CED 2019 Kış Faaliyet Raporu

 

CED 2019 KIŞ FAALİYET RAPORU

 

A. COĞRAFYA ÖĞRETMENLERİ ÇALIŞTAYLARI

İSTANBUL COĞRAFYA ÖĞRETMENLERİ ÇALIŞTAYI (28 Aralık 2019)

Koç Okulu ve Coğrafya Eğitimi Derneği (CED) iş birliğiyle 28 Aralık 2019/Cumartesi günü “İstanbul Coğrafya Öğretmenleri Çalıştayı” gerçekleştirilmiştir.

 
B. ULUSLARARASI YER BİLİMLERİ OLİMPİYATI (IESO) TÜRKİYE ULUSAL TAKIM SEÇMELERİ (15 ŞUBAT 2020)

16 – 26 Ağustos  2020 tarih aralığında Tyumen – RUSYA‘da gerçekleştirilecek 14. Uluslararası Yer Bilimleri Olimpiyatı’nda Türkiye’yi temsil edecek ulusal takım seçmeleri Coğrafya Eğitimi Derneği (CED) tarafından altı farklı şehirde eş zamanlı olarak gerçekleştirilmiştir. Sınava ev sahipliği yapan tüm eğitim kurumlarına şükranlarımızı sunarız. Sürece katılan bütün öğrencilere ilgilerinden dolayı teşekkür eder; dereceye girerek olimpiyata katılmaya hak kazanan öğrencileri tebrik ederiz.

C. MEB ÖĞRETMEN YETİŞTİRME VE GELİŞTİRME GENEL MÜDÜRLÜĞÜ İŞBİRLİĞİNDEKİ ÇALIŞMALAR 
  1. 07 OCAK 2020 TARİHLİ TOPLANTI

MEB Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürü Sayın Doç. Dr. Adnan BOYACI başkanlığında; Mesleki Gelişimi İzleme ve Destekleme Başkanı Sayın Sibel AKBIYIK, Coğrafya Eğitimi Derneği (CED) başkanı Çağdaş YÜKSEL, Türk Coğrafya Kurumu Derneği (TCK) başkanı Doç. Dr. Topçu Ahmet ERTEK ve Jeomorfoloji Derneği (JD) başkanı Prof. Dr. Hüseyin TUROĞLU’nun katılımları ile gerçekleştirilen Ankara’daki toplantıda coğrafya biliminin ve eğitiminin günümüzdeki sorunları ve bu sorunlara ilişkin çözüm önerileri üzerine paylaşımlarda bulunulmuş ve camiamız adına umut vadeden planlamaların altına imza atılmıştır.

İlk etapta MEB&TÜBA işbirliğinde yürütülmekte olan ve 7.si Mersin’de 27-31 Ocak 2020 tarihlerinde gerçekleştirilen  “Uygulamalı Bilim Eğitimi Kursu” programına Coğrafya branşının da dahil  edilmesi için adımlar atılmış ve aynı gün içerisinde beklenen haber resmi yazıyla duyurulmuştur. 

Buna ek olarak Coğrafya Öğretmenleri Meslekî Gelişim Programı (MGP) hazırlanması ve belirlenecek içeriğe ilişkin bir kitap yazılmasıyla birlikte eğitici eğitimlerinin gerçekleştirilmesi karara bağlanmıştır.

 
2. 17 OCAK 2020 TARİHLİ TOPLANTI

Bir önceki toplantıda alınan karar doğrultusunda 5 coğrafya akademisyeni ve 5 coğrafya öğretmeninden oluşan toplam 10 kişilik ekip liderlerinin yer aldığı  Ankara’daki bu toplantıda Meslekî Gelişim Programı içeriğinin hazırlık çalışmalarına başlanmış ve bu içeriğe bağlı kalınarak yazılacak temel seviye kitabı yazarlarının isimleri belirlenmiştir. 

 

3. 24 OCAK 2020 TARİHLİ ÇALIŞTAY

Bir önceki toplantıda isimleri belirlenerek davet edilen kitap yazarları ile bir araya gelinmiş; Coğrafya Öğretmenleri için Meslekî Gelişim Programı ve ilgili kitabın detayları üzerine Ankara’da tüm gün süren bir  çalıştay gerçekleştirilmiştir.

 

4.  24-28 ŞUBAT 2020 HAFTASI COĞRAFYA MGP KİTABI YAZARLAR KAMPI

Geride bırakılan bir aylık periyotta dijital platformlar üzerinden iletişimde ve paylaşımda bulunan yazar ekibi, kitap içeriğinin son halini birlikte verebilmek  adına 24-28 Şubat 2020 tarihleri arasında Ankara’da bir araya gelmiştir. 

 

Deprem Okuryazarlığı

 

DEPREM OKURYAZARLIĞI

Dr. Ufuk SÖZCÜ [1]

Oluşum nedenlerine göre depremlerin tektonik, volkanik ve çöküntü depremler olarak üç türü bulunmaktadır. Bunlar arasında en fazla etki alanına sahip olanı tektonik depremler olduğu için bu yazıda tektonik depremlere odaklanılmıştır. Depremler insanları ve yaşam alanlarını olumsuz yönde etkileyen doğal olaylardır. Bu haliyle doğal tehlike olarak nitelendirilebilen depremler bir insan yerleşmesi üzerinde meydana gelerek can ve mal kayıplarına neden olursa afet haline dönüşebilmektedir. Açıkçası depremin afet haline dönüşmesinde olayın kendisinden ziyade aniden ortaya çıkardığı sonuç etkili olmaktadır.

Depremler mantodaki konveksiyonel akımların etkisiyle litosferde bulunan plakaların hareketleri sonucu oluşan enerji boşalımı şeklinde tanımlanabilir. Depremler litosferin zayıf noktalarında, levha sınırlarında ve doğal olarak fay hatlarında yaygın olarak gerçekleşir. Türkiye jeolojik yaşı ve oluşum koşulları gereği depremlerin sıkça yaşandığı bir arazi üzerinde yer almaktadır.  Şekil 1 Türkiye’deki diri fay hatlarının dağılışını göstermektedir.

Şekil 1. Türkiye Diri Fay Haritası (5)

Şekil 1’deki haritada görüldüğü gibi Türkiye arazisinin çok büyük bir kısmı deprem riski altında bulunmaktadır. Türkiye’de üç ana fay hattı (DAF, KAF, BAF) ve bağlantılı fay hatları bulunmaktadır. Türkiye’de 1960-2014 periyodunda meydana gelen doğal afetlerin % 15.4’ünü depremler oluşturmaktadır (1). Eski dünya karalarının ortasında yer alan Akdeniz deprem kuşağında yer alan Türkiye arazisi yakın jeolojik geçmişte kırıklarla parçalanmış olup yerkabuğunun yapısal özelliklerine bağlı olarak farklı şiddet ve sıklıkta depremlere maruz kalmaktadır (2). AFAD verilerine göre Türkiye doğal afetler bakımından dünyada riskli ülkeler arasında yer almaktadır. Türkiye’de 1900-2017 yılları arasında 210 deprem (6.0 ve daha büyük) yaşanmıştır. Buna göre, en etkin deprem kuşaklarından birisi olan Akdeniz-Alp-Himalaya kuşağında bulunan Türkiye’de ortalama her 5 yılda bir geniş çapta can ve mal kaybına neden olan büyük deprem meydana gelmektedir. Bu depremlerde 86 bin 802 kişi hayatını kaybetti, 597 bin 865 konut ağır hasar görmüştür (3). En fazla can kaybına neden olan bazı depremler Tablo 1’de gösterilmektedir.

Deprem Yeri

Tarihi

Büyüklük

Ölü Sayısı

Hakkâri

1930

7.2

2514

Erzincan

1939

7.9

32962

Niksar-Erbaa

1942

7.0

3000

Hendek

1943

6.6

336

Tosya-Lâdik

1943

7.2

2824

Bolu- Gerede

1944

7.2

3959

Varto

1966

6.9

2394

Gediz

1970

7.2

1086

Bingöl

1971

6.7

878

Lice

1975

6.9

2385

Çaldıran

1976

7.2

3840

Erzurum

1983

6.8

1155

Erzincan

1992

6.8

653

Kocaeli

1999

7.4

17479

Düzce

1999

7.2

760

Erciş

2011

7.2

600

Tablo 1. Türkiye’de En Fazla Can Kaybına Neden Olan Depremler

 

Tablo 1 incelendiğinde Türkiye’de yılı ve yeri farklı olmak kaydıyla önemli sayıda can kaybı doğuran depremlerin yaşandığı görülmektedir. Depremin şiddeti üzerinde arazinin jeolojik yapısı, binaların direnç durumu, ülkelerin gelişmişlik düzeyi, bireylerin deprem bilinci gibi hem doğal hem de beşeri faktörler etkili olmaktadır (4).

Ortaya çıkan veriler neticesinde depremlerin can kaybının yanında ekonomik, sosyolojik ve psikolojik sorunlar doğurduğu da yadsınamaz bir gerçektir. Cumhuriyet tarihi boyunca 1930’dan bugüne binlerce insan depremler sonucu hayatını kaybederken, binalar, sanayi tesisleri köprü ve tüneller gibi pek çok alt ve üst yapı unsurları da zarar görmüştür. Şu anki teknoloji ile depremleri önceden tahmin etmek imkânsız görünmektedir. Ancak depremlerin zararlarını önleme, depreme hazırlık, müdahale ve iyileştirme çalışmaları yapılabilir (4). Bunun gerçekleşebilmesi de genç neslin eğitilmesi gerekmektedir. Deprem okuryazarı bireylerin yetiştirilmesi bu noktada önem arz etmektedir. Okuryazarlıkla ilgili geçmişten günümüze farklı tanımlamalar yapılmıştır. Farklı tanımlamaların yanı sıra okuryazarlık hakkındaki bakış açısında da önemli değişimler yaşanmıştır. Türk Dil Kurumu sözlüğünde okuması yazması olan, öğrenim görmüş kimse olarak tanımlanan okuryazarlık terimi günümüzde boyut ve kapsam değiştirmiş şekilde karşımıza çıkmaktadır.

Deprem okuryazarlığı bireyin depremin önlenmesi, depreme hazırlık ve müdahale ile deprem sonrası iyileştirme faaliyetleri bağlamında doğru kararlar vermesini ve kurallara uymasını sağlayacak bilgi, tutum ve davranışlara sahip olmasıdır. Deprem okuryazarlığı, deprem uzmanı olmaktan ziyade depreme ait temel bilgi, tutum ve davranışlara sahip olma anlamına gelmektedir. Üç boyutu olan deprem okuryazarlığının ilk boyutunu depremlere yönelik bilgi oluşturmaktadır. Bilgi boyutuna sahip olmak deprem okuryazarlığının temelini oluşturmakla birlikte bu bilginin ikinci boyut olan tutum boyutuna geçmesi önemlidir.

Bir konuya karşı istekli, arzulu olma anlamına gelen ve değişmesi zor olan tutumlar, deprem okuryazarlığının ikinci boyutunu oluşturmaktadır. Son ve en önemli boyut da davranış boyutudur. Birey sahip olduğu deprem bilgisini ve geliştirdiği tutumu davranışa dönüştürmesi gerekmektedir.

Modern afet yönetimi sistemi afet öncesi, sırası ve sonrasında doğru kararlar vererek süreci sağlıklı bir şekilde yürütmeyi içermektedir. Şekil 2’de modern afet yönetimi gösterilmektedir.

Şekil 2. Modern afet yönetimi (6)

Modern afet yönetimi risk ve kriz yönetimi olmak üzere iki ana aşamadan oluşmaktadır. Risk yönetimi zarar azaltma, önleme ile hazırlık; kriz yönetimi müdahale ve iyileştirme basamaklarından ibarettir. Modern afet yönetimi ile deprem okuryazarlığı arasında bağlantı kurarak aşağıdaki bir örnek verilebilir.

Deprem bilgisi:

Depreme ait bilgi (Depremin nasıl meydana geldiğini bilir. Örnek: Fay hatlarının geçtiği yerlerde riski fazladır.)

Önleme faaliyetlerine ait bilgi (Deprem meydana gelmeden önce alınması gereken tedbirleri bilir. Örnek: Tehlike avının nasıl yapılacağını bilir.)

Hazırlık faaliyetlerine ait bilgi (Deprem riskine karşı yapılması gerekenleri bilir. Örnek:  Deprem öncesinde evinde yapılması gerekenler konusunda bilgi sahibidir.)

Müdahale-katılım faaliyetlerine ait bilgi (Deprem sonrasında yapılması gerekenleri bilir. Örnek: Deprem sonrası hasarlı binalara girilmeyeceğini bilir.)

