Doğal Kaynak Olarak Karbondioksit

 

DOĞAL KAYNAK OLARAK KARBONDİOKSİT: ÜRETİMİ VE TÜKETİMİ

Ahmet AYDOĞMUŞ [1]

    Bir karbon ve iki oksijen atomundan oluşan, havadan 1.53 kat ağır, renksiz, kokusuz, yanmayan, ekşimsi, suyla karışınca karbonik asit oluşturan bir gazdır. Zehirli değildir. Havadaki oranı %30’u geçtiğinde solunumu ve oksijen alımını engellediği için boğucu ve ölümcül olmaktadır  (1).

   Havadan ağır olduğu için havalandırma yapılamayan kuyularda ve maden ocaklarında birikebilmektedir. Basınç altında sıvılaşır. Gaz olarak 1 atmosfer basınç ve 0°C sıcaklıkta yoğunluğu 1,97 kg/m³, sıvı olarak da -56°C sıcaklıkta 1,77 kg/dm³ yoğunluktadır (2).

   Atmosferde ortalama değer olarak % 0,035 oranında bulunur. Bu oran yer ve zamana göre değişmektedir. Karalar üzerinde yüksek, denizler üzerinde düşüktür. Gece yüksek, gündüz düşüktür. Şehirler çevresinde yüksek, kırsalda düşüktür. Küresel iklim değişikliğinin önemli bileşeni, sera gazlarından biridir. Karbondioksit oranı arttıkça yeryüzünün ortalama sıcaklığı artmakta, oranı azaldıkça da soğumaya neden olmaktadır.

   Bitkiler karbondioksit alarak fotosentez yapar, yan ürün olarak oksijen üretir. Hayvanlar ise oksijen alarak solunum yapar. İnsanın solunum yolundaki havanın karbondioksit oranı %0,03 iken solunumla atılan hava içerisindeki karbondioksit oranı % 3,6 olmaktadır (3).

   Biyokütle ve fosil yakıtların yanması sonucunda da atmosfere karbondioksit salınmaktadır. Küresel iklim değişikliğinde çok önemli etken olan karbondioksit oranı 1880 yılında 290,8 ppm iken 2021 yılında 418,2 ppm değerine ulaşmıştır (Anadolu Ajansı). 30 Temmuz 2023’de ölçülen değer ise 421.61 ppm’dir. Fosil yakıtların yoğun kullanımı bu değeri yükseltmiş ve küresel iklim değişikliği gündeme gelmiştir. Karbondioksit üretimi baca gazlarından, kimyasal reaksiyonlardan, fermantasyondan ve doğal kaynaklardan elde edilmektedir (4).

Tablo 1. Mauna Loa’da haftalık ortalama karbondioksit değerleri ( https://gml.noaa.gov/ccgg/trends/weekly.html )

   Doğal karbondioksit serbest gaz olarak volkanik bölgelerden, aktif fay hatlarından çıkar. Çözünmüş gaz olarak da jeotermal sularda ve kaynak sularında bulunur. Doğal karbondioksit dört kaynaktan gelmektedir. Bunlar magmatik, metamorfik, jeotermal ve sedimanter kökenli kaynaklardır. (4).

   Dünyada ve Türkiye’de doğal karbondioksit üretim ve tüketimi artış göstermektedir  tüketimde en büyük payı kimya sanayisi almaktadır. Petrol çıkarılması, kurubuz üretimi, gazlı içecek üretimi diğer kullanım alanlarıdır. Ayrıca yangın söndürme cihazlarında, seracılıkta, kaynak makinelerinde ve tıp alanında da kullanım alanı bulmuştur. (1).

   Sağlık Alanında Karbondioksit

   Karbondioksit gazı sağlık sorunlarına neden olabilmektedir. Türkiye’de binlerce noktadan atmosfere gaz çıkışları olmaktadır. Bunun bir örneği Van İlimizin Çaldıran ilçesinde yaşanır. 240 konut içinde yaşayan insan ve hayvanlar  etkilenir. Yapılan sondajlarla gaz çıkışları kontrol altına alınır. Gazlı 240 konutun sayısı 37’ye düşer. Sorunun çözülemediği 14 konutun da yerinin değiştirilmesi teklif edilir (1).

   Sağlık kuruluşlarında teşhis ve tedavi amaçlı da karbondioksitten yararlanılmaktadır. Böbrek yetmezliği olan hastalarda damar görüntülenmesinde bazı kontrast maddelerin yerine kullanılmaktadır.  Ayrıca karın bölgesinin görüntülenmesinde de kullanılıyor, reaksiyona girmeyen bir gaz olan karbondioksit vücuttan kolayca atılmaktadır. Laparoskopik ameliyatlarda karın bölgesi karbondioksit gazı ile şişirilerek operasyon kolaylaşmaktadır (6).

   Karbondioksitin değişik oranlarda etilen oksitle ile karışımı ameliyat tıbbi malzemeleri, şırınga, iplik, önlük, örtülerin sterilizasyonunda kullanılır (lindegazmarket.com/).

   Tarım Alanında Karbondioksit

   Bitkiler fotosentez için karbondioksit kullanır. Yapraklardaki stomalardan alınan gaz, su ile birlikte ışık enerjisi kullanılarak besin ve oksijene dönüştürülür. Ortamdaki karbondioksit değeri fotosentez hızını etkiler. 150 ppm’de bitkiler ölmeye başlarken, 10.000 ppm’de  de bitkiler yaşayamaz. 1200 ppm değeri en iyi gelişimi sağlar. Seracılıkta bu gaz araştırma konusudur.  Sera içerisinde atmosferik karbondioksit gaz değerini yükseltmek için doğal gübrenin  fermantasyonundan yararlanılır. Fosil yakıtlar yakılarak gaz artışı sağlanırsa da birçok zararlı gaz da ortama yayılacağı ve pahalı olacağı için önerilmemektedir.  Üzerinde küçük delikleri olan borularla sıvı karbondioksit dağıtılması ve katı kurubuz kalıplarının kırılıp kaplara konularak gaz artışı sağlanabilir. Bu işlemlerde gaz çıkışını kontrol altında tutmak da sorun olabilmektedir.

   Sonuç olarak seralarda 1000-1200 ppm dolayındaki karbondioksit düzeyi bitki gelişimi ve turfandacılık için uygun olarak ifade edilmektedir  (8).

   Gıda Sanayinde Karbondioksit

  Genellikle gaz halinde kullanılmaktadır. Gıda maddelerinin uzun zaman bozulmadan korunması, depolanması, taşınması ve tazeliğinin korunmasında katı karbondioksit-kurubuz kullanılır. Soğutma kapasitesi çok yüksektir, küflenme ve bakteri oluşumunu engellediği gibi ürünün nem kaybını da engeller, buruşma ve büzülmeleri önler (1).

   Gazlı içeceklere, maden suyu, kola, bira gibi içeceklere eklenen karbondioksit gazıdır. Dondurulmuş gıdalarda, meyve sebze ve çiçeklerin korunmasında, çabuk bozulabilen maddelerin paketleme tazeliğinin korunmasında, dondurma, süt ve tereyağı üretiminde kullanılır (4). Uçaklarda, gemi ve trenlerde ikram edilecek yiyecek ve içeceklerin servis zamanına kadar bozulmadan saklanması kurubuz ile mümkün olmaktadır (10).

   Yaz aylarında taze balığın korunma ve taşınması da kurubuz ile mümkündür.  Böcekleri öldürmek için kuru gıdaların saklandığı silolara karbondioksit gazı pompalanır.

   Karbondioksitin Diğer Kullanım Alanları

  • Sahne şovlarında ve müzik programlarında sis efekti oluşturmak için,
  • Spreylerde itici gaz olarak,
  • Yangın söndürme tüplerinde,
  • Otomobil hava yastıklarında,
  • Petrol kuyularında kalan koyu kıvamlı petrolü çıkarmak için basılan karbondioksit akışkanlığı artırarak çıkarımı kolaylaştırır,
  • Gazaltı kaynak makinelerinde,
  • Üre gübresi üretiminde,
  • Kurubuz tanecikleri ile metal yüzeylerin temizlenmesinde,
  • Patlayan şeker üretiminde,
  • Kahvenin kafeinini gidermede kullanılmaktadır.
  • Yapay yağış oluşturmanın bir yolu da kurubuz parçaları ile bulutların tohumlanması için uçaklardan bulutlara serpilmesidir.

   Kurubuz-Katı Karbondioksit

   Sondaj ile açılan kuyulardan üretilen ve jeotermal sulardan ayrıştırılan gaz saflaştırıldıktan sonra basınç ve düşük sıcaklık koşullarında sıvılaştırılır.  Yatay veya dikey yalıtımlı, içten soğutmalı tanklarda depolanır. Yüksek basınç ve düşük sıcaklık koşullarında taşınır. Kurubuz fabrikasına getirilen sıvı karbondioksit özel tanklara boşaltılarak üretimde kullanılır.  Sıvı karbondioksitin üzerindeki basınç  kaldırılıp  delikli bir sistem yoluyla normal atmosfer basıncında  genleşirken kendini dondurur, kar ve buz parçacıklarına dönüşür. Bu parçacıklar özel yöntemlerle sıkıştırılarak blok, pelet ve nuget gibi şekillerde satışa sunulur. Strafor kutularla taşınır. Katı olan kurubuz süblimleşerek gaz haline geçerken çok yüksek soğutma özelliğine sahiptir ve ortama karbondioksit gazı salar (1). Bu nedenle zaman içerisinde kütle kaybeder. Beyaz renkte ve kokusuzdur. Hava içindeki ısıyı düşürerek  havadaki su moleküllerini soğutup sis oluşumuna neden olur. Düğünler ve sahne sanatlarında sis efekti oluşturmak amacıyla da kullanılmaktadır.

