CED 2020 Kış Faaliyet Raporu

 

CED 2020 KIŞ FAALİYET BÜLTENİ

A. ULUSLARARASI GENÇ SOSYAL BİLİMCİLER KONFERANSI (ICYSS) TÜRKİYE PROJE SEÇİMLERİ

Uluslararası Genç Sosyal Bilimciler Konferansı (ICYSS) öğrencilerin coğrafya, tarih, psikoloji, sosyoloji ve ekonomi alanlarında araştırma projelerini sunacakları özel bir yarışmadır.

25 – 26 Haziran 2021 tarihlerinde dördüncüsü ÇEVRİM İÇİ gerçekleştirilecek olan organizasyonun Türkiye koordinatörlüğü Coğrafya Eğitimi Derneği (CED) tarafından yürütülecektir. Katılım süreciyle ilgili çalışmalara başlanmıştır. 

 

 

 

B. E-TWINNING PROJESİ EĞİTİMİ (13 ŞUBAT 2021)

İTÜ Geliştirme Vakfı İzmir Okulları ev sahipliğinde ülkemizin farklı bölgelerinden 9 okulun öğretmen ve öğrencilerinin yürüttüğü “DEPREM UYARIR, BİLİNÇ KURTARIR” sloganı ile hayata geçirilen e-twinning projesine, Coğrafya Eğitimi Derneği (CED) olarak üyemiz Dr. Ufuk SÖZCÜ’nün “Deprem Okuryazarlığı” başlıklı çevrim içi eğitimi 13 Şubat 2021 tarihinde gerçekleştirildi.

 

 

 

 

 

C. TÜRKİYE’NİN AFET RİSK YÖNETİMİ 23. YUVARLAK MASA TOPLANTISI (26 ŞUBAT 2021)

Ortadoğu Teknik Üniversitesi Afet Yönetimi Uygulama ve Araştırma Merkezi Türkiye’nin Afet Risk Yönetimi 23. Yuvarlak Masa Toplantısı’na Coğrafya Eğitimi Derneği’ni temsilen Dr. Ufuk Sözcü sözel bildiri ile katılmıştır. Kendisine teşekkür eder, başarılarının devamını dileriz.

 

 

 

 

 

D. TOKAT COĞRAFYA ÖĞRETMENLERİ BULUŞMASI (27 ŞUBAT 2021)

 Coğrafya Eğitimi Derneği yönetim kurulu olarak 27 Şubat tarihinde Tokat ilinde görev yapan meslektaşlarımız ile çevrimiçi ortamda bir araya gelerek, derneğimiz ve coğrafya eğitimine ilişkin toplantı gerçekleştirildi.

 

E. CED AİLESİ BULUŞMASI (08 MART 2021)

Coğrafya camiamızdaki gelişmeleri paylaşmak, CED ailesi olarak üretimlerimiz ve üreteceklerimiz üzerine değerlendirmeler yapmak amacıyla 08 Mart 2021 çevrim içi bir buluşma gerçekleştirdik.

 

Yeşil Deniz: Aokigahara Ormanı

 

YEŞİL DENİZ: AOKİGAHARA ORMANI

H. Berk KIPÇAK [1]

Yerküre; iç çekirdek, dış çekirdek, manto ve kabuktan oluşan katmanlı yapıya sahiptir. Gezegenin mantosunun çoğu magmadan ibaret olmakla birlikte magma bulduğu deliklerden ve çatlaklardan geçerek volkanik patlama ile dünyanın yüzeyine çıkabilir. Magma yer kabuğunun üzerine çıktığında ‘Lav’ adını alır. Sıcaklığı 700°C ile 1200 °C arasında değişebilen bu akıcı ve sıcak maddenin içerisinde büyük oranda Silikon Dioksit(SiO2), Alüminyum Oksit (Al₂O₃) bulunmaktadır.

Görsel 1.  Lav İçerisindeki Bileşimler ve Oranları. (www.vikipedia.com)

VOLKAN

Yapılan jeolojik araştırmalara göre Yerküre çapında yaklaşık 1.500 potansiyel aktif volkan olduğu düşünülmekte ve bunlardan çoğu Pasifik Okyanusunda ‘’Ateş Çemberi’’ olarak adlandırılan yerde bulunmaktadır. Volkanlara; magmanın yer kabuğuna çıktığı, beraberinde kül ve gazların püskürtüldüğü ‘mantonun havalandırma bacası’ denilebilir. İlk ortaya çıktıklarında konik biçimde olmamalarına rağmen lavların içerisinde bulunan erimiş kayaçların soğuması ve üst üste gelmesi sonucunda konik bir biçim alırlar.

Görsel 2. Yanardağ kesiti

Yanardağ patladığında ortaya çıkan küller atmosferde yükselmekte ve bazı durumlarda yükselme çok fazla olabilmektedir. Örneğin St. Helens Yanardağ’ının külleri, 30 km kadar yükselmiştir. Rüzgârın etkisi ile çok uzak mesafelere sürüklenebilen kül bulutlarının etki alanı, lavlarınkinden daha fazladır. Mineraller bakımından oldukça zengin olan küller, ulaştıkları bölgeleri bir süre dumana boğsalar da bu durum geçicidir. Külün yapısı ince olduğundan genellikle (eğer asidik değilse) hızlı bir şekilde toprakla bütünleşirler. Ancak bu durum lavlarla kaplı bir arazi için söylenemez. Lav kaplı arazinin verimli bir arazi haline gelmesi için yüzlerce hatta binlerce yıl gerekir.