Depreme yönelik tutumu:

Önleme faaliyetlerine karşı tutum (Depremi önlemek için yapılması gerekenlerin farkındadır. Örnek: Dolgu arazilerde yapılan evleri satın almaya istekli olmaz.)

Hazırlık faaliyetlerine karşı tutum (Deprem riskine karşı yapılması gerekenleri önemser. Örnek:  Evini depreme karşı sigortalatmayı kendine iş edinir.)

Müdahale-katılım faaliyetlerine karşı tutum (Deprem sonrasında yapılması gerekenleri benimser. Örnek: Yetkililerin uyarılarını benimser.)

Depreme yönelik davranış:

Önleme faaliyetlerine karşı (Deprem riski için yapılması gerekenleri uygular. Örnek: Dolgu arazilerde yapılan evlerden satın almaz.)

Hazırlık faaliyetlerine karşı (Depreme hazır olmasını sağlayacak davranışlarda bulunur. Örnek:  Evinde devrilme riski olan eşyaları sabitler.)

Müdahale-katılım faaliyetlerine karşı (Deprem sonrasında yapılması gerekenleri uygular. Örnek: Deprem sonrası hasarlı binalara girmez.)

Deprem okuryazarlığı bireylerin bulundukları eğitim seviyesinden ya da sahip oldukları mesleklerden bağımsız olarak her bireyin sahip olması gereken bir okuryazarlıktır. Deprem okuryazarı bir müteahhit kadar deprem okuryazarı bir öğretmen veya üst düzey yöneticilerin bulunması çok önemlidir. Bu nedenle ‘Deprem ülkesi’ şeklinde nitelendirilen ülkemizde deprem okuryazarlığı konusunun gündemde tutulmasının faydalı olacağı kanaatindeyiz.

YARARLANILAN ve ÖNERİLEN KAYNAKLAR 

  1. Koç, G. ve Thieken, A. H., ‘Societal and economic impacts of flood hazards in Turkey–An Overview’. In E3S Web of Conferences (Vol. 7, p. 05012). EDP Sciences, 2016.
  2. Erinç, S. ‘Jeomorfoloji I ‘ (Güncelleştirenler: Ertek, A. ve Güneysu, C.) Güncelleştirilmiş 5. Basım. İstanbul: Der Yayınları, 2000.
  3. AFAD. ‘Türkiye’de afet yönetimi ve doğa kaynaklı afet istatistikleri. 17.08.2019 tarihinde https://www.afad.gov.tr adresinden erişilmiştir.
  4. Sözcü, U. Doğal afetler ve doğal afet okuryazarlığı. Pegem Akademi: Ankara, 2019.MTA. Türkiye diri fay haritası. 10.05.2018 tarihinde https://www.jmo.org.tr/resimler/ ekler/aac58e46db1fcb2_ek.jpg adresinden erişilmiştir, 2012.
  1. Davidson, J. ve M. C. Wong., Guidelines on integrating severe weather warnings into disaster risk management, 29.07.2017 tarihinde, http://www.wmo.ch/pages/prog/amp/pwsp/pdf/TD-1292.pdf adresinden ulaşılmıştır, 2005.
  2. İzbırak, R. Coğrafya terimleri sözlüğü. Ankara: Millî Eğitim Basımevi, 1992.
  3. İzbırak, R. Sistematik jeomorfoloji, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları. Ankara: Erol Ofset ve Matbaacılık, 1977.
  4. Kadıoğlu, M. Afet zararlarını azaltmanın temel ilkeleri. M. Kadıoğlu ve E. Özdamar (Ed.) içinde, Modern, Bütünleşik Afet Yönetimin Temel İlkeleri (s. 1-34), JICA Türkiye Ofisi Yayınları No: 2, Ankara, 2008.
  5. Özey, R. Afetler coğrafyası, İkinci Baskı, İstanbul: Aktif yayınevi, 2011.
  6. Şahin, C. ve Sipahioğlu, Ş. Doğal afetler ve Türkiye, Genişletilmiş 2. Baskı, Ankara: Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, 2003.
  7. Güneş, F. Okur-yazarlık kavramı ve düzeyleri. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi27(2), 499-507, 1994.

 

[1] Kastamonu Fen Lisesi Coğrafya Öğretmeni

Uzun Yaşayanların Coğrafyası

 

UZUN YAŞAYANLARIN COĞRAFYASI

Sinan KÜTÜK [1]

Asırlık İnsanların Dünya Üzerindeki Yaşadıkları Yerler:
Beş Mavi Kuşak Bölgesi

Ekonomik refah seviyesinin yüksek olduğu ülkelerde ortalama ömür 80 yaşın üzerine çıkmaktadır. Fakat dünya üzerinde öyle yerler bulunmaktadır ki burada yaşayan insanlar kendi ülkesinin ortalama ömründen daha da uzun yaşamaktadır. Bu yazıya dahil olan kısım ise ortalama ömrün uzun olduğu hatta 100 yaşını aşan çok fazla bireyin bulunduğu özel yerlerdir. Gerçekten de özel midir? Bu durumun elbette temel nedeni genetik koşullardır. Genetik koşulların yanı sıra bu insanların bulunduğu coğrafi konum buna katkı da bulunabilir. Örneğin dünyanın en uzun yaşayan insanlarının bulunduğu yerler genelde ada yerleşimleridir. Aynı şekilde ilerleyen yaşlarına rağmen bu insanların hayatlarını aktif bir şekilde sürdürebilmektedir. Mavi Bölgeler tabiri, ilk defa Dan Buettner’ın insanların ortalamadan çok daha uzun yaşadığını iddia ettiği yerleri tanımlamak için kullanılmıştır. Bu terim ilk kez National Geographic dergisinin Kasım 2005 sayısında “Uzun Yaşamın Sırları” başlığı altında yayınlanmıştır. Buettner, dünya üzerinde 5 bölge belirler ve buraları “Mavi Kuşak Bölgeleri” diye adlandırır (Görsel 1)

Görsel 1. Dan Buettner tarafından 2005 yılında ortaya  konulan Mavi Kuşak Bölgeleri.

Bunlar; Okinawa (Japonya),  Sardinya (İtalya), Nicoya (Kosta Rika), Icaria (Yunanistan) ve Loma Linda (Kaliforniya,ABD)’dır.

Görsel 2. Ortalama ömrün çok uzun olduğu ve Dan Buettner tarafından Mavi Kuşak Bölgesi diye adlandırılan yerlerin dünya üzerindeki coğrafi konumları.

Özellikle Okinawa, Sardunya ve Loma Linda Mavi Bölgelerindeki insanların çok benzer yaşam koşulları olduğu bilinmektedir. Bu benzerlikleri; daha az kaygı ve stres, daha az sigara, yarı vejetaryanlık, düşük yoğunlukta fakat düzenli fiziksel aktivite, beslenme diyetlerinin büyük oranda bakliyatlardan oluşu ve son olarak her yaştan insanın dahil olduğu güçlü sosyal ilişkiler oluşturmaktadır (Şekil 1)

Şekil 1. Sardunya, Loma Linda ve Okinawa yerleşimlerinin önemli ortak özellikleri.

Tüm bunlara ek olarak dünyanın en uzun yaşayan insanların farklı gen, iklim ve yükseltilerde bulunduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle Mavi Bölge insanlarının yaşadıkları yerlerin coğrafi açıdan benzerlik ve farklılıklarını anlamak bu çalışmanın temasını oluşturmaktadır.

Mavi Bölge İnsanlarının Coğrafi Konumları ve  Sosyo-Ekonomik Özellikleri

Okinawa, Japonya (özellikle adanın kuzey kısmı). Namı diğer mutlu ölümsüzler. Okinawa Adası, Japonya Devleti’ne bağlı ve ana ada yerleşimlerinin güneyinde bulunan bir ada yerleşimidir.

Görsel 3. Okinawa Adasının dünya üzerindeki konumu (Google Earth)

Ok ile gösterilen Okinawa adası tüm büyük yerleşim merkezlerinden oldukça uzaktadır. Harita 2’de de görüldüğü gibi adanın kuzeyinde Japonya, güneyinde Filipinler, batısında Çin ve güneybatısında ise Tayvan bulunmaktadır. Kuş uçuşu mesafeyle yaklaşık olarak Japonya’ya 542 km, Çin’e ise 778 km uzaklıkta bulunan bu küçük ada yerleşimi oldukça izole bir yaşam sürdürmektedir. Okinawa adası kuş uçuşu mesafeyle kuzeydoğu güneybatı doğrultuda yaklaşık olarak 113 kilometrelik mesafeye sahiptir (Görsel 3)

Görsel 4. Okinawa Adası Google Earth Pro Görünümü.

Adada 2014 yılı nüfus verilerine göre 1.301.462 kişi yaşmaktadır. Yüzölçümü 1.207 km2 olan adanın en yüksek noktası 503 metre yüksekliğe sahip Yonaha Dağı’dır. Adanın kuzeydoğu kesimleri topografik açıdan oldukça oldukça engebelidir. Engebelilik, yerleşim birimlerinin de çoğaldığı güneybatı kesimlerine doğru azalmaktadır (Görsel 4).

Görsel 5. Okinawa Adasının kuzeydoğu güneybatı yönlü yükseklik profili

Japonya coğrafî yapısı bakımından 6.852 adadan oluşan bir takımadadır. Bu adaların en büyükleri ve aynı zamanda ana adalar HonshuHokkaidoKyushu ve Shikoku adalarıdır ve ülkenin %97’sini oluşturur.  Okinawa adasına en yakın yerleşim birimlerinden olan Kagoshima ilinin meteoroloji istasyon verilene göre Okinawa Adası Köppen-Geiger iklim sınıflandırmasına göre Cfa (Nemli Subtropikal İklim) olarak adlandırılabilir. Diğer bir deyişle her mevsimi yağışlı ve mevsimler arasında önemli bir yağış farkının olmadığı sıcak ve ılıman bir iklime sahiptir. Yıllık ortalama sıcaklık değerleri 17,9°’dir. En kurak aylarda bile ortalama yağışın fazla olduğu bu bölgede yıllık ortalama yağış miktarı ise 2300 mm civarındadır.

Japonya, Asya Kıtası’ndan ayrı bir ada ülkesidir ve uzun yıllar ana karadan izole bir yaşam sürdürmüştür. Bu durumun özellikle Japonların zekalarını, becerilerini yani kısıtlı imkanlarını iyi kullanabilmeyi geliştirdiği düşünülmektedir. Okinawalıların beslenme diyetinde çok sayıda sebzenin olduğu bilinir ve bu besinler küçük tabaklar halinde servis edilir. Aynı zamanda Japonya, dünya üzerinde bulunduğu coğrafi konum itibariyle tektonik, volkanik ve atmosferik tehlikelere oldukça fazla maruz kalmaktadır. Sözgelimi, Ocak 1995 Kobe Depremi, Ekim 2004 Niigata-Chuetsu Depremi ve 11 Mart 2011 Tohoku Depremi gibi felaketler çok fazla can kaybına yol açmıştır. Buna karşılık, Japonya afet zararlarının en aza indirilmesi için yıllardır yoğun bir çaba sarf etmektedir. Ülkede depreme dayanıklı yapılar tasarlamak ve fırtınaları büyük hassasiyetle izleyebilmek için en yeni teknolojileri kullanılmaktadır. Afetlerin sık görüldüğü bu zorlu coğrafyada insanlar aynı zamanda uzun ömürlü olabilmektedir. Japonya’da beklenen ortalama yaşam süresi yaklaşık 84 yıldır. Bu süreyle Japonya, ortalama beklenen yaşam süresinin en yüksek olduğu ülkelerden birisidir. Ülkede 100 yaşını görmüş çok sayıda insan yaşamaktadır. Asırlık da denilen bu insanların en meşhur olduğu yerde Okinawa Adasıdır.

Fotoğraf 1. İlerleyen yaşına rağmen dinamik kalabilmiş bir Okinawa’lı (Buettner, 2005).

Fotoğraf 2a ve 2b. Okinawa Adası’nda insanlar ilerleyen yaşlarına rağmen tarım ve üretimden vazgeçmemektedir (Buettner, 2005).