   Gaz hale geçerken kalıntı bırakmaz, zehirli değildir fakat yoğun soluma ile oksijen alımını engeller. Kurubuz  cilde temas ettiğinde don ısırığı oluşturur, bu nedenle eldivenle dokunulmalıdır.

   1925 yılında ABD’de ticari ürün olarak satılmaya başlayan kurubuz, günümüzde doğal karbondioksitten üretilip birçok alanda tüketilmektedir.

  Türkiye’de Karbondioksit Aramaları

   Dünyanın tektonik yönden hareketli alanları doğal karbondioksit  varlığı bakımından zengin alanlardır.  Fay hatları ve volkanik etkinliklerin bulunduğu Türkiye  zengin kaynaklara sahiptir. Yeraltı suları, jeotermal sular ve sondajla açılan kuyulardan üretim yapılır. Binlerce noktadan milyonlarca ton karbondioksit atmosfere geçmektedir (11).

   Doğal karbondioksit çıkışları eskiden beri bilinmektedir. Dünyanın manto katmanından kaynaklandığı için tükenmez bir kaynak olduğu düşünülmektedir. Sadimanter kökenli olduğu düşünülen karbondioksit sahası Siirt-Dodan’da bulunuyor. Yöredeki ağır petrolün çıkarılmasında kullanılacaktır. Türkiye’de doğal karbondioksite yönelik araştırmalar 1939’da başlatılır. Günümüzde arama çalışmalarını MTA Genel Müdürlüğü yapmaktadır. Üretim, 1986 yılında kurulan bir tesiste başlar (1).

   Artan nüfus ve kentleşme, hazır gıda sanayinin hızla büyümesi karbondioksit pazarının da büyümesine neden olmuştur.  Türkiye’de farklı kaynaklardan üretilebilecek karbondioksit potansiyeli TC Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Kuzeydoğu Kalkınma Ajansı (KUDAKA, 2021) sayfasında yayınlanan raporda yer almaktadır.
( https://www.kalkinmakutuphanesi.gov.tr/assets/upload/dosyalar/erzincan-ili-sivi-karbondioksit-isleme-tesisi-on-fizibilite-raporu-2021.pdf  Tablo-3 sayfa 8, Tablo-4 sayfa 10, Tablo-5 sayfa 10 ve 11 ) 

Resim. Kurubuz  https://eurekaoxygencompany.com/2017/09/15/what-is-dry-ice/

    Kaynaklar

  1. Gönenç Osman.,Karbondioksit ve Türkiye’de Karbondioksit Aramaları, MTA Genel Müdürlüğü, Ankara 1990.
  2. Erzincan İli, Sıvı Karbondioksit İşleme Tesisi, Ön fizibilite raporu, TC Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Kuzeydoğu Kalkınma Ajansı, KUDAKA; 2021.
  3. Koz Mitat., Solunum Sistemi Fizyolojisi, https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/8351/mod_resource/content/1/9.Solunum%20fizyolojisi.pdf
  4. Karbondioksit, (http://www.guneydogalgaz.com/tr/uretimler/karbondioksit-co2)
  5. Dünya CO2 ppm değeri, https://gml.noaa.gov/ccgg/trends/weekly.html
  6. Gümüş Burçak.,Tıp Alanında CO2, https://drburcakgumus.com/tedaviler.php?id=20
  7. Karbondioksit ve Sağlık, https://www.habas.com.tr/uploads/files/MSDS/Karbondioksit%20Medikal.pdf
  8. Tezcan Ahmet, Atılgan Atılgan ve Öz Hasan., Seralarda CO2 Düzeyi, CO2 Gübrelemesi ve Olası Etkileri
    https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/308765
  9. Karbondioksitin Ticari ve Endüstriyel Kullanım Alanları Hangileridir?
    https://www.atlascopco.com/tr-tr/compressors/wiki/compressed-air-articles/carbon-dioxide-uses
  10. Kurubuz, https://en.wikipedia.org/wiki/Dry_ice
  11. Yılmaz Hazım., Ülkemizde Doğal CO2 Çıkışlarının Çevre Üzerindeki Etkileri,Bilim ve Teknik Dergisi,Temmuz 1990, sayı 272
  12. Erol Oğuz., Genel Klimatoloji, Havadaki CO2, sayfa 23.
  13. https://www.seralgaz.com/karbondioksit.php
  14. Yılmaz Hazım., Ülkemizde Doğal Karbondioksit Potansiyeli ve Yasal Durumu.
    https://www.jmo.org.tr/resimler/ekler/1cdd433a18e3949_ek.pdf?dergi=HABER%20B%DCLTEN%DD

Not: Ankara İvedik OSB’de üretim yapan Başkent Kurubuz AŞ yetkililerine teşekkür ederim.

[1] Emekli Coğrafya Öğretmeni, ANKARA

Kıtaların Kayması ve Canlı Dağılımına Etkisi

 

Kıtaların Kayması ve Canlı Dağılışına Etkisi

Cansu Çulha[1]

Giriş:

Dünyayı güneş sistemi içerisinde yer alan öbür gezegenlerden farklı tutan en önemli hususlardan biri, kıtaların kayması ya da diğer adıyla levha tektoniği aracılığıyla sürdürülen jeolojik evriminin var olmasıdır (Polat, 2016). Dünyamızdaki bu jeolojik olayların geneli, levha sınırlarında oluşan fiziksel ya da kimyasal olaylardan etkilenme yoluyla meydana gelmektedir. Bu etkileşimler sonucunda yeni dağ sıraları ve adalar oluşurken; Asya ve Hindistan kıtalarının birleşimi gibi kıta birleşimi ya da Afrika ve Güney Amerika kıtalarının ayrımı gibi kıta ayrımı da gerçekleşmektedir. Ayrıca Alaska ve Batı Kanada gibi de bazı adaların kıtalara ek olarak yerleştiği de görülmektedir (Polat, 2016).

Levha sınırlarında oluşan bu olaylar neticesinde, canlıların yer aldığı coğrafik ortam diğerleri ile ilişkisi kesilmekte veya oluşan yeni ilişkiler ile canlılarda göç etme durumu görülmektedir. Yaşanılan coğrafik ilişki kesintileri, göç etmeleri ve ortam değişikliği, türlerin bazılarının yok olmasına ya da yeni türlerin meydana gelmesine sebebiyet vermektedir (Polat, 2016).

Jeolojik Evrim ile Canlı Dağılışı:

Paleozoik sonları ile mezozoik döneminin başlarında var olan Süperkıta Pangea’nın parçalanmaya başladığı süreçte, okyanusal alanları genişlemiş ve Orta ve Güney Atlantik okyanusunun gelişiminin yanı sıra Kuzey Atlantik oluşumu da başlamıştır. Bu süreç içerisinde Kuzey Amerika’da yer alan büyük iç deniz kurumuş ve Grönland’da Amerika kıtasından ayrılmıştır ve Güney yarım kürede Gondwana kıtası parçalanmalara devam etmekte ve Avustralya bu kıtadan ayrılmıştır. Bu değişiklikler gerçekleşirken ormanların geneli, güneyde yer alan kıtalarda; tropikal ve yarı tropikal yağmur ormanları ise ekvator çevresinde yer kaplamıştır. Bu bölgelerin yanı sıra kuzeyde daha soğuk alanlarda çam ormanları yayılış göstermiştir (Sakınç, 2006).

Amerika kıtasının kuzey ve güneyi, evrimleşmeye başlayan marsupial türündeki keseli hayvanlara kuzey bölgelere gitmesi için yol meydana getirmiştir. Bilimsel verilerden elde edilen kanıtlar doğrultusunda fosiller görüşü doğrular niteliktedir. Bu durumda plesental memeliler ise kuzeyde yer alan kıtalarda kemirici ve primatlar ile yayılımını sürdürmüştür. Aynı şekilde fosil kanıtlar doğrultusunda Güney Amerika’da yer alan toynaklıların kuzeyde ortaya çıktıktan sonra güneye karaköprü sayesinde geçiş yaptıkları belirtilmektedir (Sakınç, 2006).

Bu durumlar neticesinde günümüzde uzaklıkları oldukça fazla olan kara parçaları 500 milyon yıl önce birleşik vaziyette bulunduğu anlaşılmaktadır. Büyük yok oluşun ardından ortama adapte olabilen bazı faunalar evrimleşip hayatta kalmaya devam etmişlerdir. Böylelikle 500 milyon yıl önce evrimleşen bu faunalar çeşitlenmeler ile milyonlarca yıllık bir yolculuğa adım atmıştır (Sakınç, 2006).

50 milyon yıl kadar önce ya da Eosen döneminde Kuzey Amerika ile Asya kıtası arasında oluşan Bering Köprüsü sayesinde hayvanlar bu iki kıta arasında dağılış göstererek önemli bir coğrafik olayı oluşturmuştur (Türkeş,2015). Bu olay deniz suyu seviyesinin düşmesi ya da kara parçalarının tektonik nedenlerle yükselmesi sonucunda kıtaların arasında karasal bağlantı meydana gelmiş ve biota alışverişi Bering kara köprüsü ile dağılış göstermiştir (Demirsoy,2002).  

Görsel 1. Beringia’yı gösteren açık kahverengi bir kenarlığa sahip doğu Rus ve Alaska haritası (13).

Bugün bir kara köprüsü Panama kanalında Kuzey ve Güney Amerika’yı birbirine bağlamaktadır. Ancak Eosen döneminin ortasından (günümüzde 50 milyon yıl) Pliyosen döneminin sonuna kadar (günümüzde 3 milyon yıl), iki kıta tamamen sularla ayrılmıştır. Bu uzun dönem boyunca, büyük memeli grupları her kıtada farklı yönlerde evrimleşmiştir. Pliyosen döneminin sonunda kara köprüsü yeniden kurulduğunda, her iki yönde de bir memeli dalgası akmaya başlamış ve bu dağılma, dünya tarihinde farklı kıtasal faunaların en önemli karışımlarından biri olan “Büyük Amerikan Değişimi” olarak adlandırılmıştır (10). 