Lav ve kül arasındaki diğer önemli farksa soğudukları zaman kavuştukları formlardır. Lav soğuduğunda katı kayalara dönüşür. Kayalarla kaplı arazinin yeşermesi için uzun bir zaman yağmura maruz kalması ve kayaların parçalanarak tohumun bitebileceği forma ulaşması gerekir. Yani lavlardan etkilenmiş arazide yeni bir ekosistemin ortaya çıkması ve gelişmesi için yüzlerce yıl gerekirken küllerden etkilenen kesimde bu süreç çok daha hızlı şekilde gerçekleşir. 

FUJİ YANARDAĞI

Fuji Dağı, binlerce yıla yayılan karmaşık jeolojik geçmişe ve mükemmel dairesel görünüme sahip bir stratovolkandır. Tabanı 40 ila 50 kilometre arasında çapa sahipken, zirvesi 3.776 metre yüksekliğinde olup Honshu adasında bulunan Japonya’daki en yüksek dağdır ve bu yüksekliğiyle Asya adalarında Kerici Dağı’ndan sonra bulunan ikinci en yüksek yanardağdır. Fuji Dağı aktif bir stratovolkan olmakla beraber, son kaydedilen patlama 1707’de meydana gelmiştir. Şu anki dağ, yaklaşık 10.000 yıl önce patlamaya başlayan Yeni Fuji yanardağıdır. Yeni Fuji Yanardağ’ının altında 100.000 ile 10.000 yıl önce aktif olan Eski Fuji yanardağı ve 700.000 yıl önce aktif hale gelen “Komitake yanardağı” yatmaktadır.

Görsel 3. Fuji Dağı ( www.theplanetsworld.com )

JÖGAN PÜSTÜRMESİ

M.S. 864 yılında Fuji Dağı’nın kuzeydoğu tarafında büyük miktarda lav üreten patlama meydan geldi. Fuji Dağı 10 gün boyunca patladı ve zirvesinden 154 km uzaklıktaki Edo koyunun (bugünkü Tokyo) sonuna kadar ulaşan muazzam miktarda curüf ile kül fırlattı. Önemli derecede can ve mal kaybı oluşan volkanik patlama Fuji-san’ın Asama Dağı’na en yakın tarafında başladı ve Kai eyaleti kadar uzağa cüruf ve kül fırlattı. Lavların bir kısmı, o sırada var olan büyük Senoumi Gölünü doldurdu ve onu Saiko ile Shōjiko olmak üzere iki göle böldü. Bu patlama Aokigahara lav olarak bilinir ve şu anda yoğun Aokigahara ormanı ile kaplıdır.

Görsel 4. Aokigahara ormanı ve Fuji Dağı (Google Earth)

Volkanik patlamaların sonucu olarak çevreye saçılan volkanik kül ile magmanın soğumasıyla ortaya çıkan minerallerin yerin derinliklerinden yüzeye çıkması ve daha sonra oluşturduğu volkanik kayaçlar, Güneş’ten gelen enerji, atmosferdeki nem ve çeşitli gazlar nedeniyle fiziksel ya da kimyasal olarak aşınması sonucunda Aokigahara gibi ormanların oluştuğu gözlenmektedir.

AOKİGAHARA ORMANI

Aokigahara ormanı Japonya’nın Fuji Dağı’nın kuzeybatı kanadında, 30 kilometrekarelik sertleşmiş lav üzerinde gelişen doğa harikası bir ormandır. Zemininin çoğunlukla sert kayalardan oluştuğu bu ormanın yer yer kürek gibi el aletleriyle delinemeyecek kadar sert alanları vardır. Aokigahara ormanları yaklaşık 3.000 hektarlık bir alanı kaplamakla birlikte toprak derinliği yalnızca 10- 20 cm arasında değişmektedir. Çeşitli ağaç türlerini barındıran orman esas olarak baldıran köknar, Japon selvi, diğer yaprak dökmeyen iğne yapraklı ağaçlardan oluşmaktadır. Ayrıca ormanda uzun yapraklı holly, Japon andromeda, Moğol meşesi, Fuji kirazı ve akçaağaç gibi geniş yapraklı ağaçları içerdiği için oldukça sıra dışı bir ormandır. Bunlara ek olarak orman tabanında bitkiler, çalılar ve yosunlar gelişerek benzersiz yaşam formu oluşturmuştur. Sık ormanlık alan hayvan türü açısından da zengindir. Yarasalar, Asya kara ayısı, yaban domuzları, Japon vizonu, geyik, tilki, çeşitli fare türleri, küçük Japon köstebeği, büyük benekli ağaçkakan, Japon çalı bülbülü ile endemik yer böcekleri gibi birçok canlı türüne ev sahipliği yapmaktadır. 

Görsel 5. Aokigahara ormanı ( www.tsunagujapan.com )

Benzersiz özelliklere sahip olan ormanın diğer ilgi çekici yanı ise patlamadan sonra oluşan lav mağaralarıdır. Bunların arasında ‘Narusawa Buz Mağarası’ ve ‘Fugaku Rüzgar Mağarası’ turistlerin ilgi odağı konumundadır.