Sardinya, İtalya (özellikle Nuoro ve Ogliastra taşraları). Burada yaşlılık kavramı çok daha görecelidir. Buettner, adayı ziyaret ettiğinde 75 yaşındaki adalı bir erkeğin henüz yeni kesilmiş bir boğayı evinin arka bahçesinde enerjik bir şekilde pişirdiğini görmüştür. 1880 ve 1900 yılları arasında doğan 47 erkeğin 100. yaş gününün kutlandığını tespit edilmiştir. Peki ama ada sakinlerini bu kadar uzun ömürlü yapan nedir? Sarssari Üniversitesi’nden fiziksel antropolog Dr. Paolo Francalacci ve ekibi bu sorunun cevabının genlerde olduğunu düşünmektedir. Sardinyalıların genetik köklerinin izlerini İber Yarımadasına kadar sürdüler. 11.000 yıl önce genetik bir mutasyon geçirdiklerini saptadılar. Yıllar boyunca kendi aralarında evlenip çocuk dünyaya getirdikçe bu geni çoğaltmış oldular. Sardinya Adası, Akdeniz’de İtalya Devleti’ne bağlı Sicilya’dan sonra en büyük ikinci adadır. Adanın bu kısmında yaşayan insanlar hala aktif olarak tarım ve hayvancılık faaliyetlerini yapabilmektedirler. Yani sadece uzun ömre sahip değiller aynı zamanda dinamik bir hayatları vardır. Beslenme diyetlerine gelince tükettikleri meyve ve sebzelerin mevsimsel olarak tüketilmesine dikkat ettiklerini söylüyorlar. Bakla tüketimini önemsediklerini ve et tüketiminde ise aşırıya kaçmadıklarını belirtirler. Aynı şekilde aşırı olmadığı takdirde kırmızı şarap içtikleri bilinir.

Fotoğraf 3. Şarap içen bir Sardinyalı (Buettner, 2005).

Adanın Yüzölçümü 24.090 km² olup, ada nüfusu 1.656.960 kişidir. Kuzey ve doğusunda İtalya,  güneyinde Tunus ve Cezayir, batısında ise İspanya yer alır (Görsel 6).

Görsel 6. Sardinya Adası’nın dünya üzerindeki coğrafi konumu ve çevresi.

Adanın doğusunda bulunan İtalya anakarası ile kuş uçuşu uzaklığı 295 km, güneyinde bulunan Tunus ile uzaklığı 184 km, kuzeyinde bulunan Korsika Adası ile uzaklığı 12 km’dir. Adanın kendisinin kuzey güney uzaklığı ise 263 km’dir (Görsel 7).

Görsel 7. Sardinya Adası’nın kuzey-güney yönlü kuş uçuşu uzaklığı.

Oldukça engebeli ve parçalı bir topografyaya sahip olan bu adanın büyük yerleşim birimleri engebesi az olan orta güney ve kuzey batı kısımlarıdır (Görsel 8).

Görsel 8. Sardinya Adası’ının kuzey-güney yönlü yükseklik profili.

Adanın kuzey kesimlerinin yükseklik ve engebelilik oranı fazla iken güneye doğru bu oran azalmaktadır.

Sardinya Adasının meteorolojik koşullarını temsilen aynı coğrafi enlemde bulunan ve adasının doğusunda yer alan Roma İlinin meteorolojik göstergeleri kullanılmıştır. Bu verilere göre adada sıcak ve ılıman bir iklim görülmekte, yağışların büyük bir bölümü kış aylarında düşmektedir. Yıllık ortalama 15,7 °C’ye sahip olan ada yıllık ortalama 798 mm yağış alır. Köppen-Geiger iklim sınıflamasına göre adanın iklimi Csa’dır (Akdeniz İklimi).

Ortalama yaşam süresinin en yüksek olduğu kıta olan Avrupa’da, İtalya’nın ortalama yaşam süresi kıtanın temsili gibidir. Burada beklenen yaşam süresi 2018 Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre yaklaşık 83 yıldır. Ülkenin yaşam süresinin oldukça yüksek olmasının yanı sıra Sardinya Adası’nda 100 yaşın üzerinde olan sayısı da oldukça fazla olabilmektedir. Ada’da 1996’ dan 2016 yılları arasında en az 100 yaşında 20 insanın aynı anda yaşadığı biliniyor.

Ikaria, Yunanistan. Türkiye’nin Aydın ilinin batısında bulunan Dilek Yarımadasından yaklaşık 60 km daha batıda yer alan Ikaria adasında her üç kişiden biri 90 yaşın üzerindedir ve bu yüzden ‘’Uzun Yaşam Adası’’ diye anılır. Bölge sakinlerinin uzun yaşam sırrının M.Ö. 500 yılına kadar dayandığı söylenir. Ayrıca bu ada yerleşimdeki insanların kansere yakalanma riskinde %20, kardiyovasküler rahatsızlık riskinin ise %50 daha düşük olduğu ve buna ek olarak neredeyse hiçbirinde demans (kısaca bellek vb. zihinsel yeteneklerin bozulması) görülmemektedir.

Görsel 9. Ikaria Adası’nın dünya üzerindeki konumu.

Ikaria’nın dünya üzerindeki konumuna baktığımızda yaklaşık olarak 60 km doğusunda Aydın ilinin Söke ilçesi yer almaktadır. Batısında ise yaklaşık olarak 170 km mesafesinde bulunan Yunanistan anakarası bulunmaktadır. Aynı zamanda çevresinde irili ufaklı birçok ada bulunmaktadır.

Görsel 10. Ikaria Adası’nın yükseklik profili.

Ortalama yükseltisi görece fazla olmayan ve parçalı araziye sahip olan Ikaria Adası’nın kuzeydoğu güneybatı uzunluğu ise yaklaşık olarak 41 km’dir. Adanın meteorolojik koşullarını temsilen Türkiye’nin batısında bulunan ve adaya yakın konumda olan Aydın ilinin meteorolojik koşulları aktarılmıştır. Buna göre Ikaria Adası’nda sıcak ve ılıman iklim görülmektedir. Kış aylarında yaz aylarından çok daha fazla yağış düşmektedir. Köppen-Geiger’e göre iklim Csa’dır (Akdeniz İklimi). Yıllık ortalama sıcaklık 17,2 °C ve yıllık ortalama yağış miktarı 705 mm’dir.

Ada sakinlerinin sosyal yaşantısına bakıldığında stresten uzak kaldıklarını, günlük hayatta aceleci davranmadıklarını ve mümkün olduğu kadar günlerin akışının güneşin doğuşuna ve batışına göre uyarladıkları bilinmektedir. Beslenme diyetlerinde ise mevsimsel olarak tüketilen gıdaların ağırlıkta olduğunu ve bunu yanı sıra et ve tavuk gibi yüksek kalorili yiyecekleri daha az tükettikleri biliniyor. Ada halkı ilerleyen yaşına rağmen gidecekleri yerlere sıklıkla yürüyerek gitmeyi tercih etmektedir.

Dünya Sağlık Örgütü’nün 2018 verilerine göre Yunanistan’da beklenen ortalama yaşam süresi yaklaşık 82 yıldır. Yunanistan’a bağlı Ikaria Adası sakinlerinin ise ortalama yaşam süresi ülke ortalamasının üzerindedir.

Nikoya Yarımadası, Kosta Rika. Bir Orta Amerika ülkesi olan Kosta Rika’da yerliler 90 yaşından sonra bile oldukça aktif bir yaşam sürdürebilirler. Bölgenin sakinleri ilerleyen yaşlarına rağmen tarlalarında çalışmakta ve sabahın beşinde zorlanmadan güne başlayabilmektedirler.

Görsel 11. Kosta Rika’nın dünya üzerindeki konumu (https://tr.wikipedia.org/wiki/Kosta_Rika)

Görsel 12a/12b/12c. Kosta Rika’nın uydu görüntüleri.

Bir Orta Amerika ülkesi olan Kosta Rika’nın kuzey güney uzunluğu yaklaşık 490 km’dir. Kuzeyinde Nikaragua, güneydoğusunda Panama, batısında Büyük Okyanus, doğusunda ise Karayip Denizi bulunmaktadır.

Kosta Rika’da etkin olan iklim Ekvatoral İklim’dir. Burada, yağış yıl boyunca sürekli olarak olmakta yıllık ortalama yağış miktarı ise 3100 ile 6350 mm arasında değişmektedir. Yıl boyunca yağış alan Kosta Rika Köppen-Geiger iklim sınıflandırmasına göre Af (Tropikal Yağmur Ormanı İklimi) olarak adlandırılabilir. Sıcaklık koşulları ülkenin değişik konumlarına göre değişmekle birlikte yıllık ortalama sıcaklığı 20°C ve 25°C arasındadır. Kosta Rika’nın 2018 verilerine göre beklenen ortalama yaşam süresi 80 yıldır.

Kosta Rika hakkında verilen tüm bu bilgilere bakıldığında tropik bir iklimde bulunan, yıllık geliri 12.000 dolar civarında olan ve uzun yıllar İspanya sömürgesinde olmuş bir ülke görülmektedir. Burayı, bu çalışma için özel yapan ise ülkenin güneybatısında bulunan ve ülkenin en büyük yarımadası konumunda olan Nikoya Yarımadası’ndaki insanların ülke ortalamasından çok daha uzun yaşamasıdır. Yukarıda belirtildiği gibi dünya üzerindeki en uzun ömürlü insanların yaşadığı 5 mavi kuşak bölgesine burasıda dahildir.

Görsel 13. Nikoya Yarımadası’nın uydu görüntüsü. Kuzey güney uzunluğu yaklaşık 121 km’dir (https://earthexplorer.usgs.gov/).

Loma Linda, Kaliforniya. Amerika Birleşik Devletleri’nin en batısında yer alan bu yerleşme ülkenin en uzun ömürlü insanların yaşadığı yerdir. Bilindiği üzere ABD şehirleşme oranının ve ortalama insan ömrünün yüksek olduğu yerlerden biridir. Ancak ülkenin batısında bulunan Kaliforniya eyaletinde ülkenin ortalamasından daha da fazla uzun yaşayan insanların bulunduğu bir yer vardır. Bu yer 5 mavi kuşak içerisinde bulunan Loma Linda şehridir.

Görsel 14. Loma Linda Şehri’nin konumu (https://en.wikipedia.org/wiki/United_States)

2017 nüfus sayımına göre 24.196 kişinin yaşadığı bu şehirde aslında bir akarsu vadisi arasına kurulmuştur ve çevresi çok yüksek olmayana yamaçlarla kaplıdır. Kuzey yamaçların yükseltisi 1500 metreleri aşarken güney yamaçlar ise 700 metrelere kadar inmektedir.

Görsel 15. Loma Linda şehrinin kuzey güney yönlü yükseklik profili.

ABD’in genel durumu gibi Kaliforniya Eyaleti ve Loma Linda’da büyük oranda şehirsel yerleşmeler mevcuttur. Loma Linda şehrine yakın konumda olan Los Angeles şehrinin meteorolojik verilerine göre şehirde sıcak ve ılıman bir iklim görülmektedir. Şehre kış aylarında yaz aylarından çok daha fazla yağış düşmektedir. Köppen-Geiger’e göre iklim Csa’dir (Akdeniz İklimi). Yıllık ortalama sıcaklığı 18,2 °C,  yıllık ortalama yağış miktarı ise 396 mm’dir. 23,6 °C sıcaklıkla Ağustos ayı yılın en sıcak ayıdır. Ocak ayında ortalama sıcaklık 13,9 °C olup yılın en düşük ortalamasıdır. 0 mm yağışla Temmuz ayı yılın en kurak ayıdır. Ortalama 91 mm yağış miktarıyla en fazla yağış Şubat ayında görülmektedir. Gelişmiş ülkelerin ya da bölgelerin gelişmiş sağlık sistemlerine paralel olarak ortalama insan ömrünün uzun olması beklenen bir durumdur. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre (2018) ABD’de beklenen ortalama yaşam süresi yaklaşık olarak 79 yıldır. Loma Linda gibi küçük bir şehri diğer Amerikan şehirlerinden farklı kılan bazı özellikler vardır. Edinilen yazılı kaynaklara göre bu şehide alkol ve sigara kullanımı sok sıkı bir denetim altındadır.. Bunların yanı sıra burada yaşayan insanlar beslenme koşullarına fazlasıyla dikkat etmektedir.

Fotoğraf 4. Aktif bir yaşantı süren bir Loma Lindalı kadın (Buettner, 2005).

Yukarıda bahsi geçen coğrafi yerleşmelerden ilk 3 tanesinin ada yerleşmesi olduğunun üzerinde dikkatlice durulmalıdır. Ada yerleşmelerinde kaynakların kısıtlı olması, toplumsal ilişkilerin kuvvetli olması yönünde bir itici güç oluşturmaktadır. Anakaradan izole bir yaşam ada sakinlerinin yaşam bağlarını kuvvetlendirebilir. Özellikle kaynak eksikliği yaşayan yerleşmeler ve burada yaşayan insanlar için var olan kaynaklar, en verimli bir şekilde kullanılma zorunluluğu doğurur.

