞ [1]     

Dünyanın Manyetik Alanı

Dünyanın sıvı dış çekirdeği manyetik alan oluşumunda etkendir.  Sıvı madde içinde oluşan konveksiyonel akımlar ve  Dünyanın eksen hareketi nedeniyle oluşan çalkantı, elektrik akımı üretir (1).  Dış çekirdeğin alt ve üst yarısında zıt yönlü akıntı halkaları oluşur.  Akıntı halkalarınca taşınan iletken sıvı demir elektrik akımına neden olur (2).

Dünya manyetik alanının tamamına yakını sıvı dış çekirdekten kaynaklanan  elektrik akımı üretir, bu etki jeodinamo olarak adlandırılmaktadır. Jeodinamonun oluşturduğu manyetik alan kuzey ve güney olmak üzere iki  kutupludur. Kutupların yerleri uydulardan ve yerde yapılan gözlemlerle belirlenmektedir (3).

Dünyanın manto katmanından yükselen magma yeryüzüne çıktığında veya yer kabuğu içinde 700°C’ye kadar soğuduğunda demir bakımından zengin mineraller manyetik kuzeyi gösteren yönde katılaşır. Katılaşan magmatik kayaçlarda fosil manyetik kayıtlar oluşur. Kayaçların yaşı radyometrik olarak tarihlendirildiğinde  geçmişte var olmuş manyetik kuzey yönü tespit edilir. Geçmişten günümüze manyetik alan yönündeki sapmalardan ayrı olarak manyetik alan değerlerinde de değişimler görülmüştür. Son 200 yılda dünya manyetik alanı küresel ortalama değerden % 9 kadar azalmıştır (3). Manyetik alan değerleri yeryüzünün farklı kesimlerinde de farklılık gösterebilmektedir. Bilinen zayıf manyetik alan Güney Atlantik Anomalisi olarak adlandırılıyor. Afrika ve Güney Amerika arasındaki bu alan, belirlendiği 1950’lerden günümüze  % 6 kadar değer kaybetmiştir. Bunun nedeni tam belirlenemese de sıvı dış çekirdekten kaynaklanmış olabileceği düşünülmektedir (5). Avrupa Uzay Ajansı’nın fırlattığı uydular ve başka veriler ışığında bu anomalinin nedeni araştırılmaktadır. Manyetik alan, uyum sağlamış insan  için risk oluşturmasa da zayıflamış manyetosferi geçerek yeryüzüne kadar ulaşan iyonlaştırıcı radyasyonun neden olacağı sağlık riskleri söz konusu olabilmektedir. 

Görsel 1. Dünyanın Manyetik Alan Çizgileri
(https://scied.ucar.edu/learning-zone/sun-space-weather/earth-magnetosphere)

Yeryüzü manyetik alanının görünmez çizgileri, güney kutuptan çıkan ve kuzey kutba giden sürekli kapalı döngü halindedir. Birçok canlı türü, göçlerini manyetik alan çizgilerine uyarak gerçekleştirmektedir.  

Coğrafȋ ve Manyetik Kutup Noktaları

Yerküre dönme ekseninin yüzeydeki izi coğrafȋ kutupları oluşturur. Coğrafi kuzey kutup noktasının çok düşük değerde de olsa gezindiği belirlenmiştir. Gözlemler başladığından günümüze, Kuzey Amerika yönüne 12 metre kaymıştır. Bunun nedeni olarak da sıvı dış çekirdeğin içindeki  ve yeryüzündeki sularının hareketi gösterilmektedir. Yılda 17cm’den az olan bu kayma küresel  navigasyon  sistemlerinde dikkate alınması gereken bir olaydır (3).