NARUSAWA BUZ MAĞARASI

Narusawa Buz Mağarası’nın toplam uzunluğu 153 metre olmakla birlikte yüksekliği 1 ile 3,6 metre arasında değişmektedir. İç kısmı bir daire oluşturan bu mağaranın etrafında dolaşmak mümkündür. Mağaranın öne çıkan özellikleri arasında tavandan süzülen su damlalarından dolayı oluşan buz sarkıtları yer alıyor. 1000 metre yükseklikteki ormanın ortasında yaz aylarında bile asla erimeyen buz sarkıtlarının en uzun büyümeleri nisan ayı gibi olmakta yıla bağlı olarak 50 cm çapında 3 metre yüksekliğinde görülebilmektedir.

Görsel 6. Narusawa Buz Mağarası( tripadvisor.com )

FUGAKU RÜZGÂR MAĞARASI

Aokigahara ormanında bulunan birkaç lav tüpünün en büyüğüdür. Fugaku Rüzgâr Mağarası toplam 201 metre uzunluğunda ve 8,7 metre yüksekliğindedir. Sıcaklığın yıl boyunca sabit kalmasından dolayı geçmişte önemli bir geçim kaynağı olan ipekböcekçiliği için kullanılmış ipek böceği yumurtaları mağarada Meiji Dönemi’ne kadar (yaklaşık 1600 yıl) saklanmıştır. Yaz aylarında hiç erimeyen buz sarkıtları, lav rafları, kıvrımlı lavlar ve kaya duvarlarında parlayan mavi-beyaz yosun gibi özelliklerin görülebildiği mağara 1929 yılında Japonya’nın doğal anıtlarından biri olarak kabul edilmiştir.

Görsel 7. Fugaku Rüzgâr Mağarası ( www.foursquare.com )

Aokigahara ormanının batı kenarı bölgede turizm, okul gezileri, sosyal aktivite için sevilen yerlerden birisidir. Aokigahara’nın bazı kısımları çok yoğun olmakla birlikte, gözenekli lav sesi emerek ziyaretçilere yalnızlık duygusu sağlamaya yardımcı olmaktadır. Bu durum bir yandan da yürüyüşçülerin ve turistlerin, kaybolmamak için yollarını işaretlemek zorunda bırakmış bunun içinde plastik bant kullanmaya başlamalarına sebep olmuştur. Doğaüstü görünüme sahip olan Aokigahara ormanı günümüzde intihar vakalarıyla kötü şöhrete kavuşmuş ve dünyadaki popülaritesini artırmıştır.

KAYNAKÇA

[1] Süleyman Demirel Üniversitesi Coğrafya Bölümü Öğrencisi 

Yalnız ve Güzel Ülke: KKTC

 

Yalnız ve Güzel Ülke: KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ

Murat ÇOKSEYREK [1]

 

Adana’dan 45 dakikalık uçuş ile Ercan Havalimanına varıyoruz. Ülkelerin en büyük şehir havalimanları genellikle simgesel isimler alırlar. KKTC havalimanına da işte böylesi bir simgesel isim verilmiş. Havalimanını ismini Kıbrıs Barış Harekatının 1.günü şehit olan Hava Pilot Binbaşı Fehmi Ercan’dan almıştır. Yine başta Adanalıların yabancısı olmadığı bir isim “TOPEL” Adana şehir merkezindeki işleyen belli bir hattaki dolmuşların ismidir. Bu dolmuşların arka kısmında bir KIBRIS haritası vardır. Kıbrıs’ta ilk Türk hava harp şehidi olan Cengiz Topel ‘de Kıbrıs’ta şehit düşen ilk hava pilotudur. Bu anlatılanlar; KKTC’nin yalnızlığına dair ilk işaretleri veriyor nitekim KKTC dünyada sadece Türkiye tarafından tanınan bir ülke. Buraya sadece Türkiye üzerinden gelinebilmekte. Ve bu yalnızlık hava limanından başlayıp tüm ülkeye yayılmakta. Ülke resmen tanınmadığı için, hiçbir uluslararası marka Kuzey Kıbrıs’ta faaliyet göstermemekte Örneğin Türkiye’de Vodafone kullanıyorsunuz ama KKTC’de bu markayı göremezsiniz. Bildiğiniz eski “TELSİM” Vodafone olarak kullanılmakta. Veya havalimanlarında uluslar arası marka değeri olan fast food restoranlarda yer almamakta (BURGER KING, MC DONALD’S) KKTC hiçbir uluslar arası spor ve organizasyonda temsil edilememekte. İşte tüm bunlar Bir ülkenin yalnızlığının göstergelerinden sadece bir kaçı.

Havalimanından çıkıp Girne’ye doğru yol aldığımızda araçların üstünüze üstünüze geldiği hissine kapılıp her an bir kaza olacak durumuyla karşılaşacak gibi oluyorsunuz. Çünkü burada trafik soldan akmakta. İngilizlerin sömürge kurduğu ülkelerde karşılaştığımız bu durum bir dönem sömürge olarak kullandığı ve halen İngiliz üssünün olduğu KKTC’de etkisini göstermiş. Ada’da KKTC tarafında da önemli bir İngiliz turist hakimiyeti söz konusu bu durum Ada’nın hem ucuz ve güvenli olmasından hem de İngilizlere ters gelmeyen trafik akışı ve bazı İngilizler’ e özgü alışkanlıkların devam etmesinden kaynaklandığı söylenmekte.