Görsel 2: Büyük Amerikan Değişimi.
En üstte, kıta boyunca kuzeye doğru yürüyen 38 Güney Amerika cinsinin temsilcileri bulunmaktadır. Altta ise, Güney Amerika’ya göç eden 47 Kuzey Amerika cinsinin temsilcileri bulunmaktadır. Kuzey Amerikalı göçmenler, Güney Amerika’ya girdikten sonra hızla çeşitlenmiştir. Kuzey Amerika’ya giden Güney Amerikalı göçmenler çok az çeşitlenmiş veya çoğu yok olmuştur (10).

Karaköprü dönemine girildiğinde izolasyonların ortadan kalkması ile göçler fazlalaşmakta ve çeşitlenmeye sağlanmaktadır. Bu durumda yarı tropikal ormanlar her iki kutupta da yayılım göstermekte olup kuzey enlemlerinde Amerika ve Avrasya’da yağmur ormanları yer almaktadır. Güney enlemlerde tropikal ormanlar Amerika, Afrika ve Avustralya kıtalarında yayılış göstermektedir. Ayrıca geniş ormanların bu denli yaygın olması memelilerin gelişimine katkıda bulunmuştur. Eosen döneminde Memelilerin yayılışlarında en ön safhalarda genellikle kemiriciler yer almaktadır. Fosil kanıtları sayesinde de toynaklı ve keseli memelilerin de yayılışta önem sarf eden bir durumda yer aldığı bilinmektedir (Sakınç, 2006).

Afrika ve Avrasya kıtalarının yaklaşımı sonucunda ise Tetis Okyanusu kapanmaya başlamış ve sonrasında Pratetis Denizi yok olmuştur. Bu durumun yanı sıra Asya ve Avrupa arasında yer alan Turgay Denizi de Eosen döneminin sonlarında kapanmaya başlamıştır. 30 milyon yıl öncesinde denizlerin ortadan kalkması coğrafik engeli aşmış ve Asya’da kalmış olan memelilerin Avrupa’ya dağılımı sağlanmıştır. Diğer bir yandan bu göçü tetikleyen unsur Alp Dağları’nın yükselmesi ile oluşmuş Dinarid-Pelagon-Küçük Asya karaköprüsü olmuştur. Antrakoterıum ve diğer canlılar, Trakya bölgesinden güney kesimlere doğru bu karaköprüsü ile dağılım göstermiştir. Edirne çevresinde bu memeli türünün fosillerine ulaşılarak Avrupa’dan güney kesimlere göç ettiği kanıtlanmış bulunmaktadır (Sakınç, 2006).

Avustralya ve Güney Amerika kıtalarında yaşayan bölgeye mahsus memeliler kıtaların ayrılmasının ardından ortama uyum sağlamak için gelişim göstermişlerdir. Bu canlılardan tavşangiller düzlüklerde hayatını sürdürmeye adapte olmuş ve bitkiler aracılığıyla beslenmelerini sağlamışlardır. Paleosen dönemindeki ormanlarda görülen toynaklı kurt bu değişiklere uyum sağlayamayarak yok olan türler arasında yerini almıştır (Sakınç, 2006). Bu durumda kıtaların kayma teorisi nedeniyle yeryüzünde oluşan coğrafik değişiklikler ile organizmalar popülasyonlarının ayrılması ve yok olması meydana gelmiştir. Kıtaların bu denli ayrılması neticesinde bazı bilim insanlarının tabiriyle kendi kargolarını da yanında götürmüşlerdir[2] (Avcı, 2011).

Miyosen döneminde Afrika kıtası Avrupa kıtasına yaklaşımını sürdürürken Tetis okyanusu da tükenme sürecine girmiş bulunmaktadır. Tetis Okyanusu’nun, Arabistan Yarımadasının Küçük Asya bölgesinin güneydoğusu ile çarpışması sonucunda Hint Okyanusu ile bağlantısını koparılmaktadır (Tassy, 1990). Bu kara parçaları arasındaki Tetis Okyanusunun ortadan kalkması ile Doğu Afrika vadilerinde yaşamını sürdüren pek çok memeliler Anadolu’nun içlerine ilerleyerek önemli yaşam alanları meydana getirmişlerdir. Böylece Anadolu’da 23 milyon yıldan beri göçler ile gerçek memeliler oluşuma adım atmıştır. Bu göç zamanında zürafa, gergedan, sırtlan, hortumlular, böcekçiller, geyikler, kemirgenler, suaygırıları ve insansıların bu bölgeye olan hareketinin kanıtları araştırmaları halen devam eden fosiller ile sürdürülmektedir (Agusti ve Anton, 2002).

Miyosen zamanında okyanusların yarattığı coğrafik engeller karaköprüsü ile kimi zaman aşılsa da bu özelliğini yitirdiği ve yeniden engel durumuna geldiği bilinmektedir. Bu kesiklik memelilerin hareketini de etkilemekte ve istikrarlı duruma gelmesi halinde kıtaların arasında yapılan geçişlerde karmaşalara yol açmaktadır. 5-2 milyon yıl kadar geriye gidildiğinde dünya şu andaki durumuna benzer hale gelmiştir. Bu durumda Asya ile Kuzey Amerika arasında oluşan Bering Boğazı ve Amerika kıtaları arasında yer alan Panama Boğazı dolaylarında oluşan karaköprüler memelilerin göçlerini hızlandırmış bulunmaktadır (Sakınç, 2006).

Yaşamın halen belirgin olduğu kıtalar haricinde Antarktika kıtası, diğer kıtalardan kopuşunun ardından güney kutbuna doğru ilerlemesi biyoçeşitliliği açısından oldukça önem sarf etmektedir. Antarktika’da elde edilen fosillerle bir dönem bu kıtada da bitki ve hayvanların yaşamı için bir ortamın bulunduğu anlaşılmıştır. Geçmiş dönemlerde biyoçeşitliliğinin zengin olduğu düşünülen bu kıtada da canlı türlerinin tamamı buzullarla kaplandığı için yok olmuştur (12).

Bunlara ilave olarak; bilimsel araştırmalar ışığında tarihte en az beş adet büyük ve daha çok sayıda küçük canlı türlerinin yok oluşla karşılaştığını belirtilmektedir. Dönemsel olarak bakıldığında bunlar; Geç Ordovisiyen, Geç Devoniyen, Geç Permiyen, Geç Triyas ve Geç Kretase jeolojik zamanlarında olduğu görülmektedir (Polat, 2016). Canlı türlerinin bahsedilen şekilde yok oluşlarına, geç Neoproterozoik ve erken Paleozoik zamanlarında varlığını sürdüren Iapetus Okyanusu’nun kıyı kesimlerin derinliği az olan sularında yaklaşık 600 milyon yıllarında yaşamakta olan omurgasız canlılardan Ediakarian hayvan topluluğu örnek gösterilebilmektedir. Ediakarian hayvan topluluğunda kurt, süngerler, denizanası, ilkel eklembacaklılar yer almaktadır. Bu faunanın fosillerine Avustralya’nın güneyinde yer alan Ediakarian Tepeleri üzerinde bulunan kumtaşlarında karşılaşılmıştır. Bunun yanı sıra Ediakarian hayvan topluluğuna ait fosillerin Rusya, Kanada, Çin ve Greenland’de de bulunduğu belirtilmektedir (Sakınç, 2006).

Araştırmalar dahilinde canlıların Kuzey Pangea bozulması sonucunda gerçekleşen yok oluşlarının temelinde üç çevresel nedenin yattığı düşünülmektedir. Birinci neden olarak derin su bölgelerinin kalsit oranlarının derinlere inildikçe artan oksijen yoğunlaşmasıyla yaşanan lisoklin sığlaşması gösterilmektedir. Lisoklin alanlarındaki daralma, kalsitin okyanusun içerisinde zorlu koşullarda çözüme ulaşmasına neden olmaktadır. Bununla beraber dallı bacaklı ve mercan türleri hayatına devam edebilmek için çözünmüş derecede kalsit ihtiyacı duyan karbonat üreticilerin ortadan kalkmasına neden olmuştur. İkinci bir neden Pangea’nın ayrılması sonucunda oluştuğu varsayılan Sibirya volkanlarının lav püskürtmesi olarak görülmektedir. Alandaki volkanik püskürtmeler zehirli metallerin etrafa yayılımıyla kısıtlamalara neden olmuştur. Atmosfere salınan aşırı karbondioksit ile lisoklin alanlarının daraldığı bu nedeni oluşturmaktadır. Son olarak yok oluşta etmen olan üçüncü neden kuzey Pangea başlangıçtaki anoksik ortamı kaynak olarak gösterilmiştir. Fazla yüklenen metal nedeniyle anoksik okyanusların asitleriyle dipteki ihtiyaç duymakta olan türler ortadan kalkmıştır (Bond ve Grasby, 2017).

Ayrıca kıtaların kayması, vikaryans biyocoğrafyası olarak adlandırılan yerkürede aralarında oldukça yüksek mesafeler olan türlerin ve bioatanın pasif durumda taşınışına yol açmıştır. Bu duruma göre türlerdeki dağılımların arasında oluşan parçalanmalar, dağ oluşumuna benzer biçimde gelişen edilgen ayrılmaların neticesini oluşturur. Bu model bir takson veya türün coğrafik olarak dağılışının, yok oluş ve ayrılma durumunda uyum içerisinde göstereceğini varsaymaktadır. Örnek olarak; Doğu Yarım Kürede yer alan Akdeniz Havzasındaki doğu çınarı, Batı Yarım Kürede yer alan kuzey Amerika’da dağılışının batı çınarı türü verilmektedir. Farklı kıtalar içerisinde bulunan grupların vikaryansın bir sonucu olarak farklılaştığı belirtilmektedir. Bu duruma örnek olarak yukarıda bahsedilen karaköprüler de verilmektedir (Avcı, 2011).