Görsel 2. Coğrafȋ ve Manyetik Kutuplar
(https://www.geologyin.com/2017/06/earths-magnetic-field-is-about-to-flip.html)

Manyetik kutup noktaları daha hızlı kaymaktadır. Coğrafȋ ve manyetik kutuplar arasında 11.5 derecelik fark vardır (7).  Manyetik kuzey kutup noktasının yerini 1830’larda James Clark Ross keşfetmiştir. Yatay pusula yönünü takip ederek ibrenin dikey olarak yere yöneldiği nokta manyetik kutup noktası olarak tespit edilmiştir. 1831 yılından 2021 yılına kadar geçen sürede kuzey-kuzeybatı yönüne 1100 km kadar ilerlemiştir ve ilerleme devam etmektedir.  İlk belirlendiği zaman Kanada sınırları içinde iken 2018 yılında Tarih Değiştirme Çizgisini aşarak doğu yarımküreye geçmiştir (6). Güncel kuzey kutup noktasının 2020 yılındaki konumu bir hesaplama yöntemine göre 86.5 derece kuzey enlemi ve 164.04 derece doğu boylamında bulunmaktadır (4).

Manyetosfer

Dünya manyetik alanının oluşturduğu dünyayı çevreleyen uzay bölgesine manyetosfer denir. Canlılar için yaşanabilir ortama neden olan kuyruklu yıldız şeklinde koca bir balondur. Güneş rüzgârları nedeniyle manyetosferin güneşe bakan tarafı sıkışmaya neden olur.  Güneşe bakan gündüz   tarafında 6-10 Dünya yarıçapı kadar uzanan manyetosfer güneşe bakmayan gece tarafında 60 Dünya yarıçapı kadar, Ay yörüngesine dokunacak şekilde uzayan kuyruklu yıldız benzeri görüntü oluşturur (20).

Görsel 3. Dünyanın Manyetosferi
(https://www.physics.uu.se/research/astronomy-and-space-physics/research/planets/magnetospheres/)

Güneşten gelen enerji yüklü parçacıkların bir kısmı Dünya manyetik alan çizgilerini takip ederek kutuplar çevresine ulaşır bir kısmı da manyetosferin etrafından dolaştırılarak uzaklaştırılır. Kutuplar çevresinin yükseklerinde atmosfer gazlarıyla etkileşime girerek ışımaya neden olurlar. Oluşan ışıma Kuzey Kutup çevresinde aurora borealis-kuzey ışıkları, Güney Kutup çevresinde de Aurora australis-güney ışıkları olarak adlandırılırlar (7).  Güneşten çıkan yüksek enerjili parçacıklar manyetosfer tarafından engellenerek Van Allen Kuşaklarında dünyaya uzak bir alanda tutulur (3). Halka biçimli bu kuşağın iç bölgesi yerden 3 bin kilometre yukarıda, dış bölgeleri ise 15-20 bin kilometre kadar yukarıda yer almaktadır (8).

Manyetik Tersinme

Dünyanın jeodinamosu dört milyar yıldır çalışıyor (7). Dünyanın geçmişinde kutuplar birçok kez tersinmiş, kutupların yer değiştirmesi düzensiz zaman aralıklarında gerçekleşmiş ve tersinmeler arası çok uzun zaman alabilmiştir. Son tersinmenin günümüzden yaklaşık 780 bin yıl önce Brunhes-Matuyama’da gerçekleştiği belirleniyor (6). Dünya manyetosferini etkileyen en önemli olay kutupların tersinmesidir. Bu olayda Dünyanın kuzey ve güney kutupları yer değiştiriyor. Paleomanyetik kayıtlar  manyetik kutuplarının  son 83 milyon yılda 183 kez, son 160 milyon yılda en az birkaç yüz kez tersine döndüğünü gösteriyor (3).

Kutup tersinmelerinden farklı olarak jeomanyetik gezinmeler (geomagnetic excursions) de görülmüştür. Birkaç yüzyıldan birkaç on bin yıla kadar olan sürede kutup noktaları yerlerinden uzaklaşmış tekrar eski yerlerine dönmüşlerdir (3). Karadeniz’in güneydoğusundan alınan tortulardan elde edilen paleomanyetik kayıtlara göre yaklaşık 68.9 bin yıl ile 14.5 bin yıl aralığında kutup gezinmeleri belirlenir. Bunlar Norveç-Grönland Denizi,  Laschamps ve Mono Gölü gezinmeleri olarak adlandırılmışlardır (19).