Genel olarak diyebiliriz ki belirlenmiş olan Beş Mavi Kuşak Bölgesi’ndeki insanlar uzun yaşamlarını kendilerince bazı şeylere borçludur. Burada yaşayan insanlar zamanlarını iyi yönetebilme becerisine sahiptirler. Böylece gereksiz kaygılardan uzak ve stressiz bir yaşam biçimine sahipler. Tabiri caizse Mavi Kuşak Bölgelerinde biyolojik saate uygun bir yaşantıları vardır. Daha az et ve işlenmiş gıda tüketiyor ve aşırıya kaçmadan içki içiyorlar. Basit tarla ve zanaat işleriyle uğraşıyorlar ve işlerine yürüyerek gidiyorlar. Böylece her daim aktif bir yaşam sürebiliyorlar. Yorucu egzersizler yapmayıp günlük yürüyüşlerini ihmal etmiyorlar. Belki de uzun ve stressiz yaşamalarındaki en önemli etkenlerden birisi olarak toplum içinde güçlü ilişkilerinin var oluşu yatmaktadır. Gerek aile bağları gerekse yakından uzağa olan komşuluk ilişkileri, birbirlerinin yükünün hafiflemesine ve ortaklaşa daha az kaygıyla daha fazla şey yapmasına neden oluyor. 

KAYNAKLAR

  • Akpolat, T., ‘’Blue Zones’’, Taş Devri ve Tansiyon, 2008 (tekinakpolat.com sayfasından alınmıştır).
  • Buettner, D., ‘’The Secret of Living Longer’’ National Geographic Magazine, November 2005.
  • Garcia, H., ve Miralles, F., ‘’IKIGAI  – Japonların Uzun ve Mutlu Yaşam Sırrı’’, 2017.
  • Japonya Dışişleri Bakanlığı, ‘’Japonya’yı Tanıyalım’’ Güzeliş Matbaacılık, 2009.

 

Web Kaynakları

 

Uydu Görüntüleri Kaynakları

[1] Saint Petersburg University, Instute Of Earth Scieces M.Sc, Saint Petersburg/Russia

İklim Değişikliğinin Su Kaynaklarına Etkisi

 

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN SU KAYNAKLARINA ETKİSİ

Onurhan ŞEREMET [1]

Dünya’ya yaşamı bahşetmiş olan su, günümüzde iklim değişikliği ile tehdit altındadır. Gelecekte içme ve kullanma suyu başta olmak üzere, suya bağlı tüm sektörlerde zorluklar yaşanacağı tahmin ediliyor. Ayrıca sel ve taşkın gibi su kaynaklarından doğacak afetlerin kimi bölgelerde artacağı yönünde bildirimler yapılıyor. Bazı bölgeler ise kuraklıkla mücadele etmek durumunda kalınacağı ve gıda güvenliğinin tehlikeye gireceği ifade ediliyor. İklim değişikliğinin öngördüğü yağış rejimlerindeki düzensizlik durumunun, su miktarı ve akış hızını azaltacağı projeksiyonlarla ortaya konuluyor. Bu yavaşlık akarsulardaki kirleticileri arttırarak, su kalitesinin bozulmasına sebep olacaktır. Ayrıca su kaynaklarında değişecek olan oksijen, tuz ve pH değeri gibi kriterler, su ve suya bağlı ekosistemleri tehdit ediyor.

Günümüzde Gözlenen İklim Değişikliği ve Geleceğe Dair Öngörüleri

Son 150 yılda, Küresel ortalama sıcaklık 0,8°C artmıştır. Bu artış Avrupa’da yaklaşık 1°C’dir. IPCC 2100’e kadar küresel sıcaklıkların 1,8°C ila 4,0°C daha artabileceğini öngörüyor (Avrupa Çevre Ajansı, 2016). Meteoroloji Genel Müdürlüğü tarafından RCP4.5 [2] senaryosuna göre yapılan çalışmanın sonucuna göre, Türkiye’nin yıllık ortalama sıcaklıklarının 2016-2099 dönemleri arasında 1,5 – 2,6°C aralığında artacağı bekleniyor. Deniz seviyesi yükselmeleri de küresel olarak beklenen en önemli etkiler arasında ifade edilebilir. . Bu yükselişte denizlerdeki ısınmaya bağlı genleşmenin %35-55 arasında rol oynayacağı, buzul erimelerinin ise %15-35 arasında etki edeceği öngörülüyor.  IPCC 2013 raporunda 4 farklı senaryonun ortalamasına göre [3] 2046-2065 yılları aralığında küresel ortalama deniz seviyesi 0.26m yükselecektir. 2081-2100 yılları arasında aynı senaryoların ortalamasına göre ise yükseliş 0,49m’dir. Yağış projeksiyonları ise 21. Yüzyıl boyunca yağış rejiminin ısınmaya tepkisinin düzenli olmadığını gösteriyor. İstisnalar olmakla beraber nemli alanlar ile kurak alanlar, nemli mevsimler ile kurak mevsimler arasındaki farkların artması beklenmektedir. RCP8.5 senaryosuna göre yüksek enlemler ve ekvatoral Pasifik Okyanusu yıllık yağışlarında bu yüzyıl sonuna kadar bir artış görülecektir. Orta enlemdeki alanlarda ve yarı tropikal kurak alanlarda yıllık ortalama yağışlar muhtemelen azalırken, birçok orta enlemdeki yağışlı alanlarda yıllık ortalama yağış muhtemel olarak artacaktır (MGM, 2015). Türkiye’yi bekleyen süreç, ve bu süreç boyunca yaşanacakları tahmin edebilmek için MGM tarafından RCP4.5 senaryosu, Türkiye’ye uyarlanmıştır. Sonuçları ise 2016-2046 periyodunda Türkiye ortalamasında sıcaklığın 2°C artacağı, Marmara ve Batı Karadeniz bölgelerinde bu artışın 3°C’ye varabileceği, Doğu Anadolu’nun doğusu haricinde Türkiye yağışlarının %20 azalacağı öngörülmektedir. 2041-2070 periyodunda İlkbahar ve Sonbaharda ısınmanın 2-3°C ortalamalarındayken yaz aylarında 4°C kadar artacağı tahmin edilmektedir. Ayrıca Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Orta ve Doğu Akdeniz bölgelerinde kış yağışlarında %20 civarında bir azalma olacağı tahmin ediliyor. 2071-2099 periyodunda Kıyı Ege ve Güney Doğu Anadolu’da 4°C’yi aşan sıcaklık artışlarının olacağı tahmin ediliyor. Sonbahar yağışlarında tüm yurtta azalmalar yaşanacağı, Kış aylarında ise kıyı şeridinde %10 civarında artış yaşanacağı tahmin ediliyor. Türkiye’nin havzaları özelinde yapılan sıcaklık ve yağış senaryolarında ise, Türkiye’nin tüm havzalarının 2099 yılına kadar 2,5-3,5°C ısınacağı tahmin ediliyor. Fırat-Dicle ve Van Gölü havzasında ise sıcaklığın 4°C’lere kadar artacağı öngörülüyor. Yağışlarda genel olarak bir azalma eğilimi var ve bu eğilimin 2041-2070 yılları arasında en yüksek seviyede olması bekleniyor (MGM, 2015).

İklim değişikliğinin su kaynakları üzerindeki etkisi hem denizler ve okyanuslar hem de karasal sular üzerinden değerlendirilecektir. Sırasıyla, küresel deniz seviyesi yükselmesi, okyanus ve nehirlerde termal rejim değişikleri, su kalitesinin bozulması başlıkları altında su kaynakları üzerindeki baskılar değerlendirilecek, daha sonra Türkiye’de su kaynaklarını bekleyen tehlikeler üzerinde durulacaktır.

 

Küresel deniz seviyesi yükselmesi

Yüzyıldan bu yana gerçekleşen deniz seviyesi yükselme oranı son 2000 yıldan fazladır. 1901-2010 arası küresel deniz seviyesi 0.19m artmıştır. 2100 yılına kadar 0.49m daha artacağı tahmin ediliyor. Bu artışın sebepleri sıcaklığı yükselen deniz suyunun genleşmesi ve buz erimeleridir. Su seviyesindeki artış kıyı kentleri tehdit ediyor. Dünya nüfusunun yarısı denize 60 km yakınlıkta yaşıyor. Bu insanların göç etmesi gerekebilir. Sel ve taşkın gibi afet durumları da temiz su kaynaklarının kirlenmesine neden olabilir (WHO, 2018). Hem kirlenen hem sıcaklığı artan su kaynakları hastalanmalara neden olabilir. Deniz seviyesinde görülecek olan yükselme; deltaları, delta su setlerini ve kıyı akiferlerini etkileyecektir (Çapar, 2019).

 

Okyanus ve akarsularda termal rejim değişikleri

Küresel ortalama sıcaklıklardaki artış kutuplardaki buz tabakasını eriterek, okyanusa karışan tatlı su miktarının artmasına, okyanuslardaki tatlı su miktarındaki artış ise akıntıların değişmesine sebep olur. Su sıcaklıklarındaki artışlar, deniz canlılarının dağılışında farklılıklar ve büyük değişimlere neden olabilmektedir. Okyanus ve denizlerdeki sıcaklık artışı soğuk sular da yaşayan somon gibi balıkları strese sokacaktır. Kuzey Denizi’nde uskumru ve ringa balık türleri gibi bazı türler besin kaynaklarına ulaşabilmek için kuzeye, daha serin sulara doğru göçüyorlar. Deniz canlıları arasında görülen bu göçlerin balıkçılığa dayanan sektörleri olumsuz yönde etkileyebileceğine kesin gözüyle bakılıyor. Yükselen su sıcaklıklarının su kaynaklı hastalıkların riskini de arttırabileceği düşünülüyor (Avrupa Çevre Ajansı, 2018).

Küresel sıcaklık artışının, karalar üzerindeki buz örtülerinin daha hızlı erimesine, mevsimlik kar örtüsünün yerde kalış süresinin kısalmasına, ani yüksek akımlara; buna karşın yıl genelinde düşük akımlara neden olabileceği tahmin edilmektedir.

Kar yağışının azalması ve mevcut karın daha erken erimesi, akarsulardaki termal rejimi değiştirecek ve su kalitesinde bozulma ortaya çıkabilecektir. Azalan yağmurlar da hesaba katılınca su kirliliklerinin baş göstermesi kaçınılmazdır (Avrupa Çevre Ajansı, 2018). Su sıcaklıkları yükseldikçe su kalitesinde bir azalma olacağı (Şen, 2005) ve sucul ve suya bağlı ekosistemlerin kırılgan ekosistemler haline geleceği açıktır. Ayrıca, kuraklık sorunu yaşayan alanlarda su kirliliği kuraklığın sosyo-ekonomik sonuçlarını ve şiddetinin artıracaktır.

 

Su kalitesinin bozulması

Okyanusların daha fazla karbondioksit absorbe ediyor oluşu, asitleşiyor olmasında önemli bir etkendir. Karbondioksit seviyeleri endüstri öncesi döneme göre %40 arttı. Okyanuslar insan kaynaklı salınan CO2’nin %30’unu absorbe ediyor (MGM, 2015). Dünya genelinde pH değerinde düşüşler gözlenmektedir. Bu durum özellikle Avrupa kuzeyinde ki Norveç ve Grönland denizlerinde önemli sorunlar yaratacaktır. Azalan pH değeri su bitkilerinin fotosentezini etkiler. Bunun yanında kalsiyum karbonattan kabuk üreten midye, mercan ve istridye gibi canlıların kabuk üretme süreçlerini zorlaştırır (Avrupa Çevre Ajansı, 2018).

Tuzluluk, oksijen ve sıcaklık gibi kriterlerin sulardaki canlılığı kontrol ettiği bilinmektedir. Bu kriterlerden birisindeki farklılık, ekosistemler üzerinde olumsuz bir etki yaratabilir. Kimi su kaynaklarında buharlaşmaya bağlı olarak artan tuzluluk olumsuz etki yaratırken, kimi kaynaklarda yağış sebebiyle tuzluluk oranında bir azalma ve ekosistemler üzerinde yine bir olumsuz etki görebiliriz. Ayrıca bu kriterlerin oranlarının değişiyor olması deniz canlıları için bir göç nedeni sayılabilir. Akdeniz’de yüksek buharlaşma ve düşük yağış sebebiyle sıcaklığın ve tuzluluğun artacağı tahmin ediliyor.