Ülkenin en büyük geliri turizm ve eğitim. Sanayi üretimi adına hiçbir şey yok aklınıza ne gelirse Türkiye üzerinden gelmekte. Adaya adını veren zengin bakır yatakları dahil maalesef işletilemiyor. (Periyodik tabloda “CU” bakırın simgesidir. Ada’da ismini “CYPRUS” zengin bakır yataklarından almıştır) Tabi ki bu durum ada halkının tembelliğinden değil üretimi yapacak uluslararası bir firma bulunmaması ve üretim yapılsa bile ülke üzerinden yapılacak ihracatta yaşanacak sorunlar gösterilmekte. Ada halkı tabi ki bu işsizlik durumundan ve Türkiye’ye bir yükmüş gibi görülmekten oldukça rahatsız. Ülkenin uluslar arası dünyada yalnızlaştırılması hiç hoşlarına gitmese de bu durumdan kurtulmak adına yapılan müzakereler halen önemini korumakta.

Beşparmak Dağları 

GİRNE: Gelelim yalnız ülkenin güzelliklerine. Bu güzelliklere Girne’den başlamak en doğrusu sanırım. Tipik bir Akdeniz kenti olduğunu söyleyebilirim. Liman, kıyı boyunca dizilmiş kafe ve restoranlar ve Akdeniz insanının sıcakkanlılığı kente bezenmesi. Girne kalesi ve kale içindeki gemi batığı görülmesi gereken yerlerden, bebekli bir seyahatin nerede sonlanacağına bazen kucağınızdaki bebek karar verebiliyor Bu nedenle herkes tarafından görülmesi gereken gemi batığını görmeden bir liman gezintisi ve fotoğraf molası ile kısa bir Girne turu yapabiliyoruz.

Girne Kalesi

 

 

 

 

 

 

LEFKOŞA:
Başkent Lefkoşa tipik bir başkent özelliği göstermekte ve devlet ciddiyeti adeta şehre yansımış. Hem Rum kesimine başkentlik yapmakta hem de KKKTC’ye bu özelliği ile dünyada tek şehir. İki ülkeye başkentlik yapan şehir ikiye bölünmüş durumda. Bu bölünme “Yeşil Hat” denilen yapı ile sağlanıyor. Bu hat 1964 yılında iki toplumun aralarındaki çatışmaların arttığı dönemde Dönemin İngiliz Barış Gücü komutanı General Peter Young, askerleriyle Lefkoşa’nın Türk ve Rum mahallelerini tek tek inceledikten ve nüfus dağılımını belirledikten sonra yeşil bir kalemle sınırı çizdi; adına da “Yeşil Hat” dendi. Bu hat günümüzde duvarlarla, kum torbaları ve dikenli tellerle kaplı. Hat boyunca fotoğraf çekmek yasak her iki taraftanda!
Lefkoşa’da görülmesi gereken yerlerin başında BARBARLIK MÜZESİ olarak adlandırılan mekân gelmektedir.
25-26 Aralık 1963’te Lefkoşa’da geçen olaylarda, Binbaşı Nihat İlhan’ın bir süre önce yanına aldırdığı ailesinin içinde bulunduğu ev Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak isteyen EOKA’ya bağlı çeteciler tarafından basılmış ve Binbaşı İlhan’ın ailesi burada kurşuna dizilerek öldürülmüştür. Sonradan yapılan incelemelerde, şehitlerin vücutlarındaki yaralardan ve duvarlarda halen yeri belli olan kurşun izlerinden toplamda 33 el ateş edildiği anlaşılmaktadır. Eşinin ve çocuklarının şehit edildiğini Binbaşı Nihat İlhan ise ancak 4 gün sonra öğrenmiştir. Katliamın izlerini canlı tutan bu mekânı ziyaret etmek çok acılı ve zor olsa da yalnız ülkenin tarihine duyacağımız saygıyı diri tutacak bir anıt olma özelliğini taşımaktadır.

ASLA ZİYARET EDEMEYECEĞİNİZ KAPALI MARAŞ BÖLGESİ (HAYALET ŞEHİR)

Maraş Bölgesi

Geçmişte otel olarak işletilen sadece Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının ziyaret edebileceği ORDU EVİ dışında tamamıyla girişi yasak olan ve çürümeye terk edilen otel ve eğlence merkezlerinin yer aldığı Kıbrıs’ın en gözde turizm merkezlerinden hatta günümüzde dünyanın en temiz sahili ve deniz kıyısı olarak gösterilmekte Maraş bölgesi her ne kadar KKTC’ye ait olarak görülse de Birleşmiş Milletlerin aldığı karar uyarınca bölgeye girişler yasaklanmış durumda. Şimdi gelin bu bölgenin geçmişine ve hikayesine aşağıdaki bağlantıdan bir göz atalım. Fotoğraflar “ Bakarsan Bağ Bakmazsan Dağ olur” atasözümüzü son derece haklı çıkarmakta…
http://listelist.com/kibris-hayalet-sehir-kapali-maras-fot…/