Levha tektoniği kuramı ve derin deniz araştırmaları ışığında elde edilen bilimsel verilerle fosillerin önemli bir kanıt teşkil ettiği görülmektedir. Güney Afrika kıtasının batısında ve Güney Amerika kıtasının doğusunda Üst Permiyen Yaşlı Mesozor adını almış su sürüngeninin fosil lokaliteleri sayesinde yaklaşık 250 milyon yıl öncesinde Amerika ve Afrika kıtasının birleşik olduğunu ortaya koymaktadır. Fosiller üzerinden elde edilen verilere bir diğer örnek eğrelti otu bitkisinin 300 milyon yıl kadar öncesinde, Prekambriyen’in sonlarında Antarktika, Avustralya, Afrika, Güney Amerika, Hindistan kıtaları ile Arabistan ve Madagaskar’ın birleşimiyle ortaya çıkan Gondwana kıtasını kaplamaktadır. Günümüzde ise uzaklıkları oldukça fazla olan bu kıtalar ve bölgeler üzerinde fosillerine rastlanmaktadır (Sakınç, 2006).

Bazı kanıtlar, hayvanların mevcut dağılımının kıtasal sürüklenme teorisi temelinde açıklamaktadır. Kuzey Yarım Kürede (Nearktik ve Palearktik bölge) memelilerin dağılımının, güney bölgelerdeki (Afrika, Güney Amerika ve Avustralya) memelilerin dağılımından daha fazla benzerlik gösterdiği bilinmektedir. Bu durum kuzey bölgesinin hayvanlarının son zamanlarda Bering Boğazı’ndaki kara bağlantıları nedeniyle yayıldığını belirtmektedir. Güney Yarım Kürenin memelileri ise, kıtaların parçalanması sırasında ortaya çıkmış ve kıtaların ayrılmasından sonra evrim geçirmiştir. Memeliler izole edildikten sonra farklı şekillerde evrimleşebilmekte ve Gondwana ilk bölünmeye başladığından, farklı kıtalardaki memelilerin ayrı ayrı evrimleştiği ve yayıldığı düşünülmektedir. Bu nedenle, lamalar, alpakalar, tembeller, armadillolar gibi Güney Amerika memelileri, Güney Yarım Kürenin diğer kıtalarında bulunmamaktadır. Etiyopya bölgesinin zürafa, zebra, su aygırı, şempanze ve gorilleri ile Avustralya bölgesinin yumurtlayan memelileri ve bazı keseli türleri bu bölgeler dışında hiçbir yerde bulunmamaktadır. Gondwana’daki memelilerin dağılımı farklı olsa da bunun aksine, bazı balıkların, amfibilerin ve sürüngenlerin dağılımı kıtaların kayması teorisi ile ilgili olarak çok benzerlik göstermektedir (11).

Akciğerli balıkların dağılımı da kıtaların kayma teorisini desteklemektedir. Orta Devoniyen’de ortaya çıkan dipnoanlar, şimdi üç cins Protopterus, Lepidosiren ve Neoceratodus tarafından temsil edilmektedir ve sırasıyla Afrika, Güney Amerika ve Avustralya’da bulunmaktadır. Bu dağılım ile, Orta Devoniyen ve Afrika, Güney Amerika ve Avustralya’daki Gondwana topraklarının o dönemde temas halinde olduğunu ve bu kıtaların ayrılmasıyla şu anda dipnoanların üç ayrı cinsle temsil edildiğini göstermektedir. Amfibiler arasında, üyelerin dağılımı, Kıtaların Kaymasını rastgele desteklememektedir. Sadece Afrika ve Güney Amerika arasındaki pipidlerin dağılımı ve Nearctic ve Avrasya’nın doğu kesimlerindeki semenderler kıtaların kaymasını bir dereceye kadar desteklemektedir. Bunların yanı sıra sürüngenler arasında da bazı üyelerin dağılımı kıtaların kaymasını desteklemektedir. İlkel kaplumbağaların bazı üyeleri Permiyen döneminde ortaya çıkmış ve hala Güney Yarım Kürede sınırlı durumda kalmışlardır. Timsahlar ve gavyal gibi timsahlar, şimdi Orta Amerika, Afrika ve Kuzey Avustralya bölgesinin bazı alanlarıyla sınırlı olan Triyas döneminde ortaya çıkmıştır (12).

Anadolu yarımadasına bakıldığında ise geçmiş yıllarda gerçekleşen göçler sayesinde dünyanın en güneyi ile en kuzeyinde yer alan bitkilerin dağılımı görülmüştür. Bu duruma örnek Afrika kıtası ve Asya kıtasının güneybatı kısmında bulunan karakulak ve çizgili sırtlanların dağılımlarının sınırlarından en kuzeyi Anadolu Yarımadası oluşturmaktadır. Benzer biçimde bozayı ve sarıçamlarında dağılış alanları Avrupa ve Sibirya olmakla beraber sınırının en güneyini Anadolu oluşturmaktadır. Anadolu bu sebeple tür açısından zengin ve de uç yayılış içeriği açısından genetik çeşitliliği önemli bir konumdadır. Paleoiklimsel değişikliklerin ve Anadolu topoğrafyasının doğurduğu sonuçlarla beraber bu topraklarda kurbağa ve sürüngenlerin çeşitlenmiş olması önemli rol oynamaktadır. (Tavşanoğlu, 2016)

Jeolojik değişiklikler yaklaşık 200 milyon yıllık bir zaman diliminde meydana gelmesine rağmen, bazı organizmalar evrimsel değişime dair çok az kanıt göstermektedir. Örneğin, yan boyunlu kaplumbağalar (Pleurodira alt takımı) Jura döneminden beri çok az değişmiştir. Bilim insanları, kıtasal parçalanma yaşanmadan önce Gondwana’ya dağıldıklarını varsaymaktadırlar. Bugün bu türdeki kaplumbağalar Güney Amerika, Afrika, Madagaskar, Avustralya ve Hint Okyanusu adalarının bazı bölgelerinde bulunmakta, ancak dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmamaktadırlar (Gibbons, 2020). Wegener’in yaptığı birçok çalışma neticesinde de bahsedilen bu düşünceler doğrulanmıştır. Bilhassa solucan ve yengeçlerin evrimini az yaşamış olarak şu anki döneme kadar gelmiş olması kıtaların kaydığının önemli bir kanıtıdır.

Kara kütlelerin bir araya gelmesi de biyoçeşitlilik için büyük önem sarf etmektedir. Örneğin Afrika kıtası ile Hindistan levhası birbirinden ayrılarak Avrasya ile birleştiği sırada Afrika ile Hindistan arasındaki canlı bağları kesinti yaşamış, Hindistan ile Avrasya’da yaşayan canlılar arasında ise etkileşimler yaşanmıştır. Kıtaların kayması ile biyoçeşitliliğe etki eden bir diğer durum ise deniz altındaki tabakaların su yüzeyine çıkarak kara yaşamına elverişli hale gelmesidir. Örnek olarak, Avrasya ile Afrika, Arabistan ile Hindistan levhalarının arasında bulunan Tetis Denizi’nin tabanındaki tortul tabakaların su yüzeyine çıkması verilebilir. Bunun sonucunda Tetis Denizi’nin ekosistemi ortadan kalkmış ve su ekosistemi kara ekosistemine dönüşmüştür. Tam tersi biçimde kara alanlarını sular altında kaldığı yerlerde mevcuttur. Bu durumda, Türkiye ile Yunanistan’ın arasında bulunan Egeid kara parçasının çökmesi ile deniz meydana gelmiştir ve sonucunda kara ekosistemi yok olup su ekosistemine dönüşmüştür (12).

 

KAYNAKÇA:

  1. Agusti, J., Anton, M., Mammoths, Sabertooths, and Hominids: 65 Million Years of Mammalian Evolution in Europe, Columbia University Press, 2002.
  2. Avcı, M. Moleküler Biyocoğrafya: Gelişimi, Kapsamı, Paleobiyocoğrafya ve Biyolojik Çeşitlilik Açısından Bir Değerlendirme, Fiziki Coğrafya Araştırmaları: Sistematik ve Bölgesel, Türk Coğrafya Kurumu, s.241-266, 2011.
  3. Bond D., Grasby S., On the causes of mass extinctions, Palaeogeography, Palaeoclimatology, Palaeoecology, Sayı 478, s. 3-29, 2017.
  4. Demirsoy, A., Genel Zoocoğrafya ve Türkiye Zoocoğrafyası “Hayvan Coğrafyası”, Meteksan Ankara, 2002.
  5. Polat, A., Yerküre üzerindeki yaşamın kökenine ve evrimine jeolojik bir bakış açısı. Popüler Yerbilim Dergisi, 2016.
  6. Sakınç, M., Jeoloji ve Biyolojik Evrim iç içe: Yerin Evrimi. Bilim ve Gelecek Dergisi, Sayı 26, s. 8-33, 2006.
  7. Tassy, P., The “proboscidean datum event”: how many proboscideans and how many events? in: Lindsay e.H., Fahlbusch v., Mein P. (eds.). European Neogene Mammal Chronology, Plenum Press, New York, s.237-252, 1990.
  8. Tavşanoğlu, Ç., Anadolu’nun yüksek biyoçeşitliliği: Evrim bunun neresinde? N. E. Iraz Akış (Dü.) içinde, Evrimin Işığında, Yazılama Yayınevi, s. 207-225, 2016.
  9. Türkeş, M., Biyocoğrafya: Bir Paleocoğrafya ve Ekoloji Yaklaşımı, Kriter yayınevi, Ankara, 2015.