 

Türkiye Su Kaynaklarında Yaşanabilecek Sorunlar

İklim değişikliği kurak ve yarı kurak iklim kuşağında bulunan ülkeleri kuraklıkla tehdit ediyor. Ülkemizi bekleyen en büyük problemin bu olacağı tahmin ediliyor. Senaryoların gösterdiği yağışlarda azalma ve rejimlerin düzensizliği de bu tahmini destekliyor. Türkiye genelinde yağış miktarlarında bir azalma henüz gözlemlenmemiştir (Çapar, 2019), ancak bölgesel olarak batı ve güney bölgelerde yağışlar azalmaktadır. Bunun yanında, yağış rejimlerinde önemli farklılıklar görülmektedir. Yağış rejimlerinde görülen bu düzensizlik, kısa süreli, ani sağanak yağışlar ve ardından uzun kurak dönemler şeklinde ifade edilebilir. Aşırı yağışlı dönemler toprak verimliliği olumsuz etkilemektedir. Toprak kaybına ve tuzlanmaya neden olmaktadır. Yağışın az olduğu dönemde ise kuraklık ve sulama için yeterli su bulamama gibi sorunlar ortaya çıkabilmektedir.

Değişen yağış rejimleri, Türkiye bitki dağılışını değiştirebilir, kuraklık, taşkın ve ekstrem hava olaylarının sıklıklarını arttırabilir (Çapar, 2019).

Kuraklık sebebiyle beslenemeyen göllerimizde su seviyesinde bir azalma ve azalan suya bağlı olarak kirleticilerin konsantresinde bir artış görülecektir. Sığlaşan sularımız da kirlilikte baş gösterecek. Senaryolara göre Türkiye havzalarında yaşanacak kuraklığın en yoğun olduğu dönem 2041-2070 periyodu olacak. Bu periyotlar arasında; Asi, Doğu Akdeniz, Konya Kapalı Havzası, Yeşilırmak, Van Gölü ve Ceyhan havzalarımız belirgin bir yağış azlığı ile karşılaşacak. Marmara, Aras, Batı Karadeniz ve Meriç-Ergene havzalarımız 2099’a kadar yağışlar konusunda nispeten daha az sorun yaşayacak.

Su kıtlığı ve stresi ülke genelinde artacak. Deniz seviyesinin yükselmesi nehir deltalarındaki kıyı şehirlerin düşük kotlu alanlarını etkileyecek. Kurak ve nemli alanlar arasındaki yağış farkları git-gide artacak. Kurak bölgeler daha çok kururken, yağışlı bölgelerimizde yağışlar şiddetlenecek ve taşkın, heyelan gibi afetlerimizin görülme sıklıklarını arttırabilecek.

Önlemek Mümkün Olabilir

Türkiye’nin iklim değişikliği sebebiyle yaşayacağı sıkıntıları alınacak tedbir ve önlemler ile azaltabilmek mümkün olabilir.

  • Tarımda sulama için damla sulama gibi verimli tekniklerin kullanımın yaygınlaştırılması
  • Kuraklığa karşı direnç oluşturabilmek için mahsullerin çeşitlendirilip, ağaçlandırma yapılması
  • Kaçak ve kayıp su miktarının azaltılması.
  • Su kaynakların kirlenmesinden oluşabilecek hastalıklara karşı tedbirler alınması.
  • Endüstri içerisinde kullanacak suların çeşitli filtrelerden geçirip tekrar kullanılması
  • Betonlaşmanın yüksek olduğu şehirlerde artacak ağaçlandırma, taşkın ve sel gibi afetlerin zararlarını azaltmaya yardımcı olabilir.
  • Zaten tehlike altında olan ve korunması gereken tatlı su kaynaklarımıza zarar verebilecek her türlü projeden vazgeçilmesi.
  •  
Kaynakça:

Avrupa Çevre Ajansı. (2016, Haziran 3). İklim değişikliği hakkında . Avrupa Çevre Ajansı: https://www.eea.europa.eu/tr/themes/climate/about-climate-change adresinden alındı

Avrupa Çevre Ajansı. (2018, Kasım 20). İklim değişikliği ve su — Daha sıcak okyanuslar, seller ve kuraklıklar. Avrupa Çevre Ajansı: https://www.eea.europa.eu/tr/isaretler/aca-isaretler-2018/makaleler/iklim-degisikligi-ve-su-2014 adresinden alındı

Çapar, G. (2019). Su Kaynakları Yönetimi Ve İklim Değişikliği . Ankara: iklimİN.

MGM. (2015). Yeni Senaryolar İle Türkiye İklim Projeksiyonları Ve İklim Değişikliği. Ankara: Meteoroloji Genel Müdürlüğü .

Şen, Z. (2005). İklim Değişikliği Ve Su Kaynaklarına Etkisi. 22 Mart Dünya Su Günü,”İklim Değişikliğinin Su Ve Enerji Kaynaklarımıza Etkisi”Paneli . DSI.

Türkeş, M. (2008). Küresel iklim değişikliği nedir? Temel kavramlar, nedenleri, gözlenen ve öngörülen değişiklikler. İklim Değişikliği ve Çevre, 26-37.

WHO. (2018, Şubat 1). Climate change and health. World Health Organization: https://www.who.int/news-room/fact-sheets/detail/climate-change-and-health adresinden alındı

 

[1] Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Coğrafya Bölümü Lisans Öğrencisi

[2] Temsili Konsantrasyon Rotası (Representative Concentration Pathway) Emisyon senaryo seti.

[3] RCP2.6, RCP4.5,RCP6.0, RCP8.5 Senaryoları

Sahipsiz Yeşillik

 

SAHİPSİZ YEŞİLLİK

Gürhan CANDAN [1]

Anadolu, misafirlerine zor coğrafyasıyla hep çetin bir yaşam sunmuştur. Yine de tarihsel süreçte insanların vazgeçilmezi olmuş, çok sayıda medeniyeti ağırlamıştır. Bu zorlu coğrafyanın pek ziyaret edilmeyen, pek tanınmayan, her yere uzak, cana yakın köşelerinden biri de Hakkari ya da bir zamanlar söylendiği gibi Çölemerik yani “sahipsiz yeşillik”tir. Hakkari’yi anlatmanın en iyi yolu havasını teneffüs etmek, zorluklarını yaşamak ve buranın hamuruyla yoğrulmaktır. Ama anlamak için biraz oralı, aslında Anadolulu olmak yeterlidir.

Dağların bağrındaki sahipsiz yeşilliğe rağmen Hakkari çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Sümerler, Asurlular, Babilliler, Medler, kısmen Makedonyalılar (Büyük İskender), Bizanslılar, Selçuklular, Karakoyunlular, Timur İmparatorluğu bunlardan bazılarıdır. Bunların dışında çok sayıda kültürel birikime de ev sahipliği yapmıştır.

Yukarıda da belirtildiği gibi adı Çölemerik olan Hakkari’ye Süryaniler “Gülarmak”, Ermeniler “İlmar” demiştir. Hakkari bölgesinin ilk merkezi İmadiye (Duhok’un ilçesi) olarak da bilinen Aşeb Kalesi’dir. Daha sonra ise Culemerg, bölgenin merkezi olmuştur. Hakkari ismi geniş bir bölge için, Culemerg ise bu bölgenin merkezi olan şimdiki Hakkari kent merkezi için kullanılmıştır. Hakkari sözcüğü etimolojik olarak “her” ve “kari” kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur. “Her”, hep anlamında “Kari” ise e-bilmek, gücü yetmek anlamına gelen “karin” fiili kökünden gelmiş olup, edebilenler ve güçlü manasına gelmektedir. Cu-le-merg kelimesi de Cu (su kanalı, ark), le (de-da bağlacı) ve merg (çayır, mera) sözcüklerinden oluşmuştur. Kelime anlamı, su arklarının dolandığı mera anlamına gelmektedir
(www.hakkari.ktb.gov.tr).

Türkiye’nin güneydoğu ucunda yer alan Hakkari, hem İranla hem de Irakla komşudur. Başlıca sınır kapıları Esendere (İran), Üzümlü (Irak), Umurlu (Irak)’dur. Bunlardan Umurlu Sınır Kapısı’nın Türkiye tarafı hazır olmakla birlikte Irak tarafındaki hazırlıklar bitmediğinden sınır kapısı henüz faal değildir. Üzümlü Sınır Kapısı Çukurca ilçesine bağlı olup Hakkari kent merkezine yaklaşık 70 km mesafededir. Esendere Sınır Kapısı ise Hakkari merkeze yaklaşık 110 km uzaklıktadır. Ancak Hakkari’nin en büyük ilçesi olan Yüksekova’ya daha yakın olduğu da belirtilmelidir. Yüksekova– Esendere Sınır Kapısı arası yaklaşık 41 km’dir. Bu yolun yarısında 2100 rakımlı Dilezi (Delezi) Geçidi aşılmaktadır. Esendere Sınır Kapısı İran’ın Urumiye, Tebriz ve Tahran şehirlerine olan ulaşımda önemli bir yere sahiptir. Ayrıca, 2015 yılından bu yana hizmet veren Selahaddin Eyyubi Havaalanı Yüksekova’da bulunmaktadır. Havaalanı, uzun yıllardır sarp coğrafyası nedeniyle en büyük sorunlarından biri olan ulaşıma bir nebze çare olmuştur.

Görsel 1: Türkiye’nin güneydoğu ucu olan Hakkari, İran ve Irak’a komşudur.

Alp – Himalaya Dağ Kuşağı üzerinde bulunan ve il yüzölçümünün yaklaşık %87sini dağların oluşturduğu Hakkari’nin hemen hemen her özelliğine bu engebeli ve zorlu coğrafya etki etmiştir. 

Fotoğraf 1: Sarp Hakkari coğrafyasından bir fotoğraf: Cilo Dağları

Fotoğraf 2: 3200 metre yüksekliğe sahip, çanağı buzul aşındırması sonucu oluşmuş Sat Gölü’nden görünüm

Türkiye topraklarının en yüksek silsileleri arasında yer alan Cilo Dağları geçit vermez gövdesiyle her daim kendini hatırlatmaktadır. Cilo’nun en yüksek kütleleri ise; Reşko (Uludoruk) (4168 m) ve SuppaDurek (4116 m) tepeleridir. Sat Dağları da bilinen en önemli dağ kütlelerinden bir diğeridir. Bu silsileler üzerinde çok sayıda buzul gölü bulunmaktadır. Türkiye coğrafyasına adını kazıyan Prof. Dr. Sırrı ERİNÇ ve Prof. Dr. Reşat İZBIRAK, bu dağlarda, isimlerinin verildiği buzullar ile birlikte ölümsüzleşmiştir.

Fotoğraf 3: Cilo Dağları

Fotoğraf 4: İzbırak ya da diğer isimleriyle Reşko/ Uludoruk Buzulu

Fotoğraf 5: Görkemli Sat Dağları 

Denizden ve denizellikten uzak olan, sert karasal iklimin hüküm sürdüğü topraklar bu fiziki koşullar nedeniyle tarıma elverişli sayılmaz. Ancak bu durum Hakkari’nin bitki türleri bakımından fakir olduğu düşüncesini akla getirmemelidir. Zengin bir flora ve faunaya sahip olan yörede hakim bitki örtüsü otsu topluluklarıdır. Geven, yavşan otu, çoban yastığı, deve dikeni, keçi kulağı, yonca, korunga, kuzu dili, en yaygın ot formasyonları arasında yer almaktadır. Ağaç türlerinden ise meşe, dişbudak, huş, söğüt, kavak ve ardıç görülmekle birlikte insan etkisiyle bir hayli tahrip edilmiştir. 1800-2000 metre yüksekliğe kadar çıkan, orman örtüsünün yerini bu yükseltiden sonra çayır örtüleri almaktadır. Tarım faaliyetlerinin iklim ve yer şekilleri etkisi ile sınırlı olması ve çayır örtüsünün varlığı hayvancılığın ön plana çıkmasına neden olmuştur.

Fotoğraf 6: Hayvancılık önemli ekonomik faaliyetler arasındadır.

Bitki örtüsünden bahsederken endemik bir tür olan “ters lale”den bahsetmemek olmaz. Ters lale yöre insanı tarafından “ağlayan lale” olarak da bilinmektedir. Bu tür, günümüzde koruma altına alınmıştır.