Jeomanyetik Fırtına

Güneşten gezegenler arası ortama madde fırlatılmaktadır. Buna “koronal kütle atımı- coronal mass ejections” denilmektedir. Dünyaya yönelen yüklü parçacıklar manyetik alanımızı etkiler ve iyonosferde bozulmalara neden olur (14). Güneşten gelen parçacıklar ve beraberindeki manyetik etki dünyaya ulaşır (11).  Dünyaya ulaşma zamanı için uzay hava tahminleri yapılmaktadır.

Görsel 4. Koronal Kütle Atımı
(https://www.nasa.gov/content/goddard/what-is-a-coronal-mass-ejection/)

Güneş, çevresine plazma olarak ifade edilen proton ve elektronlar fırlatır. Buna güneş rüzgârları denilmektedir. Güneşteki farklı bölgeler farklı hız ve yoğunlukta rüzgâr üretir. Hızları ortalama değer olarak 500-800 kilometre /saniyedir. Güneş ışınları 8.5 dakika kadar sürede Dünyaya ulaşırken güneş rüzgârları 1- 4 gün kadar sürede ulaşmaktadır. Yüksek hızlı rüzgârlar jeomanyetik fırtınaya neden olurken düşük hızlı rüzgârlar sakin uzay havasına neden olmaktadır. Dünya için olumsuz sonuçlara neden olabilecek güneş rüzgârları ve uzay hava durumu sürekli izlenmektedir (18).

Uzay Havası

Uzay fiziği ve astronominin bir dalı olan uzay havası (space weather)  Dünyanın karasal havasından farklı bir kavramdır. İlk kez 1950’lerde kullanılan bu terim 1990’lı yıllarda yaygın olarak kullanılmaya başlandı (13).  Uzay havasının bileşenleri elektromanyetik enerji ve manyetik alandır. Uzay havasının renkli etkisi auroralar ise de teknoloji ve iletişim sistemleri de uzay havasından olumsuz etkilenir.  Olumsuz sonuçlar 11 yıllık güneş döngüsü süresi içerisinde her hangi bir zamanda yaşanabilir (14). Güneş aktivitesinin yoğun olduğu zamanlarda yoğun enerjili parçacıklar nedeniyle Dünya çevresindeki uydu sistemleri zarar görebilir, uydular bulundukları konumdan sürüklenebilir, GPS (uydu navigasyon sistemi) hataları yaşanabilir, yeryüzündeki elektronik haberleşme sistemlerinde sorunlar yaşanabilir (10).

Uzay havasını etkileri yerden 500-600 kilometre yüksekliğe kadar hissedilmektedir. Bu etkiler madencilik alanında aksamalara, göçmen kuşların yön bulma duyularında bozulmalara, iletişim araçlarında aksamalara, tren sinyalizasyonu ve uçak elektronik sistemlerinde sorunlar görülebilmektedir. Uzay havası uydular ve uydulardaki astronotlar için de risk taşımaktadır. 1999 Marmara depreminde ve başka deprem örneklerinde yerden 200-250 kilometre gibi yüksekliktekteki iyonosferde depremden 7-10 gün önce olağan dışı iniş-çıkışlar görülmüştür (15). Bu konu bilim insanların ilgi alanına girmiş görünmektedir.

Şiddetli uzay havası olaylarında elektrik hatlarında kesintiler, telsiz haberleşmelerinde bozulmalar, hava ve deniz taşımacılığında, kara ve demiryolu taşımacılığında sorunlar yaşanabilmektedir (14). Yüksek enerjili parçacıklar ve radyasyon atmosfer gazlarıyla etkileşime girerek atmosferin ısınıp  genleşmesi sonucu uyduların yörüngelerinden sapmaya neden olabilmektedir (16).  Şubat 2022’de bir firmanın haberleşme amaçlı fırlattığı 49 küçük uydunun 40 tanesi manyetik fırtına kaynaklı sorun nedeniyle yanarak devre dışı kaldı (17). Uyduların yörüngelerindeki sapma nedeniyle yılda birkaç kez  ayarlama yapılırken güneş etkinliği süresince 2-3 haftada bir ayarlama yapılmaktadır.