Web Siteleri:

  1. https://biocyclopedia.com/index/general_zoology/continental_drift_theory.php
  2. https://www.biologydiscussion.com/animals-2/phylum-chordata/continental-drift-theory-evidences-and-explanation-biology/40477
  3. https://www.cografyaci.gen.tr/biyocesitliligi-etkileyen-paleocografya/
  4. https://www.nps.gov/bela/learn/historyculture/the-bering-land-bridge-theory.htm

[1] Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Coğrafya Eğitimi Yüksek Lisans Öğrencisi.

 İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsünde Yürütülen ” Genadaptif: Türler Arası Gen Geçişlerinin Türlerin Adaptif Potansiyeli Üzerine Etkilerinin Ekolojik ve Genomik Olarak Araştırılması” adlı projede yüksek lisans düzeyinde araştırmacı.

[2] Bahsedilen kargo için yaşamını devam ettirmekte olan canlılar ve fosil kanıtlar örnek olarak verilmektedir.

Türkiye’nin Lezzet Coğrafyası

 

Türkiye’nin Lezzet Coğrafyası Üzerine Bir Değerlendirme

Doç. Dr. Önder YAYLA

Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, Kadirli Uygulamalı Bilimler Fakültesi, Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü

Giriş

Beslenme, canlıların hayatta kalması için gerekli olan bir süreçtir. Ancak, sadece enerji elde etmek ve yaşamı sürdürmek için yemek yemek, özellikle insanlar için tekdüze olabilmektedir. Ayrıca, insanları her gün yeterli miktarda gıda tüketmeye teşvik etmek de zorlu bir süreçtir. Bu nedenle, yiyecek ve içeceklerin tadı, gıdaların seçilmesinde genellikle en önemli faktörlerden biri olmuştur. Bu durum, coğrafi ve kültürel geçmişe bakılmaksızın, daha lezzetli gıdaların tercih edildiği anlamına gelmektedir. Her ne kadar sağlık, insanların gıda seçimlerinde önemli bir etken olsa da, lezzet gıda seçiminde daha öncelikli bir faktördür.

  1. Lezzet

Lezzet, bir yiyeceğin seçilmesi, kabul edilmesi ve tüketilmesinde önemli bir duyusal özelliktir. Tüketiciler genellikle bir ürünü tercih etmelerinin en önemli nedenlerinden biri olarak lezzeti göstermektedir. Gıdalar hakkındaki ilk izlenimler, renk ve koku gibi duyusal özelliklerle oluşur ve bu nedenle hoş olmayan gıdalar genellikle satın alınmaz veya tüketilmez. Lezzet, tükettiğimiz yiyeceklerden elde ettiğimiz duyusal deneyimi tanımlamaktadır. Genel olarak, lezzet, bir yiyeceğin kokusu, tadı ve diğer uyarıcıların algılanması sonucu oluşan sinyallerin birleşimi veya etkileşimiyle ortaya çıkan bir his olarak tanımlanmaktadır. Lezzet, sadece tat alma ve koku alma yeteneğimizden değil, dokunma, görme, dokunma duyularından da etkilenen son derece karmaşık bir fenomendir.

  • Lezzet Algısını Oluşturan Unsurlar

Lezzet algısı, gıda tüketimi sırasında tüm duyuların (tat, koku, görme, işitme ve dokunma) entegre bir şekilde algılanması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Tat ve koku genellikle lezzet algısında merkezi bir rol oynamaktadır; ancak beş temel duyu da lezzet algısını etkilemektedir. Lezzet algısı genellikle görsel değerlendirmeyle başlamakta ve yeme süreci boyunca serbest bırakılan kimyasal uyarıcılarla birlikte oluşmaktadır. Lezzet algısı, uçucu aroma bileşenleri ve farklı gıda bileşenleri arasındaki etkileşimlere bağlı olarak şekillenmektedir. İnsanlar, yiyecek ve içeceklerin lezzetini artırmak için uzun zamandır katkı maddeleri veya özel aromalı bitkilerin kombinasyonları gibi yöntemlere başvurmuşlardır. Bu nedenle, yiyeceklerin ve içeceklerin lezzeti insanlar için büyük önem taşımaktadır.

  • Lezzeti Etkileyen Unsurlar

Teknolojik ilerlemeler ve sanayileşme, gıdaların tüketicilere ulaşmadan önce çeşitli işlemlerden geçmesine neden olmaktadır. Hasat edilen gıdalar, çeşitli işlemlerden geçtikten sonra tüketiciye sunulmaktadır. Bu değişimlerin ışığında, insanların gıda seçimi yaparken, tüketim miktarlarını belirlerken, gıdaların hazırlanması, pişirilmesi ve saklanması sırasında nelere dikkat etmeleri gerektiğinin farkında olmaları önemlidir. Bir gıdanın lezzeti, içindeki besin bileşenleri, ambalaj malzemesi, saklama süresi ve ortam koşulları gibi faktörlerden etkilenmektedir. Ayrıca, gıda içindeki lezzet bileşenleri, çeşitli kimyasal reaksiyonlara tabi olabilmektedir. Lezzet oluşumundaki farklılıklar, gıdanın bileşimi ve yapısı tarafından belirlenmekte ve duyusal analizlerle ölçülebilmektedir.

  1. Türk Mutfak Kültürü

Beslenme, insanların en temel ihtiyaçlarından biridir ve bu ihtiyaç, mutfak kültürünün ortaya çıkmasını ve gelişmesini tetiklemiştir. Mutfaklar, tarihsel süreç içerisinde farklı evrim süreçleri yaşamış ve toplumların gelenekleri, sosyo-kültürel yapıları ve refah seviyeleri gibi faktörlere bağlı olarak şekillenmiştir. Her milletin ve ülkenin kendi yapısına, kültürüne ve geleneklerine göre bir mutfak kültürü vardır. Türk mutfağı da Orta Asya’dan başlayıp bugünkü topraklarda sona eren büyük göçler ve çeşitli kültürlerle etkileşim sonucu zenginleşmiş bir yemek kültürüne sahiptir. Türk mutfağı, pişirme teknikleri, sofra düzeni ve kendine özgü servis şekilleriyle dünyanın en önemli mutfağından biri olarak kabul edilmektedir. Türk mutfağı, Türkiye’de yaşayan insanların tükettiği yiyeceklerin hazırlanması, pişirilmesi ve saklanması, yemek yeme alışkanlıkları ve mutfak çevresinde gelişen tüm uygulamaları ve inançları kapsamaktadır. Türk mutfağındaki çeşitlilik, Orta Asya ve Anadolu topraklarının sunduğu ürün çeşitliliği, farklı kültürlerle yaşanan etkileşimler ve tarihsel süreçte saraylarda gelişen yeni tatlar sonucunda ortaya çıkmıştır. Aslında Türk mutfağı, binlerce yıl süren evrim süreci sonucunda sentez bir mutfağa dönüşmüştür. Türk mutfağının şekillenmesinde farklı tarihsel dönemlerin etkisi büyük olmuştur. Ayrıca, Türkiye’de yaşamış olan diğer uygarlıkların da Türk mutfağının zenginleşmesinde etkileri bulunmaktadır. Türk mutfağının tarihsel gelişimi dört ana döneme ayrılabilmektedir. Her dönem, Türk mutfağının gelişiminde ve çeşitliliğinde belirleyici bir faktör olmuştur.

  • Orta Asya Türk Mutfağı (1038’den önce)

Orta Asya, Türklerin kökeni olduğu ve göçebe bir yaşam tarzının hâkim olduğu geniş bozkırlara ev sahipliği yapmaktadır. Bu bölgedeki topraklar tarıma uygun olmadığından, halk hayvancılıkla uğraşmıştır. Bozkır kültürü, Türk mutfağının çeşitliliği ve zenginliği üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Özellikle süt ve süt ürünleri bu mutfağın önemli bir parçasını oluşturmuştur. Orta Asya’daki göçebe yaşam koşulları, farklı kültürlerle etkileşime girilerek hem bu kültürlerin mutfaklarını etkilemiş hem de Türk mutfağını zenginleştirmiştir. Süt ve süt ürünleri temel besin kaynaklarından biri olarak kullanılmış ve yoğurt gibi ürünlerin yapımında kullanılmıştır. Orta Asya’da hayvancılıkla uğraşan Türkler, at, koyun, keçi, büyükbaş hayvanlar ve av hayvanları gibi kaynaklardan faydalanmışlardır. Ayrıca, buğday, arpa ve darı gibi tahıllar da önemli bir rol oynamıştır. Tarıma yönelmeyle birlikte bu tahıllar, hamur işleri ve yemeklerin yapımında kullanılmıştır. Türk mutfağının çeşitliliği, Orta Asya’da yaşanan bu tarım ve hayvancılık geleneğinin ve etkileşimlerin bir sonucudur.