Fotoğraf 7: Hakkari topraklarının kıymetlisi, ters lale

Hakkari ile özdeşleşen tek unsur ters lale değildir. Kendine özgü gelenekleri, yemekleri ve davranış biçimleri de vardır. Bunların şekillenmesine hem coğrafi koşullar hem de farklı medeniyetlerle etkileşim neden olmuştur. Örneğin; sofralarında hayvansal ürünlerin yaygın olması hayvancılık faaliyetlerinin yaygınlığıyla yani doğrudan coğrafya ile açıklanır.

Hayvansal ürünlerin eksik olmadığı Hakkari mutfağında tirşik, niskin, av pivazk, dewin, dewinbabigiyaa adındaki yöresel çorbaların içinde et suyu, yoğurt, tereyağı eksik olmazken, kebaba bacanreşkan (patlıcan kebabı), kotilkenheşandi, qiris, doleme (kabaklı köfte), goşteberxa (kuzu kebabı), kebaba Hekkariye (Hakkari sarması), qeyleselk (sac kavurma), qewirmadizale (kiremitte kavurma), kiftenpitata, başlıca köfte ve kebaplar olup temel maddesi et ve kıymadır. Ayrıca şorbagoşti (etli haşlama), kepaye (mumbar dolması), kotilkdewk (ayranlı köfte), keledoş, tirşkairage (ekşili köfte), tirşkaçeliye, doxeba diğer önemli et yemekleridir. Yukarıda sayılan et yemekleri, kebap ve çorbaların neredeyse tamamı yöredeki yabani otlarla lezzetlendirilmiştir. Bu otlardan başlı başına sebze yemekleri de yapılmaktadır. Yöre mutfağında hayvansal ürünler ve yabani otların dışında üçüncü ana unsur olarak tahıllar yer almaktadır.

Fotoğraf 8: Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Hakkâri insanı da kendi ekmeğini kendi üretmektedir. 

Yukarı Mezopotamya’nın bu sarp coğrafyasının kendine özgü kültürel motiflerinden biri de giysileri ve dokumalarıdır. Kadınlarda da erkeklerde de genelde alt ve üst takımlardan oluşan bir kombinasyon olup, çok renklilik bu giysilerin en çarpıcı özelliklerindendir. Yünden dokunan ipliklerin renkleri ise doğal çevreden elde edilen bitkilerin kök, gövde ve yapraklarından elde edilmiştir. Örneğin: siyah, yeşil cevizin kabuğu ve yaprağından, bordo, runas kökünden, sarı ve mavi, agirat kökünden, katırçiçeğinin sap ve yapraklarından yine sarı ve bazı açık renkler elde edilmektedir (www.hakkari.ktb.gov.tr). Sözü edilen giysiler kırsalda hala popülaritesini korurken kent merkezlerinde özel günler dışında artık çok fazla rağbet görmemektedir. Şel i şepik denilen erkek giysi kombinasyonu şal/şel (pantolon), şepik (gömlek), şutik (kuşak), kerik (kolsuz cepken), sak (tozluk) ve başa bağlanan poşu/puşi den oluşmaktadır. Fistan kiras denilen kadın giysisi kombinasyonu ise fistan (entari), kiras (elbise), kemer, kofi (bir tür başlık) ve kutik denilen kolsuz yelekten oluşmaktadır. Bu giysilerde ipek ve keten gibi farklı malzemeler de kullanılmış olmakla birlikte yünün daha fazla tercih edildiği görülmektedir. Buradan hareketle yine coğrafi şartların ve sosyo ekonomik etmenlerin yaşam koşullarını şekillendirdiği sonucuna varılabilir.

Görsel 2: fistan kiras
Görsel 3: şel u şepik

Fotoğraf 9: Hakkari kadınının yöresel giysiler içinde eski tarihlere ait bir fotoğrafı

 Doğal çevre, ne kadar çetin koşullardan oluşuyorsa insan yaşamına olan etkisi ve önemi de o kadar fazla olmaktadır. Bunu Hakkari’de görmek fazlasıyla mümkündür. Öyle ki doğa, Hakkarililerin dokuduğu kilimlere ve inanışlarına kadar işlemiştir. Kilimlerinde kullandıkları motiflerin çoğuna coğrafi unsurlar sirayet etmiş, bu unsurlar inanışları ve gelenekleriyle bütünleşmiştir. Örneğin: akrep motifine kötülüğe karşı koruyucu, Sarya’nın gülüne analık ve doğurganlık, koçboynuzuna güç, kurtağzına yiğitlik ve güven, yılan tarağına kuvvet ve ölümsüzlük, yıldıza, sahip olduğu kol sayısına göre mükemmellik, evlilik, gökkuşağı, su yoluna yeniden doğuş, muhabbet kuşuna mutluluk, pıtrağa nazara karşı koruyucu, keçi izine üretkenlik, kedi kulağına nazara karşı tedbir, kelebeğe özgürlük gibi anlamlar yüklenmiştir(www.hakkari.ktb.gov.tr).

Yörede bazı topluluklar sarp dağlık köylerde yaşamakta ve geçimini hayvancılıkla sağlamakta iken bazı topluluklar vadi tabanlarını ve ovaları mesken tutup tarım ile geçinmektedir. Bazıları kendi içine kapanık bir yaşam tarzını benimsemişken bazıları daha aktif sosyal ilişkiler kurmuştur. Ancak 1950’ler den sonra Hakkari’nin sosyal, kültürel ve ekonomik yapısında belirgin değişiklikler yaşanmaya başlanmıştır. Teknolojik gelişim, tarım arazilerinin parçalı ve verimsiz olması, uygulanan bazı politikalar değişimin başlamasına temel oluşturmuştur. Gerek yukarıda anlatılanlar gerekse 1990’lı yıllarda tırmanan çatışma ve şiddet olayları, kırdan kente göç hareketlerinin artmasına yol açmıştır. Gerek çevre ilçelerden gerekse merkeze bağlı köylerden Hakkari kent merkezine ve farklı kentlere yoğun göçler yaşanmış, buna bağlı olarak kırsal nüfusta azalma meydana gelmiş, zaten az olan tarımsal üretim daha da düşmüştür. Endüstriyel faaliyetlerin neredeyse hiç bulunmadığı ilde, insani gelişmişlik endeksi değerleri dibe vurmuş, kişi başına düşen gelirin düşüklüğü birçok olumsuzluğa yol açtığı gibi eğitim konusunda da fırsat eşitliğini ortadan kaldırmıştır. Ekonomik nedenler yüzünden eğitimini tamamlayamayan çocuk ve gençler ülkenin ‘öteki’ yüzü haline gelmiştir. Sözü edilen olumsuzluk yalnızca Hakkari’de yaşanmamakla birlikte coğrafi şartlar olumlu adımlar atılmasında direnç oluşturmaktadır.

Türkiye genelinde nüfusun her sayımda arttığı düşünüldüğünde, doğum oranının yüksek olduğu Hakkari’de nüfusun zaman zaman azalması yukarıda sözü edilen olumsuzlukların bir başka göstergesi olarak kabul edilebilir.

Yıllar İtibarıyla Hakkari İl Nüfusu Tablosu

Yıllar

Nüfus (kişi)

Yıllar

Nüfus (kişi)

2000

223.264

2010

251.302

2001

226.676

2011

272.165

2002

229.839

2012

279.982

2003

232.966

2013

273.041

2004

236.234

2014

276.287

2005

239.606

2015

278.775

2006

243.055

2016

267.813

2007

246.469

2017

275.761

2008

258.590

2018

286.470

2009

256.761

2019

280.991

                                                                         (TÜİK, 2019)

Seçilmiş Yıllarda Hakkari İl Nüfusunun Kır ve Kente Göre Dağılımı Tablosu 

Yıl

Toplam Nüfus (kişi)

Kent Nüfusu (kişi – oran)

Kır Nüfusu (kişi – oran)

1965

83937 

14132  (%17)

69805  (%83)

2000

236581

139455  (%59)

97126  (%41)

2014

276287

150000  (%54)

127092  (%46)

2019

280991

165140  (%59)

115851  (%41)

                                                                                      (Hakkari İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü)

TÜİK 2019 yılı verilerine göre Hakkari il nüfusunun ilçelere göre dağılımı ise;

Yüksekova: 118915

Merkez: 78672

Şemdinli: 43886

Derecik: 23377

Çukurca: 16141 şeklindedir.

Sonuç olarak, Hakkari gibi renkli, kendine özgü gelenekleri ve kültürel dokusu olan bir yerin bu sahip olduğu özellikleri koruması önem taşımaktadır. Ancak göçlerin durması ve refah düzeyinin yükselmesi noktasında Türkiye’deki birçok kentte olduğu gibi sosyo ekonomik sorunların giderilmesi gerekliliği kaçınılmazdır. Yöre, eşsiz fiziki ve beşeri özelliklere sahiptir ve bu özellikler birer turizm potansiyeli olarak harekete geçirilebilir.

Kaynaklar:

Fotoğraflar: Arafat ATA

Google Earth: https://earth.google.com/web/@37.36989229,44.2757193,2893.54221036a,159163.99989646d,35y,0h,0t,0r

Hakkari İl Kültür Ve Turizm Müdürlüğü:

https://hakkari.ktb.gov.tr/TR-159074/yeryuzu-sekilleri.html

https://hakkari.ktb.gov.tr/TR-160244/hakkari-ilinde-nufus.html

KİZİROĞLU, A . “Türkiye’nin Nüfus Değişimine Göre İl Bazında Kentleşmesine Bir Bakış (1965-2014)”. Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi 9 (2017): 153-183 https://dergipark.org.tr/tr/pub/ksbd/issue/31387/343464

Türkiye İstatistik Kurumu:

http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1059

http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist

Wikipedia: https://tr.wikipedia.org/wiki/Uludoruk_Buzulu

 

[1] Uğur Okulları Coğrafya Bölümü Ege Bölge Sorumlusu

  Coğrafya Eğitimi Derneği Yönetim Kurulu Üyesi

Yan Derelerde Kütle Hareketlerinin İnsan Yaşamına Etkileri

 

NEVŞEHİR YÖRESİNDE, KIZILIRMAK VADİSİ İLE KUZEY ve GÜNEYDEN KARIŞAN YAN DERELERDE KÜTLE HAREKETLERİNİN (Uçgunlar) İNSAN YAŞAMINA ETKİLERİ

Prof. Dr. Emrullah GÜNEY [1]

Türkiye’de heyelân ve kaya düşmelerinin dağılışı konusunu işleyen haritalar incelenirse, Kırşehir-Niğde-Kayseri üçgeni içinde kalan ve özellikle Kızılırmak güneyindeki alanlarda, kaya düşmelerinin büyük sıklık ve yoğunluk gösterdiği anlaşılır.

Kesin bir sınır çizmemekle birlikte Oligo-Miosen tortul alan ile Pliosen volkanik tüf-ignimbrit alanı arasında bir vadi kazmış olan Kızılırmak, kütle hareketleri bakımından da iki ayrı yöreyi birbirinden ayırır.

Kırşehir masifinin uzantısı olan ve kristalin kalker, gnays yapısı gösteren Hırka Dağı ile granit ve granodioritlerden oluşmuş İdiş Dağı arasındaki Kızılöz depresyonu bir Oligo-Miosen tortulaşma alanıdır. Kızılırmağın kuzey kesiminde yer alan bu formasyona karşılık güneyde Pliosen volkanik malzeme ile örtülü geniş alanlar vardır. Neojen volkanik gölsel ve karasal tüfler bu yörede Oligo-Miosen topografyayı kamufle etmişlerdir. İgnimbritik tüfler, büyük bir ihtimalle Aksaray’ın doğusunda bulunan KB-GD istikametindeki bir fay sistemi ve Ürgüp çevresindeki kırıklardan çıkan ponslu tüfler yukarıda sınırları belirtilen topografyayı örtmüştür.

Oligo-Miosen tortul kayaçları, Neojen volkanik gölsel ya da karasal tüfler, ignimbritler şeklinde ardalanmalı bir sıra izleyen tabakalar Kuvaterner’de plüviyal dönem içinde daha bol su taşıyan ırmak ve derelerle parçalanmış böylece Kızılırmak güneyinde çok geniş alanlar “badlands” kırgıbayır topografyası özelliği kazanmıştır. Kütle hareketleri muhtemelen plüviyal dönemde başlamış ve günümüze değin etkisini sürdürmüştür.

Tüf ve ignimbrit tabakalarının yer aldığı alanlardan başka, özellikle Nevşehir güneyinde bazalt yaylalar yöresi de kaya kayması (rock slide) ve kaya düşmesi (rock falls) olayları bakımından bol verilere sahiptir.