MAGUSA:
Frenkler tarafından “Famagusta” olarak tanınan bu şehir; “Magosa, Mağusa, Gazimağusa ve Famagusta” isimleriyle kimlik arayışına devam etmektedir, Kıbrıs’ın çok kültürlülüğün bir yansıması olan şehir eskinin yeninin ve dinlerin mekanlarıyla iç içe yaşadığı bir şehir olma özelliğini göstermekte.
Gelelim Magosa’nın kültürel ve dini zenginliğinin yansımalarına…

 

St. BARNABAS MANASTIRI İKON VE ARKEOLOJİ MÜZESİ:

Bu tarihi mekânı gizemli kılan Barnabas’ın kendi eliyle yazmış olduğu Matta incilinin kopyasını yazan AZİZ BARNABAS’a ithafen yapılması ve asla bulunmayan İncil’in hikayesini barındırmasıdır.
“Salamis’te doğmuş Yahudi bir ailenin oğlu olan, St. Barnabas, Kudüs’te eğitim gördükten sonra Kıbrıs’a döner ve Hıristiyanlığı yaymak için 45 yılında St. Paul ile çalışmaya başlar. Bu faaliyetlerden dolayı vatandaşları tarafından öldürülüp, cesedi denize atılmak üzere bir bataklığa saklanır. St. Barnabas’ın öğrencileri olayları izleyip, cesedi Salamis’in batısında bir yeraltı mağarasına gömerler ve göğsüne de St.Mathews’un yaptığı incilin kopyasını koyarlar. Cesedin yeri bilinmediğinden uzun yıllar gizli kalır. 432 yıl sonra piskopos Anthemios, mezarı rüyasında gördüğünü söyleyerek, açılmasını ister. Mezar açıldığında St. Mathews incili dolayısıyla, St. Barnabas teşhis edilmiş olur. Bu keşif sonrasında Piskopos, İstanbul’a giderek İmparator Zeno’yu bilgilendirir ve Kıbrıs kilisesinin özerkliğini kazanır. İmparator, gömütün bulunduğu yerde bir manastır inşa edilmesi için bağışta bulunur. Manastır 477’de inşa edilir. Manastır bir kilise, avlu ve avlunun üç yanında bir zamanlar papazların yaşadığı odalardan meydana gelmiştir”.
St. Barnabas kilisesinde çoğunluğu 18. yy’dan kalma zengin bir ikon koleksiyonu bulunmaktadır Bölgenin en geniş müzesinde, Kıbrıs’ın Neolitik Döneminden Roma Dönemine dek geniş bir çizgideki tarihsel sürece ait çeşitli eserleri görebilmek mümkündür.

 

 

 

 

 

Barnabas’ın yaşam öyküsü ve manastırda meydana gelen gizemli adli olayları okumak için;
http://www.yeniduzen.com/aziz-barnabas-manastiri-31439h.htm

Magosa’nın kalbi: LALA MUSTAFA PAŞA CAMİ’Sİ

Magosa’da öncelikle şehri çevreleyen surları gezebilir, Namık Kemal Meydanında şehrin kalbine doğru dingin bir yolculuk yapabilirsiniz sonrasında Magosa’nın kalbi: LALA MUSTAFA PAŞA Camisi’ni ziyaret etmeye hazırsınız demektir.
Camiinin giriş avlusunda tüm heybetiyle bizi tropik ceviz ağacı karşılamakta 1298 yılında katedralin inşaatına başlanıldığı yılda ekilen ve o zamandan beridir dimdik ayakta duran tropik incirin yani tarihi “Cümbez Ağacı” gölgesinde mistik bir yolculuğa çıkışın kapıları açılmakta. Bu ağacı farklı kılan bir diğer özelliği de meyvelerinin gövdesinde çıkması…

 

Orijinal ismi Aziz Nikolas Katedrali olan eski bir Katolik mabedi olan Lala Mustafa Paşa Camii, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin en büyük iki camisinden biridir. 1328’de katedral olarak açılmıştır. Osmanlı imparatorluğunun 1571 yılında Kıbrıs’ı ele geçirmesiyle beraber cami olarak değiştirilmiştir. Daha sonralarında gotik mimarisi kullanılarak minare eklenen “St Nicholas Katedrali” yeni adıyla “Lala Mustafa Paşa Camisi” geçmişte birçok kral kraliçenin taç giydiği şehrin en önemli anıtı ve simgesidir. Kral ve kraliçelerin bu katedralde taç giymesi Kıbrıs’ın geçmişte ne denli önemli bir siyasi ve dini merkez olduğunun bir göstergesi.
Yalnız ve Güzel ülkeye saygılarımı sunarak SEYAHATLE kalın diyorum.

 

[1] Çukurova Toroslar Anadolu Lisesi Coğrafya Öğretmeni 

Bir İletişim Aracı Olarak Haritanın Manipülasyonu

 

BİR İLETİŞİM ARACI OLARAK HARİTANIN MANİPÜLASYONU

Dr. Bahaddin ŞAHİN [1]

     Haritalarla yalan söylemek sadece kolay değil aynı zamanda gereklidir. Haritanın kritik bilgileri ayrıntılı bir sis altında saklamaktan kaçınmak için, seçici ve eksik bir gerçeklik görünümü sunması gerekir. Kartografik paradokstan kaçış yoktur. Kullanışlı ve doğru bir görünüm sunmak için doğru bir harita beyaz yalanlar söylemelidir.