  • Selçuklu Mutfağı (1038-1299)

Selçuklular, Anadolu’yu fethederek Mezopotamya ve Anadolu’ya yarı göçebe bir yaşam tarzıyla gelmişlerdir. Bu dönemde Selçukluların etkisiyle milli ve İslami temelli bir kültür gelişmiştir ve mutfak kültürü de bu sürecin önemli bir parçası olmuştur. Selçuklular, Anadolu’nun verimli topraklarına yerleşerek tarıma yönelmiş ve tarımsal ürünlerden daha fazla yararlanmaya başlamışlardır. Bu dönemde İslamiyet’in etkileri de mutfak kültürüne yansımıştır. Geleneksel ürünlerin kullanımı, israfın önlenmesi ve sadelik Selçuklu mutfağının dikkat çeken özellikleridir. Selçuklular, geleneklerini korurken, Anadolu’nun topraklarını ve iklimini kullanmayı ve İslamiyet’in etkilerini mutfaklarına entegre etmeyi başarmışlardır. Selçuklu döneminde tarımsal üretim faaliyetleri arttığından tahıllar, sebzeler, meyveler ve hayvansal ürünler önemli bir yer tutmuştur. Et, un ve yağ gibi temel malzemeler kullanılarak kendine özgü bir mutfak kültürü oluşturulmuş ve bu ürünler yemeklerin sembolü haline gelmiştir. Selçuklu döneminde yemek çeşitliliği, pişirme ve yiyecek saklama tekniklerinde de önemli gelişmeler yaşanmıştır. Sabah ve akşam yemeği olarak adlandırılan iki ana öğün tercih edilmiş ve sofra adabı kuralları da önemli bir yer tutmuştur. Selçuklular, et tüketimine önem vermiş ve genellikle koyun, kuzu, keçi, balık, kümes hayvanları ve av hayvanlarından çeşitli yemekler yapmışlardır. Ayrıca, tahıllarla yapılan ekmek çeşitleri ve sebzelerle yapılan yemekler de sıklıkla tüketilmiştir. Meyveler taze olarak tüketildiği gibi tatlandırıcı olarak da kullanılmıştır. Tatlılarında meyveler, bal ve pekmez kullanılmıştır. Bir bakıma Selçuklu mutfağı, göçebe yaşamdan yerleşik yaşama geçiş ve İslamiyet’in etkileriyle şekillenmiş, zengin ve çeşitli bir mutfak kültürünün temellerini atmıştır.

  • Osmanlı Mutfağı (1299-1923)

Osmanlı İmparatorluğu, Türk mutfak kültürünün şekillenmesinde önemli bir role sahiptir. İmparatorluğun genişlemesi ve topraklarının yayılması, Osmanlı mutfağının gelişimine katkıda bulunmuştur. Sarayda yüksek rütbeli kişilerin bir araya gelerek yemek yemesi, aşçıların yeteneklerini sergileme fırsatı buldukları bir sosyal etkinlik olmuştur. Bu sayede Osmanlı mutfağı, lezzetli, zengin ve çeşitli yemeklerle tanışmıştır. Osmanlı mutfağının oluşumunda etkili olan faktörler arasında Orta Asya’daki beslenme alışkanlıklarının devam etmesi, göçler sırasında Arap ve İran kültürleriyle etkileşim, Anadolu’daki farklı kültürlerle tanışma, Anadolu topraklarında yetişen ürünlerin mutfakta kullanılması ve İslami inanç ve kültürün etkisi bulunmaktadır. Osmanlı mutfağı, Türk mutfak kültürünün en parlak dönemini 15. ve 18. yüzyıllar arasında yaşamıştır. Bu dönemde fetihlerin sonucunda sınırların genişlemesi ve farklı kültürlerle etkileşim, Osmanlı mutfağının çeşitliliğine ve zenginliğine büyük katkı sağlamıştır. Ancak, 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik olarak zayıflaması, mutfak kültürünü de etkilemiştir. Osmanlı mutfağı, Saray mutfağı ve Halk mutfağı olmak üzere iki ana kategoriye ayrılmaktadır. Sarayda ve halk arasında hazırlanan yemekler arasında genellikle büyük farklılıklar bulunmamaktadır. Farklılıklar genellikle pişirme teknikleri ve kullanılan malzemelerle ilgilidir. Osmanlı mutfağında birçok farklı baharat kullanılmıştır. Kimyon, hardal, safran, kişniş ve tarçın en yaygın kullanılan baharatlardır. Bunların yanı sıra, nane, maydanoz, fesleğen, reyhan, sarımsak ve soğan da yemeklere lezzet katmak için kullanılmıştır. Amerika’nın keşfiyle birlikte patates, domates gibi yeni ürünler de Osmanlı mutfağına dahil olmuştur.

  • Cumhuriyet Dönemi Türk Mutfağı (1923 sonrası)

Cumhuriyet dönemi Türk mutfağı, 1923 yılında Cumhuriyet’in ilanıyla başlayan ve günümüze kadar devam eden süreci kapsamaktadır. Bu dönemde, Türk mutfağı üzerinde Tanzimat’ın ilanı sonrası başlayan batılılaşma hareketleri önemli bir etki yapmış ve Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte bu süreç devam etmiştir. Cumhuriyet dönemi Türk mutfağı, Anadolu’nun farklı toplumlarını, medeniyetlerini ve devletlerini yansıtan ve birbirlerini etkileyen mutfak kültürlerinin bir birleşimi olarak ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Türk mutfağında kullanılan besin malzemeleri, beslenme düzeni, araç-gereçler ve yiyecek hizmet sektörüyle ilgili olarak önemli değişimler ve ilerlemeler yaşanmıştır. Cumhuriyet döneminde çay, kahvenin yerini almıştır. Bu dönemde çayın daha çok tercih edilmesinin sebepleri arasında, çayın daha ekonomik olması ve Karadeniz Bölgesi’nde çay üretiminin başlaması yer almaktadır. 1950’lerde dış göçlerin artması, batı kültürüyle daha fazla etkileşimin yaşanması ve kentleşme sürecinin hızlanması Türk mutfağını önemli ölçüde etkilemiştir. Modernleşme süreciyle birlikte kadınların iş hayatına daha fazla katılması, evde yemek yapma süresini kısaltmış ve yemek yapma ve tüketme alışkanlıklarını değiştirmiştir. 1980’lerde kültürler arası etkileşimin artması, dünya mutfaklarının Türkiye’ye girişini sağlamış ve birçok yeni restoranın açılmasına yol açmıştır. Bu dönemde Türkiye’de çeşitli lezzetler sunan farklı mutfaklara ait restoranlar yaygınlaşmıştır. Batı kültürünün etkisiyle birlikte günlük öğün sayısı da değişmiştir. Cumhuriyet öncesi dönemde genellikle günde iki öğün yemek tercih edilirken, modernleşme süreciyle birlikte bu sayı üçe çıkmış ve kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeği olmak üzere günde üç öğün yemek yenilir hale gelmiştir.

  1. Türkiye’nin Lezzet Bölgeleri

Türkiye’nin 15 farklı lezzet bölgesi vardır (Bkz. Şekil 1) ve her bölgenin de kendine özgü bir lezzet anlayışı bulunmaktadır.

Şekil 1. Türkiye’nin Lezzet Bölgeleri

Lezzet bölgelerdeki illerin lezzet anlayışlarına ilişkin bazı önemli noktalar şöyledir:

  1. Bölge: Gaziantep, Kilis, Hatay, Osmaniye, Şanlıurfa, Kahramanmaraş, Adıyaman, Adana, Mersin ve Malatya illerinden oluşur. Bu bölgede Gaziantep mutfağı ön plana çıkmaktadır. Bu bölgedeki benzerliklerin temelinde kültürel etkileşim yer almaktadır. Farklı kültürlerden gelen insanların uzun süredir bir arada yaşamaları, bu bölgenin lezzet anlayışının birbirine karışmasına yol açmıştır ve bu lezzet bölgesi diğer bölgelere göre daha geniştir. Bu bölgede göç faktörü en çok etkilenen unsurdur, özellikle son yıllarda Suriye’den gelen göçler ve Arap kültürü bu bölgede kendini hissettirmekte ve Hatay ilinin bu bölgeden lezzet anlayışı açısından farklılaştığı görülmektedir.
  2. Bölge: Manisa, İzmir, Balıkesir ve Bursa illerini içerir. Bu bölgede Manisa mutfağı öne çıkar. Bu bölgenin kümelenmesinde coğrafyanın önemli bir etkisi vardır. Bölge, İç Ege Bölgesi’ne göre daha ılıman bir iklimi benimsemektedir. Bu nedenle domates gibi ürünlerin kullanımı bu bölgede daha yaygındır. İç kesimlerde ise iklim değişikliğiyle birlikte patates kullanımı artmaktadır. Coğrafi konum ve iklim, mutfak kültürünü etkileyen ve birleştiren temel unsurlardır. Öte yandan, Bursa, Balıkesir ve İzmir gibi yerlerde mutfak kültürü göçlerden etkilenmiş ve farklı mutfakların zamanla yeni bir mutfak kültürünün oluşmasına yol açmıştır.
  3. Bölge: Denizli, Uşak, Aydın ve Muğla illerinden oluşur. Bu bölgede Denizli mutfağı önemli bir yer tutar. Bu illerin bulunduğu bölgelerdeki dağların yükseklikleri 2. Bölgeye göre farklılık göstermektedir, bu da üretilen ürünlerin çeşitliliğini etkilemektedir. Özellikle Denizli’de koyun eti tüketimi diğer illerden ayrılmaktadır ve bu kültürel bir tercih olarak gösterilebilir. Diğer illerdeki dana eti tüketimi ise toplumsal değişimlerden kaynaklanmaktadır. Türkiye’de şehirleşmenin yoğun olduğu bölgelerde dana eti tüketimi artmakta ve ot yemekleri önemini kaybetmektedir. Ancak, bu durumun tek istisnası, Akdeniz’in doğusu ve Güneydoğu Anadolu’nun batısı gibi kültürel olarak koyun etinin yemeklerin vazgeçilmez bir parçası olduğu bölgelerdir.
  4. Bölge: Kastamonu ve Sinop illerini içerir. Bu bölgede Kastamonu ve Sinop’un lezzet anlayışları benzerlik gösterir. Bu bölgenin merkezi, her iki ilin de ortasına yakın bir konumdadır. Bu nedenle, iki ilin lezzet anlayışı birbirine oldukça benzerdir. Bu benzerlik, illerin kültürel olarak birbirlerine yakın iki şehir olmalarından kaynaklanmaktadır. Ayrıca, aynı iklim ve coğrafi özellikleri taşıyan bu bölge, lezzet anlayışını etkilemektedir.
  5. Bölge: Erzurum, Kars ve Artvin illerini kapsar. Bu bölgede Erzurum mutfağı öne çıkar. Bu bölgenin diğer lezzet sınıflarından ayrılmasının temel nedeni, fiziki coğrafyasının diğer yerlerden farklı olması ve iklim koşullarının daha zorlu olmasıdır. Ayrıca Erzurum ili, ülkenin doğusunda gelişmiş bir mutfak kültürüne sahiptir ve merkezi konumda olup diğer illeri kendi etkisi altına almaktadır. Bu durum, coğrafi olarak bir kavşak noktası olmasından kaynaklanan kültürel etkileşimden kaynaklanmaktadır. Bu etkileşim lezzet anlayışına da yansımaktadır.
  6. Bölge: Kocaeli ve İstanbul illerini içerir. Bu bölgede Kocaeli mutfağı önemli bir rol oynar. Bölgenin lezzet anlayışı büyük ölçüde göçlerle şekillenmiştir. Hem içeriden hem de dışarıdan yoğun göç alan bir bölge olduğu bilinmektedir.
  7. Bölge: Kütahya, Eskişehir, Afyonkarahisar ve Konya illerini içerir. Konya’nın kuzeybatısı bu bölgenin lezzet anlayışına daha uygundur. Bu bölgedeki iller, Ege ve İç Anadolu bölgelerinin geçiş noktasında bulunmaktadır. Bu nedenle, coğrafi özellikleri her iki bölgeden farklılık göstermekte ve kendi aralarında kümelenmelere sebep olmaktadır.
  8. Bölge: Tokat, Amasya, Çorum, Yozgat ve Sivas illerinden oluşur. Tokat ve Sivas illeri bu bölgedeki lezzet anlayışında önemli rol oynar. Bu bölgenin lezzet anlayışı, İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerinden farklılaşmaktadır. Bu iller, üç bölgenin kesişim noktasında yer aldığı için farklı bir lezzet anlayışına sahip bir alan ortaya çıkmıştır. Özellikle Tokat ilinin merkezi konumda olması bu durumu açıklamada önemli bir faktördür. Ayrıca, Tokat ili sentez bir yemek kültürüne sahip olduğu için çevre illerle de ilişki içindedir.
  9. Bölge: Bitlis, Muş ve Ağrı illerini içerir. Bu bölgede Bitlis mutfağı öne çıkar. Bu bölgenin lezzet anlayışı üzerinde coğrafyanın etkisi büyüktür çünkü Türkiye’nin en yüksek rakımlı bölgelerinden birinde bulunmaktadır. Bu nedenle tarım ürünleri sınırlıdır veya kısıtlıdır. Bu üç il arasında kültürel olarak da bir bağ kurulmuştur ve benzer yaşam tarzına sahip toplulukların yeme alışkanlıkları da birbirine benzemektedir.
  10. Bölge: Niğde, Aksaray ve Nevşehir illerini kapsar. Bu bölgede Niğde mutfağı önemli bir yer tutar. Bu bölge, İç Anadolu Bölgesi ile Akdeniz Bölgesi arasındaki Toros Dağları’nın üst kısmına denk gelir. Hem Akdeniz ikliminden uzaklaşmaları hem de kültürel olarak birbirlerine yakın olmaları nedeniyle bu iller kendi aralarında kümelenmiştir. Ayrıca, farklı dinler ve kültürler ile tarihsel birikim, bu bölgenin bir araya gelmesinde önemli bir rol oynamaktadır.
  11. Bölge: Zonguldak, Karabük ve Bartın illerinden oluşur. Zonguldak bu bölgenin lezzet anlayışında öne çıkar. Bu bölgedeki lezzet anlayışını şekillendiren en önemli faktör iklimdir. Coğrafi konumları lezzet anlayışlarını etkilemektedir. Diğer bir faktör ise bu illerin eski zamanlardan beri göç almasıdır, bu da lezzet anlayışlarının çevre illerden farklılaşmasına yol açmaktadır.
  12. Bölge: Giresun, Trabzon ve Ordu illerini içerir. Trabzon ve Giresun illeri bu bölgedeki lezzet anlayışında önemli rol oynar. Ordu ili, bu bölgenin lezzet anlayışına benzese de kendine özgü özellikler göstererek ayrı bir sınıflandırmaya sahiptir. Bu şehirlerin coğrafi şartları, iklimi ve kültürel benzerlikleri, bu bölgelerin bir araya gelmesinin temel nedenidir.
  13. Bölge: Mardin, Diyarbakır ve Elazığ illerini kapsar. Bu bölgede Mardin mutfağı öne çıkar. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin doğusunda yer alan bu iller, yükseltinin azalmaya başladığı bir bölgede bulunmaktadır. Ayrıca, farklı dini ve etnik toplulukların bir arada yaşaması, bu bölgenin lezzet anlayışını etkilemiş ve ortak bir mutfak kimliği oluşmasına yol açmıştır.
  14. Bölge: Edirne, Tekirdağ ve Kırklareli illerini kapsar. Bu bölgede Edirne mutfağı öne çıkar ve bölgedeki diğer illerin lezzet anlayışı da benzerlik gösterir. . Trakya, Türkiye’nin batısında Balkan Yarımadası’nın güneydoğusunda yer alması nedeniyle kültürel etkileşimin yoğun olduğu bir bölgedir. Ayrıca, coğrafi konumu gereği Anadolu’ya uzak olması, toplumda farklı bir lezzet anlayışının oluşmasına yol açmıştır. İstanbul’a yakın bölgelerde mekânsal kümelenmenin azalması, kendine özgü bir halk grubunun bir arada yaşadığının belirgin bir göstergesidir.
  15. Bölge: Siirt ve Şırnak illerinden oluşur. Bu bölgede Siirt mutfağı önemli bir rol oynar ve Şırnak ile benzer lezzet anlayışına sahiptir. Bu bölgede, yükseklik seviyesi tekrar artış gösterirken, coğrafi konumları nedeniyle iki il de benzer bir lezzet anlayışına sahiptir. Hakkâri’nin bu kümeye dahil olmamasının temel nedeni yine coğrafyadır. Hakkâri’nin fiziksel coğrafyası, birçok tarım ürününün yetişmesine engel teşkil etmektedir. Ayrıca, bölgenin dış dünyaya kapalı olması ve batı kültürünün bu bölgeye yavaş yayılması nedeniyle, bölge kendi özgünlüğünü korumaya devam etmektedir. Ayrıca, terör gibi nedenlerle halkın diğer bölgelerle olan ilişkisi de sınırlıdır.

Bunlara ek olarak, Tokat, Erzurum ve Bitlis illerinin lezzet anlayışlarının bulundukları bölgelerin merkezinde yer aldığı ve diğer bölgeler üzerinde etkili olduğu görülmektedir. Öte yandan, Ordu ili Karadeniz bölgesinde, kendi ilçeleriyle bağımsız bir küme oluşturma eğilimindedir. Bu bölgelendirme, Türkiye’nin farklı coğrafi bölgelerindeki lezzet farklılıklarını ve yöresel tatların çeşitliliğini göstermektedir. Her bölgenin kendi lezzet anlayışı, kullanılan malzemeler, pişirme yöntemleri ve özel yemeklerinin olması, Türk mutfağının zenginliğini ve çeşitliliğini ortaya koymaktadır.

Sonuç

Bölgeler arasındaki lezzet farklılıkları, coğrafi, iklimsel ve kültürel etkenlerin bir sonucudur. Ayrıca Türkiye’nin farklı bölgeleri, kendi tarım ürünleri, hayvancılık faaliyetleri ve geleneksel lezzet anlayışlarıyla kendine özgü bir mutfağa sahiptir. Bu da Türk mutfağının çeşitliliği ve zenginliğini ortaya koymaktadır. Her bölge kendi yöresel tatlarıyla öne çıkmakta ve bu da Türk mutfağının zengin ve çeşitli bir yapıya sahip olmasını sağlamaktadır.

*Çalışma yazarın doktora tezinden derlenmiştir. Lütfen detaylı bilgi için yazarın doktora tezini ve/veya Coğrafya ve Lezzet: Seçilmiş Yemekler Üzerinden Türkiye’nin Lezzet Anlayışı (Yayınevi: Nobel Bilimsel Eserler) kitabını okuyunuz:

Doktora Tezi Künyesi: Yayla, Ö. (2019). Kullanılan Malzeme Yoğunluğuna Göre Türkiye’de Lezzet Bölgelerinin Oluşturulması. Anadolu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir.

 

 

Kaynakça

Abdi, H. (2002). What can cognitive psychology and sensory evaluation learn from each other?. Food Quality and Preference, 13, 445-451.

Akın, G., Özkoçak, V., & Gültekin, T. (2015). Geçmişten Günümüze Geleneksel Anadolu Mutfak Kültürünün Gelişimi. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Antropoloji Dergisi, (30), 33-52.

Akkor, Y.E. (2016). Osmanlı Mutfağı-Gelenekten Evrensele. İstanbul: Alfa Yayıncılık.

Akşin, S. (2012). Kısa Türkiye Tarihi. (15. Baskı). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Alpargu, M. (2008). 12. Yüzyıla Kadar İç Asya’da Türk Mutfak Kültürü. A. Bilgin ve Ö. Samancı (Dü.) Türk Mutfağı. Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.

Arlı, M., & Gümüş, H. (2008). Türk Mutfak Kültüründe Çorbalar. Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi (ICANAS 38) (s. 143-158). Ankara: Korza Yayıncılık.