Kızılırmak farklı formasyon alanlarını birbirinden ayırmakla kalmıyor aynı zamanda eğim değerleri yüksek ve düşük yörelerin arasında da sınır çiziyor. Genel olarak söylenebilir ki Kızılırmak güneyi, kuzeye oranla daha çok parçalanmış ve dolayısıyla daha yüksek eğim değeri gösteren bir alan olarak beliriyor.

Nevşehir ve çevresinde kütle hareketlerini değişik yörelerde, değişik özelliklerine göre inceleyelim.

 

1.Nevşehir Güneyinde Bazalt Platolarda Kütle Hareketleri.

Göre formasyonu adı verilen aglomeratik tüflerin üzerinde yer alan bazalt platoları kornişler halinde Göre çayının batı kesiminde dikkati çekmektedirler.Tersier ya da Kuvaterner yaşlı bazaltlar sütun yapılı ve çok çatlaklıdır. Kuzey-güney uzanışlı bir duvar görünümündeki bazalt kaşları dikkat çekicidir. Nevşehir’in hemen güneyindeki bazı mahalleler, güneye doğru uzanan bazaltik duvarın Kahveci Dağı dibinde ve yamacında kurulmuştur. Göre kasabası da aynı durumda Hisar Dağı ile Ballıkaya arasındaki yamaçları doldurmuştur. Nevşehir’in, 1924 Türk-Rum mübadelesi ile getirilmiş Selânikli göçmenlerin yerleştirildiği mahallesi ve Göre’nin tamamı kaya düşme tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır.

Nevşehir-Niğde karayolunun 3. kilometresinden itibaren bazalt kayaçlarının yıkılganlığı ve gösterdiği tehlike konuya yabancı kişilerin bile dikkatini çekecek ölçüde belirgindir. Yörede yaptığım çalışmaya göre bazalt dikliğinin Hisar Dağı denilen kesiminden büyük bazalt blokları doğuya, vadi dibine doğru hareket etmiştir. Sökülme yeri bugün de taze ve belirgin olarak görülebilmektedir. Kayma yolu bugün evlerle kaplanmış olmakla birlikte, yer yer yamacın diğer kesimlerinden farklı olarak yerli tüf kaya açığa çıktığına göre, blok bazalt kütlelerinin hareketi sırasında soyulma çok şiddetli olmuş ve yığılma yerinde yalnız bazaltlar değil, tüfler ve aralarda toprak-moloz da birikmiştir. Yığılma yerinin yerel adı Çağşak Tepe olup, yıkılgan, gevsek, düzensiz anlamına gelmektedir. Gerçekten burada heyelan kütlesi karmakarışık bir şekildedir. Vadinin genişlemeye başladığı bir kesiminde vuku bulmuş bu kütle hareketiyle tepecikler oluşmuş ve muhtemelen Kızılırmak’a doğru akmakta olan çayın önü bu yığıntılarla tıkandığından bir göl seklinde birikim de olmuştur. Suların, çukurluğu doldurmasından sonra set üzerinden yol bulan suların aşındırma faaliyetiyle eğim kesikliği (rupture de pente) giderilerek vadinin doğal eğrisi yeniden düzeltilmiştir. Böyle bir gelişim sürecinin izleri oldukça belirgin olarak vadide görülmektedir. Göre çayı pek az kıvrım yaparak kuzeye doğru akıp giderken, adı geçen heyelân yöresinde zorlandığı belli olacak şekilde kıvrımlar çizmektedir. Yığıntı alanındaki (toma yöresi) bazalt bloklar çarpak görevini üstlendiklerinden Oylu Dağı yamaçlarına doğru da yığınaklar oluşmuştur.

Kütle hareketinin bir değil, iki ya da üç kez tekrarlanmış olması da mümkündür. Oylu Dağından ve Hisar Dağından bakıldığı zaman görüldüğü gibi Çağşak Tepe en büyük yığılma yeri olmakla birlikte kuzeye doğru daha küçük boyutlu diğer tepecikler de karmakarışık blok yapılarıyla benzer nitelikler göstermektedir.

Benzer kitle hareketleri güneye doğru daha değişik boyutlarda olmuştur. Ballıkaya bazalt kütlesi de Hisar Dağı gibi vadi tabanına zaman zaman blokların düştüğü bir yer görünümündedir.

Göre kasabasının, özellikle Hisar Dağı dibindeki kesimi daha büyük tehlike gösterdiğinden evler boşaltılmak istenmiştir. İmar ve İskân Bakanlığının Oylu Dağının batı yamacında yaptırdığı evlerin tamamlanmaması üzerine göç başlamıştır. Bu kesimdeki evler yavan yavaş yıkıntı durumuna gelmektedir.

Bazalt duvarından kopan bloklar yalnız yamaçtaki evlere değil, vadi tabanında yakın zamanda yapılmış evlere de zarar verebilecek özelliktedir.

Blokların düşme tehlikesi karayollarını da yakından ilgilendirmektedir. Nevşehir-Niğde karayolu sürekli olarak bu tehlike ile karşı karşıyadır. Adı geçen kentleri birbirine bağlayan yolun en virajlı kesimi de bu vadi olduğundan yolun geçtiği alanın zaman zaman değiştirilmesi konusu gündeme getirilmiş, Oylu Dağının batı yamacından geçirilmesi düşünülmüş ancak bugüne değin gerçekleştirilememiştir.

Bazalt bloklarının düşmesi ya da dağ göçmesi olaylarından vadi tabanında yer alan bahçeler de etkilenecektir. Kasaba halkının patates, soğan, yonca ekim alanı ve elma bahçelerinin yer aldığı kesim kayan ve göçen kütlelerin yığılma yeri olması hâlinde sebzecilik ve elmacılık bundan zarar görecektir.

Kaya düşmelerinde temel nedenin klimatolojik olduğu anlaşılmaktadır. Kayaç türü de etkilidir. Kayaçtaki çatlak ve kırıklar yanında bunların içlerine gündüz giren suların gece donması ile buzun kama görevi yapması vb. gibi gelişmeler bazalt bloklarının giderek ayrılmasına, kopmasına ve düşmesine neden olmaktadır.

 

  1. Derinkuyu, Kaymaklı ve Mazı Yöresinde İgnimbrit Tüflerinde Kütle Hareketleri.

Göztepe, Til Dağı, Berçene Dağı gibi andezitik domların sivri tepeler olarak belirginleşmesine karşın yörenin genel kayaç yapısı pembe, sarı ve boz renkli ignimbrit tüflerdir. Ancak arakatkılı yer yer değişik özellikte kayaçlar yörenin kayaç tekdüzeliğini değiştirir. Derinkuyu çevresinde marn, göl kökenli kil, marnlı ak tüf,  aglomera, breş, bazalt lavı, kalker gibi değişik kayaçlar görülür.

Yerli halkın dilinde “kepez” olarak geçen ignimbrit tüfler her yerde, yatay ve dikey alanda tekdüze özellik göstermezler, örneğin Kaymaklı-Mazı köyü arasındaki yol boyunca da gözlendiği gibi yamaç tüfleri oldukça yumuşak ve aşınmaya elverişli olduğu halde üstte yer alan örtü ignimbrit tüfleri dikey çatlaklı ve sütunlara ayrılmaya daha yatkındır. Bu nedenle ignimbrit tüf platolarda da kornişli (kaş) vadi şekilleri görülür. Kornişten kopan bloklar vadi tabanına doğru hareket ettikleri zaman yamaçtaki, hattâ düzlükteki evler de bundan zarar görür. Mazı ve Güneyce köylerinde bu tür kaya düşmesi olayları zarar doğurmaktadır.

İgnimbrit kornişten kopan ve vadi düzlüğüne inen bloklar evlerin yapısında kullanılır. Bu durum özellikle Mazı köyünde gözlenmektedir. Bu nedenle evler daha az masrafla yapılabilmektedir. Kaymaklı, Derinkuyu ve Mazı’da bulanan yeraltı meskenleri, tümüyle ignimbrit tüfleri içinde oyularak yapıldığından tavan kalınlıklarının çeşitli nedenlerle, özellikle suyun etkisi ve diğer insan etkinliklerinin sonucu olarak çökmektedir.

 

  1. Uçhisar ve Ortahisar’da Kütle Hareketleri 

Kızılırmak güneyinde, Neojen ve Kuaterner volkanik etkinlikleri sonucu oluşmuş alanlarda eğim değeri yüksektir.   Aglomera ve tüflerin bazalt ve andezitlere nazaran daha fazla çözülmeye ve aşınmaya uğraması ile asılı durumda kalan sert volkanik tabakaların çatlaklar boyunca kopması, kaya veya blok akıntılarının meydana gelmesine yol açmaktadır.

Uçhisar’da egemen kayaç türü olan ak renkli tüfler andezin, biotit parçalarını içermekte olup kalker çimentolu çökeller halindedir.

Yörenin en büyük boylu peri bacalarından (conical pinnacles) birinin bulunduğu Uçhisar’da antropojen etkiler önemlidir. İnsan eliyle oyulmuş mağaraların duvar ve tabanlarının incelmesi ile göçüntü ve çöküntü eylemi hızlanır. Atalay’ın belirttiği gibi aglomera ve tüfler daha fazla çözülmeye ve aşınmaya uğramaktadır. İnsan eseri mağaraların üstünden köyün sokakları geçmektedir. Suların etkisi, donma çözülme gibi klimatik olaylar yanında motorlu araçların yarattığı titreşimler de mağaraların göçmesini hızlandırmaktadır. Uçhisar köyünün özellikle doğuya bakan mahalleleri kaya düşmesi tehlikesi karşısında boşaltılmış, Nevşehir-Göreme yolu köyün içine girdirilmeden, biraz kuzeye alınmıştır. Ortahisar kasabası için de benzer bir durum vardır. Dev bir peribacasının içine, çevresine, yakın eteğine kurulmuş evleriyle yabancı gezginlerin dikkatini, hayretini ve hayranlığını çeken Ortahisar, kaya düşmesi olaylarının en tehlikeli türleriyle karşı karşıya gelmiştir.

Ortahisar’daki bu dev peribacası Neojen yaşlı akıntı tüfleri ve süngertaşı akıntılarının egemen olduğu bir kaya türüdür. Kale, akıntı tüflerinin kaynaklı kısımlarından oluşmaktadır (Kaynaklı tüf, burada ignimbritik tüf anlamındadır). Mağara göçmelerinin nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:

1.Yağış sularının sızarak mağara tabanında küçük su birikintileri oluşturmaları,

2.Sel sularının etkileri

3.Yeni konutların yüklemeleri.

Görüldüğü gibi Ortahisar’da da klimatik etkiler, jeomorfolojik, topoğrafik etkenler ve antropojen etkiler kütle hareketlerinin oluşumunda belirgin önemleri vardır.

 

  1. Ürgüp ve Damsa Çayı Vadisinde Kütle Hareketleri

Kaya düşmeleri en çok Neojen volkanik fasiyeste görülmektedir. Bu oran % 2o olarak hesaplanmıştır. Ürgüp yöresinde de kütle hareketleri içinde en çok kaya düşmeleri olmaktadır. Aglomeratik tüflerde kaya düşmesi oranı da % 15 olduğuna göre yörenin ne büyük ölçüde kütle hareketleri bakımından birinci derecede bir yöre olduğu ortaya çıkmaktadır.

Kuzey-Güney doğrultulu ve Ürgüp kasabasının hemen önünden akan Damsa Çayı vadisi derin kazılmıştır. Ürgüp, Damsa çayına karışan derelerin kuru yataklarında ve vadilerin yamaçlarında kurulmuştur. Aglomeratik tüf ve kaynaklı tüfler özellikle mağaraların oyulmasıyla zayıfladıklarından yıkılganlıkları artmıştır. Antik çağdan günümüze, Kapadokya’nın en eski yerleşme merkezlerinden biri olan (Eski adı Osiana) ve kayalara oyulmuş meskenleriyle ve kiliseleriyle dikkati çeken Ürgüp’te kütle hareketleri insanın olumsuz etkileri ve işleyişiyle artmıştır.

1950’lerin başlarında, devletin de yardımıyla çağdaş konutların yapılmasıyla bu mağara evler boşalmışsa da, köylerden Ürgüp’e olan göçlerde yine de ev olarak kullanılabilmektedir.

Damsa Çayı vadisinde Mustafapaşa (Sinason) kasabası da Ürgüp benzeri özellikler gösterir. Ancak Ürgüp’ten farklı olarak burada andezit ve bazalt akıntıları da tüflerin üzerinde görülür. Kaya göçmeleri ve kaya düşmeleri çok büyük boyutlara varmakta, özellikle don çözülme mevsimi olan ilkbaharda çatlaklı yerlerin genişlemesi ve ayrılmasıyla tüf bloklar çukurlara inmektedir.(1978 Nisan ayı içinde, kasabanın en merkezi yerinde büyük bir kaya düşmesi olmuştur.)