Mark Monmonier (1991)        

Yukarıdaki alıntı ünlü coğrafyacı Mark Monmonier’in  “How to Lie With Maps” (Haritalar İle Nasıl Yalan Söylenir) adlı kitabına aittir. Monmonier kitabında haritaların çarpıtılabileceğini çarpıcı ama eğlenceli bir şekilde anlatır. Kitabın aradan geçen 30 yıla rağmen halen Türkçe’ye çevrilmemiş olması büyük bir eksikliktir. Monmonier, bu muhteşem kitabında, kartografik paradokstan kaçışın olmadığını bu nedenle tam olarak doğru olan bir haritanın var olamayacağını söylemektedir. Eğer kartografik paradokstan kaçış yoksa doğru bir harita amaca hizmet edecek beyaz yalanlar söyleyebilir. Gerçekte ise pek çok insan genellikle bu paradoksun farkında bile değildir. Bu durumun temel nedeni ise çoğu insanın haritaları diğer pek çok görsel öğeye göre daha güvenilir bulmasıdır. Bu açıdan haritalar güçlü görsel araçlardır. Genellikle göründüğü gibi kabul edilirler ve doğrulukları nadiren kullanıcılar tarafından sorgulanır. Pek çok harita okuyucusu, bir tablonun veya bir metnin kaynaklarını sorgulayabilirken, aksi ispatlanana kadar genellikle bir haritanın doğru olduğunu varsayar. Halbuki harita tıpkı yazı gibi bir iletişim aracıdır. İletişim araçları ise her zaman manipülasyona açıktır. Örneğin bir gazeteyi düşünelim. Muhabir bilgiyi yani haberi bir şekilde elde eder. Sonra bu haberi ya da bilgiyi kendi zihinsel sürecinden geçirerek yazıya döker. Söz konusu bu yazı muhabirin ya da yazarın zihinsel sürecinin bir ürünüdür. Dolayısıyla ön yargı içerebilir, kimi zaman yanlış bilgi içerebilir ve en kötüsü olmayan bilgiyi içerebilir. Bununla birlikte gazetenin manşeti ya da yazının başlığı ve kullanılan kelimeler çoğu zaman okuyucuyu muhabir ya da yazar gibi düşünmeye doğru yönlendirir. Benzer bir şekilde harita da her türlü manipülasyona açıktır. Bu manipülasyon kimi zaman kartografik cehaletten kaynaklanırken kimi zamanda bizzat kartografın kendisi tarafından bilinçli olarak gerçekleştirilir. Burada kartografik cehaletten bahsederken yine çoğu insanın harita okuryazarlığını da yanlış anladığını söylemek gerekir. Harita okuryazarlığı çoğu insanın bildiğinin aksine harita üzerinde kıtaların, okyanusların, denizlerin, ülkelerin ya da şehirlerin yerini bilmek, harita ölçeğini kullanarak hesaplamalar yapmak ya da bir topoğrafya haritası üzerinde yer şekillerini ayırt etmekten ibaret değildir. İyi bir harita okuryazarı olmak için bundan çok daha fazla beceriye ihtiyaç vardır. Harita okuryazarlığı haritaya ilişkin pek çok beceri setinin bir bütünüdür.

          Harita, coğrafi gerçekliğin sembolize edilmiş seçili özellik ve niteliklerinin bir temsilidir.

                                                             Uluslararası Kartografya Birliği (ICA)          

Konuya geri dönecek olursak yukarıdaki metni okuyan okuyucunun ilk aklına gelen soru muhtemelen şu olacaktır; haritaları bu denli manipülasyona eğimli kılan şey nedir? Aslında bu sorunun cevabı haritanın kendisidir. Çünkü bir iletişim aracı olarak harita diğer iletişim araçlarında olduğu gibi bazı sınırlılıklara sahiptir. En temel sorun ise haritada coğrafi gerçekliğin seçili özellikler ile sembolize edilmesidir. Oysaki insanlar genellikle haritayı bir fotoğraf gibi düşünürler. Bir hava fotoğrafını düşündüğümüzde kamera ve onun çözünürlüğüne bağlı olarak gözle görülebilecek doğal ya da beşeri her unsuru fotoğraf üzerinde görmek mümkündür. Haritada ise bunu yapmak imkânsızdır. Ancak kartograf tarafından seçilen doğal ve beşeri unsurlar haritada gösterilebilir. Bir başka ifadeyle kartografik genelleme yapılır. Kartografik genelleme ile yapılan seçim hayati bir öneme sahiptir. Çünkü seçilen bu doğal ve beşeri unsurlara ait mekânsal veriler kartografın ön yargısını de içerir. Bu nedenle oluşturulan haritanın verdiği mesaj harita okuyucusunu tıpkı bir gazete manşeti ya da köşe yazısı gibi yönlendirir. Kartografik genellemenin en fazla yapıldığı haritalar şüphesiz ki topoğrafya haritalarıdır. En büyük ölçekli topoğrafya haritası bile birçok unsuru göster(e)mez. Dolayısıyla harita üzerindeki mekânsal ilişkilerin oluşturduğu örüntü tamamen hangi mekânsal bilgilerin haritada gösterildiğine bağlıdır.