Uzay Havası Sorunlarından Örnekler

Ekim 1935, radyo yayınlarında yaşanan aksaklıklara Güneş patlamasının neden olduğu belirlendi. Mart 1940, kuzeydoğu Amerika’da enerji nakil hatlarındaki sorunlar Güneş patlamasıyla ilgili olarak görülmüştür. Eylül 1941, ABD Washington DC’de pusula yönünde  sapma ve telsiz haberleşmesinde sorunlar yaşanmıştır. Şubat1958, Kanada Toronto’da elektrik şebekesi devre dışı kalmıştır. Ağustos 1972, Kuzey yarımkürede elektrik hatları etkilendi. Mart 1989, Kanada Quebec elektrik kesintisi, Eylül 1989, bir Concorde uçağı güneş fırtınası sonucu radyasyon uyarısı verdi, Ocak 1994, Kanada haberleşme uydusu 5 ay süresince devre dışı kaldı. Temmuz 1998, Mars araştırmaları için tasarlanan Nozomi uzay aracı sorun nedeniyle Mars’a ulaşamadı. Ekim-Kasım 2003, güçlü bir manyetik fırtına sonucu yörüngedeki uydulardan bazıları kaybedildi (15).

Yararlanılan Kaynaklar:

  1. Akoğlu, Alp., Manyetik Tersinme, Bilim ve Teknik Dergisi, Haziran 2004, sayı 439, s.34.
  2. Altın, Vural., Dünyanın İç Yapısı, Bilim ve Teknoloji, Temmuz 2005, sayı 452, s. 93.
  3. Buis, Alan., NASA’s Jet Propulsion Laboratory,https://climate.nasa.gov/news/3105/earths-magnetosphere-protecting-our-planet-from-harmful-space-energy/
  4. Dünyanın çekirdeği nasıl bir manyetik alan oluşturur,https://www.usgs.gov/faqs/how-does-earths-core-generate-magnetic-field,
  5. Jonathan, O’Callaghan., 2018,Dünyanın manyetik kutupları dönmeye başlayabilir, https://ec.europa.eu/research-and-innovation/en/horizon-magazine/earths-magnetic-poles-could-start-flip-what-happens-then
  6. Ocak, Mahir., Manyetik Kutupların Geleceği, Bilim ve Teknik Dergisi, Haziran 2021, sayı 643. S. 54.
  7. Tank, Sabri Bülent.,Söyleşi, https://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/manyetik-kutuplar-artik-daha-hizli-yer-degistiriyor.
  8. https://www.britannica.com/science/Van-Allen-radiation-belt
  9. https://www.nasa.gov/topics/earth/features/2012-poleReversal.html
  10. Soydugan, Faruk., Aktif Güneşli Günler, Bilim ve Teknik Dergisi, Eylül 2022, sayı 658, s.84.
  11. https://astronomi.boun.edu.tr/gunes-dunya-ya-etkileri
  12. https://www.usgs.gov/faqs/how-does-earths-core-generate-magnetic-field
  13. https://tr.wikipedia.org/wiki/Uzay_havas%C4%B1
  14. https://www.metoffice.gov.uk/weather/specialist-forecasts/space-weather
  15. Tulunay, Yurdanur.,ODTÜ Havacılık ve Uzay Mühendisliği, https://e-dergi.tubitak.gov.tr/edergi/yazi.pdf;jsessionid=xLJPFpJHFcEIaSgRZxSZmq82?dergiKodu=4&cilt=42&sayi=642&sayfa=24&yaziid=28310
  16. https://www.nasa.gov/feature/goddard/2020/solar-superstorms-past-help-nasa-scientists-understand-risks-for-satellites-orbital-drag
  17. Ocak, Mahir., Starlink Uyduları Jeomanyetik Fırtınaya Kapıldı, Bilim ve Teknik Dergisi,Mayıs 2022, sayı 654, s.8.
  18. https://www.swpc.noaa.gov/phenomena/solar-wind 
  19. https://doi.org/10.1029/2019JB019225
  20. https://science.nasa.gov/heliophysics/focus-areas/magnetosphere-ionosphere
  21. https://en.wikipedia.org/wiki/Space_weather
  22. https://en.wikipedia.org/wiki/Interplanetary_magnetic_field
  23. https://www.nasa.gov/mission_pages/sunearth/spaceweather/index.html#q3

[1] Emekli Coğrafya Öğretmeni