Ateş, M., Ballar, E., & Pekcan, G. (1986). Sosyo-Ekonomik Yönden Farklı Semtlerde Yaşayan Ev Kadınlarının Besin Hazırlama, Pişirme ve Saklama Yöntemlerinin Saklanması. Beslenme ve Diyet Dergisi, 15, 71-83.

Auvray, M., & Spence, C. (2008). Multisensory perception of flavor. Consciousness and Cognition, 17(3), 1016-1031.

Bayrak, A. (2006). Gıda Aromaları. Ankara: Gıda Teknolojisi Derneği.

Baysal, A. (2002). Beslenme Kültürümüz. Kültür Bakanlığı Yayınları: 1230, Yayınlar Dairesi Başkanlığı, Ankara.

Bilgin, A. (2008). Klasik dönem Osmanlı saray mutfağı. A. Bilgin, & Ö. Samancı (Dü.), Türk mutfağı içinde (ss. 71-93), Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.

Choi, N. E., & Han, J. (2015). How Flavor Works: The Science of Taste and Aroma. Chichester, UK: Wiley Blackwell.

Christensen, C. M. (1984). Food Texture Perception. C. O. Chichester, E. M. Mrak, & B. S. Schweigert (Dü), Advances in Food Research içinde (s. 159-199). Orlando, FL, USA: Academic Press.

Denizer, D. (2008). Türk Turizminin Gelişmesinde Türk Mutfağının Önemi ve Bugün İçin Yapılması Gerekenler. II. Gastronomi Sempozyumu ve Sanatsal Etkinlikler Bildirileri, 10-11 Nisan, Antalya.

Dilsiz, B. (2010). Türkiye’de gastronomi ve turizm (İstanbul örneği). (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). İstanbul Üniversitesi, İstanbul.

Doğdubay, M., & Giritlioğlu İ. (2011). Mutfak Turizmi. N. Hacıoğlu ve C. Avcıkurt (Dü.), Turistik Ürün Çeşitlendirmesi. Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.

Düzgün, E., & Durlu Özkaya, F. (2015). Mezopotamya’dan Günümüze Mutfak Kültürü. Journal of Tourism and Gastronomy Studies, 3(1), 41-47.

Ekşi, A. (2014). Başlıca Gıda Katkıları ve Kullanılma Amaçları. M. Tayfur (Dü.), A’dan Z’ye Gıda Katkı Maddeleri içinde (s. 1-18). Ankara: Detay Yayıncılık.

Ekşi, A. (2018). Gıdaların Duyusallığı. https://www.labmedya.com/gidalarin-duyusalligi, Erişi tarihi: 4 Haziran 2019.

Eraslan, N. (2012). Pişirme Yöntemleri. Ankara: Detay Yayıncılık.

Erdoğan Aracı, Ü. (2016). Türk Mutfağı. H. Kurgun, & D. Bağıran Özşeker (Dü.) Gastronomi ve Turizm. Ankara: Detay Yayıncılık.

Fresquez, D. (2013). A Taste of Molecules – In Search of the Secrets of Flavor. New York, USA: the Feminist Press.

Guichard, E., & Salles, C. (2016). Retention and release of taste and aroma compounds from the food matrix during mastication and ingestion. P. Etievant, E. Guichard, C. Salles, & A. Voilley (Dü.), Flavor From Food to Behaviors, Wellbeing and Health içnde (pp. 3-22). Duxford, UK: Woodhead Publishing, Elsevier.

Gülal, M., & Korzay, M. (1987). Yemek Pişirme. İstanbul: Millî Eğitim Basımevi.

Güler, S. (2010). Türk Mutfak Kültürü ve Yeme İçme Alışkanlıkları. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, (26), 24-30.

Güler, S., & Olgaç S. (2010). Lisans Düzeyinde Eğitim Gören Öğrencilerin Türk Mutfağının Tanıtım ve Pazarlanmasına İlişkin Görüşleri (Anadolu Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği Yüksekokulu Örneği). Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 28, 227-238.

Gürsoy, D. (2004). Tarihin Süzgecinde Mutfak Kültürümüz. İstanbul: Oğlak Yayınları.

Halıcı, N. (2009). Türk mutfağı. İstanbul: Oğlak Yayıncılık.

Karadeniz, F. (2000). Lezzet Algılama Mekanizması. Gıda, 25(5), 317-324.

Kızıldemir, Ö., Öztürk, E., & Sarıışık, M. (2014). Türk Mutfak Kültürünün Tarihsel Gelişiminde Yaşanan Değişimler. AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 14(3), 191-210.

Közleme, O. (2012) “Türk Mutfak Kültürü ve Din”. (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul Üniversitesi, İstanbul.

Krishna, A. (2012). An integrative review of sensory marketing: Engaging the senses to affect perception, judgment and behavior. Journal of Consumer Psychology, 22(3), 332-351. doi:10.1016/j.jcps.2011.08.003

Kumar Verma, D., & Srivastav, P. P. (2019). Introduction to Rice Aroma, Flavor, and Fragrance. D. Kumar Verma, & P. P. Srivastav (Dü.) Science and Technolojy of Aroma, Flavour, and Fragrance in Rice içinde (s. 4-27). Waretown, USA: Apple Academic Press Inc.

Laing, D. G., & Jinks, A. (1996). Flavour perception mechanisms. Trends in Food Science and Technology, 7(Special Issue on Flavour Perception), 387-389.

Lindsay, R. C. (1996). Flavors. O. R. Fennema (Dü.), Food Chemistry içinde (s. 723-766). New York, USA: Marcel Dekker Inc.

Oral, M. Z. (2008). Selçuklu Devri Yemekleri ve Ekmekleri. M. S. Koz (Dü.), Yemek Kitabı I içinde (s.18-34). İstanbul, Kitabevi Yayınları.

Orhun, D. (2019). Gastronomi ve Tatbilirlik. E. Yalçınkaya (Ed), Koku ve Tat Algısı içinde (199-204). Ankara: US Akademi.

Orhun, D., & Akıllı, K. (2019). Yedikleriniz Davranışlarınız Olur. İstanbul: Velespit Yayınları.

Samancı, Ö. (2016). Cumhuriyet Döneminde Türk Mutfak Kültürü. A. Dündar Arıkan (Dü.), Türk Mutfak Kültürü içinde (s. 86-106). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.

Samancı, Ö., & Croxford, S. (2006). XIX. Yüzyıl İstanbul Mutfağı. İstanbul: PMP Basım Yayın.

Serdaroğlu, M., & Değirmencioğlu, G. Ö. (2002). Etin Önemli Bir Kalite Özelliği: Lezzet. Gıda, 27(4), 297-303.

Simon, S. A., de Araujo, I.E., Gutierrez, R., & Nicolelis, M. A. (2006). The neural mechanisms of gustation: a distributed processing code. Nature Reviews Neuroscience, (7), 890-901.

Small, D. M. (2008). Flavor and the Formation of Category-Specific Processing in Ol-faction. Chemosensory Perception, 1(2), 136-146.

Smith, D. V., & Margolskee, R. F. (2001). Making Sense of Taste. Scientific American, 284(3), 32-39.

Stevenson, R. J. (2012). The role of attention in flavour perception. Flavour, 1(2), 1-8.

Sürücüoğlu, M. S. (1999). Osmanlı İmparatorluğunda Mutfak Teşkilatı, Protokol, Tören ve Şenlik Yemekleri. Türk Mutfak Kültürü Üzerine Araştırmalar. Türk Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıtma Vakfı Yayın No: 23, s. 49-81, Ankara.

Sürücüoğlu, M. S., Özçelik, A. Ö., & Hasipek, S. (2001). Akdeniz mutfağı içerisinde Isparta mutfağının yeri. Isparta’nın Dünü, Bugünü, Yarını Sempozyumu, Bildiriler Cilt:3, S.D.Ü. Basımevi, s.53-64, Isparta.

Sürücüoğlu, M. S., & Özçelik, A. Ö. (2005). Eski Türk besinleri ve yemekleri. Türk Mutfak Kültürü Üzerine Araştırmalar. Türk Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıtma Vakfı Yayın No:34., Cilt :12, Birlik Matbaacılık, s.7-54. Ankara.

Sürücüoğlu, M. S., & Özçelik, A. Ö. (2008). Türk Mutfak ve Beslenme Kültürünün Tarihsel Gelişimi. Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi (ICANAS 38). 1, s. 1289-1310. Ankara: Korza Yayıncılık.

Şahin, H. (2008). Türkiye Selçuklu ve Beylikler Dönemi Mutfağı. A. Bilgin, & Ö. Samancı (Dü.), Türk Mutfağı içinde (s. 39-55). Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.

Şanlıer, N., Cömert, M., & Durlu Özkaya, F. (2012). Gençlerin Türk Mutfağına Bakış Açısı. Millî Folklor, 24(94), 152-161.

Türkoğlu, H., & Kozak, M. A. (2015). Türk mutfağının gelişiminde gurmelerin rollerine yönelik algılamalar. Anatolia: Turizm Araştırmaları Dergisi, 26(2), 207-220.

Ünal, A. (2007). Anadolu’nun en eski yemekleri: Hititler ve çağdaşı toplumlarda mutfak kültürü. İstanbul: Homer Kitabevi.

Yerasimos, M. (2019). 500 Yıllık Osmanlı Mutfağı. İstanbul: Boyut Yayın Grubu.

Yılmaz, A. (2002). İşyerimiz mutfak, mesleğimiz aşçılık, sanatımız pişirmek. İstanbul: Boyut Yayıncılık.

Yılmaz, E., & İşleten, M. (2004). Gıda matrislerinden aroma maddeleri salınımının fiziksel esasları. Gıda Mühendisliği Dergisi, 8(18), 25-29.

Yılmaz, E., & İşleten, M. 2004. Gıda matrislerinden aroma maddeleri salınımının fiziksel esasları. Gıda Mühendisliği Dergisi, 8(18), 25-29.