           Bu çemberlerin hepsi dünya üzerinde aynı boyuttadır. Merkator şekli korumak için boyutu bozar.
Görsel 1. Merkator projeksiyonla yapılan bir dünya haritası
( https://www.vox.com/world/2016/12/2/13817712/map-projection-mercator-globe )

Haritalar için ikinci önemli sınırlılık ölçektir. Ölçek aynı zamanda yukarıda bahsedilen seçiciliği de etkilemektedir. Haritalar gerçekte olduğundan daha küçük çizilir ve bu ölçeklendirme sürecinde bazı ayrıntılar mutlaka kaybolur. Gerçek boyuttan küçülme ne kadar büyük olursa, bilgi o kadar genelleşir. Sonuç olarak bazı bilgiler, Monmonier tabiri ile sis perdesinin gerisinde kalır.  Üçüncü bir sınırlayıcı faktör ise dünyanın küresel ve haritaların düz olması kaçınılmaz gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Üç boyutlu küresel yüzeyin iki boyutlu bir düzleme hatasız bir şekilde aktarılması imkânsızdır. Bu nedenle haritası yapılacak olan alanın konumu ve haritanın kullanım amacına bağlı olarak projeksiyon kullanılır. Ancak kullanılan her projeksiyonun bir dezavantajı bulunmaktadır. Bu konuda en kötü üne sahip olan projeksiyon şüphesiz ki Merkator projeksiyondur. Nitekim pek çok insan Merkator projeksiyonun bir propaganda aracı olduğuna inanmaktadır. Oysa ki Merkator projeksiyon navigasyon amaçlı olarak geliştirilen bir projeksiyondur ve oldukça da başarılıdır. Günümüzde Googlemaps bile Merkator projeksiyonu kullanmaktadır. Ancak bir dezavantaj olarak Merkator projeksiyon ile yapılan haritalarda kuzey enlemlerindeki ülkeler ekvatora daha yakın olanlardan çok daha büyük olarak görünür. Bu nedenle bir tematik harita için altlık olarak Merkator projeksiyonla oluşturulmuş bir haritayı kullanmak kartografın bilerek ya da bilmeyerek yaptığı bir hatadır. Örneğin Dünya üzerinde nüfusun dağılışını gösteren bir harita için Merkator projeksiyon kullanmak büyük bir hatadır. Hele ki böyle bir harita bir ders kitabında yer almışsa durum tam bir faciadır. Sonuç olarak Merkator projeksiyonun kötü ününün sebebi projeksiyonun kendisinden değil, kartografik cehaletten kaynaklanmaktadır.

Yukarıda bahsedilen genelleme, ölçek, projeksiyon gibi faktörlerin yanı sıra sembolizasyon, veri standardizasyon ve sınıflandırması gibi daha bir çok farklı yolla haritalar manipüle edilebilir. Fakat bunların hepsi daha ziyade harita okuyucusuna küçük yalanlar şeklinde yansır. Bununla birlikte haritalar bir propaganda aracı olarak kullanıldığında çok daha büyük yalanlar, harita okuyucusuna büyük bir ustalıkla söylenebilir. Örneğin; seçim haritaları bu tür yalanlar söylemek için en ideal haritalar arasındadır. Bir seçim haritasında kullanılan haritalama tekniği, verilerin sınıflandırılma yöntemi, seçilen semboller ve renkler okuyucu kitlesini yönlendirmek ve siyasi desteğin dağılımını çarpıtmak için etkili yöntemlerdir. Özellikle ABD seçimlerinde, seçim sisteminin de nispeten karmaşık olmasına bağlı olarak bu türden haritalar üzerine yürütülen tartışmalar yaygın olarak görülür. Bu nedenle ABD’de seçim haritalarının yapımında kartogram tekniği yaygın olarak kullanılmaktadır. Kartogramlar geleneksel haritaların aksine harita üzerindeki her bir birim, seçili veri ile orantılı şekilde gösterilir. Buna göre ABD’deki her bir eyalet kartogram üzerinde yüzölçümüne göre değil seçmen nüfusuna göre ölçeklendirilir. Böylece seçmen sayısının fazla olduğu alanların seçim üzerindeki etkisi geleneksel haritalara göre çarpıcı bir şekilde görülür.

Aynı veri, farklı görünüm…
Doğru veri kullanılarak bile haritalarla yalan söylenebilir.
Görsel 2. ABD seçimlerinin kroplet ve kartogram teknikleriyle gösterimi
(https://dailygazette.com/2016/11/02/traditional-election-maps-dont-tell-full-story/)

Monmonier, haritalardan önyargıyı ortadan kaldırmanın en iyi yolunun, aynı veriyi içeren birçok haritayı karşılaştırmak olduğunu söylemektedir.
Görsel 3. 2017 Adrese dayalı nüfus kayıt sistemi sonuçlarına göre Türkiye’de nüfusun illere göre mekânsal dağılışının nokta, koroplet, dereceli sembol ve alan kartogramı haritalama tekniği ile gösterimi.
( https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/779559 )