Damsa Çayı vadisindeki diğer köylerde, Cemil, Taşkınpaşa ve Şahinefendi köylerinde de benzer özellikler vardır. Kaymaklı-Mazı köylerinin doğuya doğru uzantısı olan tabüler-masa yapılı ignimbrit tüf platolar adı geçen köylerin batısında yükselmektedir. Ignimbritik tüflerin oluşturduğu kornişler çatlaklı ve bloklara ayrılabilme niteliği taşıdığından vadi tabanına doğru kolaylıkla hareket edebilme eğilimindedir.

Damsa Çayına Başdere, Karacaören yöresinden katılan ikinci derecedeki çayın vadisinde de benzer özellikler gözlenebilmektedir.  Kızılırmak’ a, kuzeye aklanlı arazinin parçalanması ile üstü düz yapılı (tabulaire) ignimbrit platolar yer yer izole-ayrık tepeler durumuna gelmişlerdir. Vadi yamacındaki Demirtaş köyü, kornişten kopan blokların evleri tehdidi tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğundan boşaltılmış ve ignimbrit plato düzlüğüne yeniden modern bir köy kurulmuştur. Bugün Demirtaş köyü Nevşehir-Kayseri yoluna 2 km uzaklıkta, ulaşım kolaylığına sahip, gelişmelere açık bir köydür.

Adı geçen Demirtaş köyüne çok yakın Akköy ve Başdere’de de hemen aynı özellikte kütle hareketleri olmuştur ve muhtemelen de yenileri olabilir.  Kasabanın  evlerinin çoğu vadi yamacına oyulmuş mağaraların üzerindedir. Mağara göçmeleri ile evlerin yıkımı kolaylaşmaktadır. Akköy de kaya düşmesi tehlikesi ile karşı karşıdadır.

 

5.Göreme ve Zelvede Peribacalarının ve Mağaraların Göçmesi

Uçhisar-Avanos-Ürgüp üçgeni arasında en belirgin, dikkati çeken özellikte ve yoğunlukla oluşmuş bulunan peribacaları (conical pinnacles) tüflerin içerdiği diğer katkı maddelerinin azlığına, çokluğuna, sertliği ve yumuşaklığına göre değişik yıkım ve aşınma özellikleri gösterirler.

Tüf aglomeralarda peri bacalarının oluşumu ile süngertaşı, andezit, dasit ve riyolit parçacıkları içeren tüflerde peribacalarının oluşumu farklıdır. Ayrıca ardalanmalı olarak kalker arakatkılı ve çört damarları bulunan tüflü alanlarda da peribacaları hiç oluşamamaktadır.

Bir insan yaşamı içinde gözlenebilecek bir süratle oluşan peri bacalarının doğal olarak yıkımı ve yok olması da süratli olmaktadır. Pembe renkli ve sıkıştırılmış toprak niteliği gösteren yerlerdeki peri bacaları bu türdendir.

En ideal koşullarda oluşmuş ve 35-40 metre yüksekliği olan peri bacaları antik çağlardan günümüze değin, ev, şarap yapım yeri, kilise, ambar, depo, ağıl ve ahır olarak kullanılagelmiştir. Kolayca oyulabilme ve kesilebilme niteliği taşıyan yörenin peribacaları, ağacı kıt ve zor sağlanan Kapadokya’da, hiç tahtaya gereksinme duyulmadan konut yapımına olanak tanımışlardır. Ancak peri bacalarının içlerinin kat kat oyulması ile de onun yıkımına ve süratle çökmesine yardım edilmiş olunmaktadır. İçinin oyulması, boşaltılması ile tavan ve duvarlar oluşmakta, ancak yüzeysel aşınmanın gece ile gündüz, yaz ile kış arasındaki büyük sıcaklık farklılıkları nedeniyle hızlı bir gelişim gösterdiği yörede, peri bacaları insanın olumsuz işleyişiyle süratli bir yıkıma uğratılmaktadır. Bunun sonucunda kimi yöreler bir peribacaları harabesi görünümü kazanmıştır. Delik deşik görünümleriyle doğal güzellik içinde çirkinlikleriyle, insanın doğaya olumsuz etkilerinin canlı ve tipik bir örneği durumundadırlar. Kızılırmak’a açılan bir derenin Aktepe kuzeyinde açtığı çok dar ve tipik bir vadide kurulmuş olan Zelve köyü de kaya düşmeleri ve peribacalarının yıkılması tehlikeleri karşısında Avanos-Ürgüp yolu yakınına alınmış ve burada Aktaş adı ile yeni bir köy kurulmuştur. Zelve vadisindeki eski yerleşme, kilise ve cami kalıntılarıyla, ev yıkıntılarıyla turistlerin en çok rağbet gösterdikleri bir yer olmuştur.

Peribacaları alanı (conical pinnacles fields) içinde yer alan Göreme kasabası (eski Avcılar, Maccan, Marçian) da benzer tehlikelerle karşı karşıyadır. Yörede peribacalarına insan müdahalesinin en yoğun olduğu yerlerin başında Göreme gelmektedir.

 

6.Avanos’ ta Alüvial Sekiler ve Küçük Kütle Hareketleri

Kızılırmak vadisinde üç seki düzeyi saptanabilmektedir. Vadinin özellikle güney kesiminde sekiler silindiğinden, bakışım özelliği ortadan kaldırılmıştır. Avanos kasabasının en eski yerleşim yeri olan ve bugün de evlerin bulunduğu kesim tam olarak çimentolanmamış en yeni sekinin kornişlerinin altına kurulmuştur. Donma ve çözülme olaylarıyla iri çakıllı malzemeden oluşmuş bloklar zaman zaman ayrılıp düşmektedir. Seki üst düzlüğünün de ekenek ve harman yeri olarak kullanılması bu gelişimi hızlandırmaktadır. Ancak sekinin çakıllı bloklarının yarattığı tehlike hiçbir zaman bazalt ya da ignimbrit tüflerinin düşmesi ile oluşan tehlike ölçüsünde büyük olmamaktadır.

 

7.Kızılırmak Vadisinde Kütle Hareketleri 

a) Saruhıdır Yöresi: Vadinin sol yamacında ignimbritik tüfler, bir duvar özelliği gösterirler. Düzenli bir yapı göstermeyen yöre ignimbritleri çamur akıntıları (lahar deposits) içerir. Kızılırmak’ ın vadisini, Karadeniz’ in alçalmasına koşut olarak derine kazması üzerine yöre bir gömük menderes (meandre encaisse) görünümü kazanmıştır. İgnimbrit tüf duvar yıkılganlık durumu nedeniyle tehlikeler göstermektedir. Bu nedenle ırmağın çarpak yeri ile doğal duvar arasına sıkınmış ve kaya düşmeleri tehlikesi içinde bulunan köy, ırmağın karşı yakasına ve İdiş Dağının oldukça az eğimli ve eski, aşındırılmış seki düzlüklerine taşınmıştır. Burada İdiş Dağının granit ve granodiyoritleri faylarla parçalanmış ve travertenler oluşmuştur. Vadi yamacında kat kat traverten çökelleri fazla dikey bir özellik taşımadıklarından tehlike de göstermezler. Sarıhıdır köyünün asıl önemli kesimi İdiş Dağı eteklerine taşınmış olmakla birlikte, yine de eski yerinde küçük bir evler topluluğu kalmıştır ve bunlar yine kaya düşme tehlikesi altındadırlar.

b) Yüksekli Yöresi: Gülşehir-Hacıbektaş yolunun batısında kalan yörede Neojen volkanik tüfler üzerinde küçük ölçüde kütle hareketleri görülmektedir. Kızılırmak burada değişik formasyonlar arasında sınır çizme durumunda değildir. Vadinin her iki yakasında Neojen volkanik tüfler yaygındır. Yüksekli köyü yakınlarında pek iyi gelişememiş peri bacaları dikkati çekmektedir. Salanda (Gümüşkent) yakınlarına doğru geniş bir alanda, kuru derelerin yamacında gelişen bu peri bacalarının içleri oyularak kilise ya da ev durumuna getirilmiştir. Bu işlem adı geçen kaya piramitlerinin daha kolayca yıkıma uğramasını ve harabe görünümüne geçmesini kolaylaştırmıştır. Yine aynı biçimde bugünkü Yüksekli Köyünün evlerinin büyük bölümü çok eski dönemlerde yapılmış, bir yeraltı meskenler topluluğunun üzerinde bulunmaktadır. Benzerlerine Kaymaklı, Derinkuyu, Özkonak kasabalarında rastladığımız yeraltı kentleri (unterirdische stadts) grubunun bir başka örneği de burada bulunmaktadır. Yumuşak tüf kayalar oyularak, yeraltı sokakları diyebileceğimiz dehlizler, odalar, ahırlar yapılmıştır. Adı geçen bu oyuklar, odalar bazı ailelerin tekelindedir. Ancak bu yeraltı meskenlerinin üzerine yeni evlerin yapılması, mevcutlara yeni odaların eklenmesi ile binen ağırlık, özellikle yivli yerlerde ya da tavanın ince olduğu yerlerde göçme ve çökmelere neden olmaktadır.

c) Gülşehir Yöresi: Volkanik tüf ve kalkerden oluşan daha güneydeki dağlardan ayrılan ve münferit  (isolated) bir tanık tepe durumuna gelen tabüler yapılı bir yükseltinin eteklerine kurulmuş olan Gülşehir kasabasında da benzer kütle hareketleri görülmektedir. Tanık tepenin üstünde yatay duruşu bozulmamış ince bir kalker tabakasının varlığı korniş (kaş) oluşumuna olanak tanımıştır. Kornişken kopan kalker bloklar evler için tehlike göstermektedirler. Ayrıca tanıktepenin kuzey ve batısındaki bazalt lav akıntıları da benzer tehlikeler yaratmaktadır.

 

  1. Özkonak Yöresinde Kütle Hareketleri 

İdiş Dağı granit-granodiyorit kütlesi içinde bir ada durumunda olan Neojen volkanik tüf formasyonu Özkonak yöresinde kütle hareketlerinin oluşumunda belirgin bir nitelik göstermektedir. Özkonak (Genezin) kasabasının içinden geçen ve kuzeye doğru araziyi derince kazmış yalnız bahar yağmurlarının ardından suları bollaşan bir derenin vadisinde yer alan evleri, çok çatlaklı ve yıkılgan özellik gösteren tüfler yüzünden tehlikelerle karşı karsı karşıyadır. Vadinin yamaçları son derece diktir ve geçmişte bu dikliklerin içi oyularak evler yapılmıştır. Zamanla daha gelişkin sosyal ve ekonomik düzeye ulasan halk, kaya oyma evlerin üstüne kurmuşlardır konutlarını. Çatlaklı, yivli ve çok çabuk aşınan pembemsi tüfler evler için büyük tehlike göstermekte devam etmektedir. Kasabanın hemen içinde bir bahçenin ortasından, hiçbir belirgin kabarıklık olmaksızın izin ve dıştan bakıldığında anlaşılamayacak derecede silik bir yöre, içerden tüfleri oyularak yeraltı meskenleri yapılmıştır. Yüzeyin tatlı eğimine uyularak, diğer kentlerin tersine merdivenli değil, gittikçe alçalan dehlizlerle sokaklar yapılmış ve yanlara odalar, şarap yapım yerleri oyulmuştur. Yeraltı kentinin yapıldığı volkanik tüfler bölgenin en yumuşak tüfleridir. Kasabanın güneyinde yer alan Saray adındaki aynı özelliği gösteren yerleşme merkeziyle bağlantısı olduğu sanılmaktadır. Yeraltı kentlerinin bağlantısı da yeraltında olacağından, kolayca çökme, göçme nedeniyle bu bağlantı kesilmiştir.

 

  1. Oligo-Miosen Jipsli Fasiyeste Kütle Hareketleri

Neojen volkanik fasiyese oranla adı geçen formasyonda kütle hareketleri son derece minyatür boyutlarda olmaktadır. Kızılöz depresyonu kıyılarında yer alan köyler, hiç bir zaman Kızılırmak güneyindeki köylerin karşılaştığı tehlike ile karşılaşmazlar. Çünkü topografya büyük eğim farklılıkları göstermemektedir. Bu nedenle kütle hareketleri söz konusu edildiği zaman bu fasiyesin yaygın olduğu alanlar dikkate bile alınamaz.

[1] Emekli Öğretim Üyesi