Haritalarla söylenebilen bir diğer büyük yalan ise jeopolitik yalanlardır. Dünyanın pek çok yerinde iki veya daha fazla devlet arasında çekişmeli bölgeler ve sınırlar vardır.  Kartografın ya da harita kullanıcı olan kitlenin politik düşüncelerine bağlı olarak bu bölgeler ve sınırlar çok farklı şekilde temsil edebilir. Örneğin Cemmu ve Keşmir, Güney Asya’nın kuzeybatı bölgesinde Hindistan, Pakistan ve Çin sınırları boyunca uzanan ve Hindistan ile Pakistan arasında uzun yıllar boyunca anlaşmazlığın kaynağı olan bir bölgedir. Basılı haritalarda bu sorunu doğru bir şekilde çözümleyebilmek imkânsızdır. Bununla birlikte Google maps ya da Yandex maps gibi internet tabanlı harita platformlarında bu tür ihtilaflı alanları göstermek büyük bir sorundur. Ancak internet tabanlı harita platformları göreceli gösterim yöntemi ile ihtilafın her iki tarafını da kısmen mutlu edecek beyaz bir yalan ile sorunu çözümleyebilmektedir. Buna göre IP numaranız ve IP numaranızın eşleştiği ülkenin ihtilaflı bölgeye yönelik dış politika kabulüne göre harita üzerindeki gösterim değişmektedir. Bir başka ifadeyle Google, kimin baktığına bağlı olarak haritalardaki sınırları yeniden çizmektedir.

Keşmir Google Haritalarda, kullanıcının Amerika Birleşik Devletleri veya Hindistan’da olmasına bağlı olarak gösterilmektedir.
Görsel 4. Tartışmalı bölge ve sınırların farklı gösterimi
( https://open.lib.umn.edu/app/uploads/sites/178/2017/07/Image125.jpg )

Benzer bir durum Japonya ile Kore Yarımadası arasındaki su kütlesi için geçerlidir. Bu su kütlesi çoğu kişi tarafından Japonya Denizi olarak bilinir, ancak Güney Kore’deki Google Haritalar kullanıcıları için çevrimiçi olarak Doğu Denizi adıyla görünür. Sonuç olarak yer adları da haritaların söylediği jeopolitik yalanlar içerisinde yer alır.

Japon Denizi mi? Doğu Denizi mi?
Görsel 5. Japonya ve Güney Kore arasındaki su kütlesinin adlandırması da ülkeye göre değişmektedir.
( https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/9/91/Sea_of_Japan_naming_dispute.png )

Bir başka göreceli gösterim ise Kırım’ın gösterimidir. 2014’de Ukrayna Kırım Özerk Cumhuriyeti,  gayrimeşru bir referanduma dayanarak Rusya Federasyonu tarafından hukuka aykırı şekilde ilhak edildi. Türkiye ve uluslararası toplumun büyük bir kısmı tarafından bu ilhak tanınmamaktadır. Ancak Googlemaps Kırım’ın için sınırı sorgulama yapılan IP numarasının ait olduğu ülkeye göre çizmektedir.

Hangi Kırım?
Görsel 6. Googlemaps ile sorgulama yapılan IP’ye bağlı olarak Kırım sınırı değişmektedir.
( https://edition.cnn.com/videos/bestoftv/2014/04/15/lead-vo-ukraine-civil-war-google-maps.cnn )

Ne yazık ki yukarıdaki örneklendirilen göreceli gösterim Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) için de geçerlidir. Türkiye ya da KKTC’den çevrimiçi olarak Google haritalara bakıldığında KKTC görünürken başka ülkelerden KKTC görünmemektedir.

Türkiye ya da KKTC’den çevrimiçi olarak Google haritalara bakıldığında KKTC görünürken başka ülkelerden KKTC görünmemektedir.
Görsel 7. KKTC’nin Google Haritalarda görünümü
(https://www.google.com.tr/maps/@35.1408912,34.3131671,8z)

Google, haritalarını her bir ülkenin inançlarına ve yasalarına uyacak şekilde özelleştirmektedir. Böylece haritalar tek ve nesnel bir gerçeklik göstermez, bunun yerine dünyadaki mevcut farklı perspektifleri onaylar. Bu arada şunu da söylemek gerekir ki Googlemaps gibi internet tabanlı harita platformaları ilgili ülkenin ilgili yöneticileri ile devamlı irtibat halindedirler. Örneğin Türkiye’de eski adıyla Harita Genel Komutanlığı yeni adıyla Harita Genel Müdürlüğü’nün görüşleri doğrultusunda bu platformlar gerekli düzenlemeleri yapmaktadır. Ancak yapılan tüm düzenlemeler Türkiye ölçeğinde geçerli kalmaktadır.

Yukarıda görüldüğü üzere haritalarla manipülasyon yapmanın bu yazıda bahsedilmeyenler de dahil edilmek üzere çok sayıda yolu vardır. Bunların bir kısmı haritanın doğasında var olup, olması gereken beyaz yalanlar şeklindedir. Geri kalan kısım ise haritacının bilerek ya da bilmeyerek yaptığı manipülasyonlardır. Ancak haritaların bu denli manipülasyona açık olması, haritanın etkili bir görselleştirme aracı olduğu gerçeğini değiştirmez. Haritalar mekânsal ilişkilerin ve bu mekânsal ilişkilerin oluşturduğu örüntüleri en iyi yansıtan görselleştirme aracıdır. Bu nedenle mağara duvarlarındaki tasvirlerden GPS’e kadar uzanan süreç içerisinde haritalar insanlık tarihinde önemli bir yer tutmuştur. Bugün içinde yaşadığımız teknoloji çağında Türkiye’de dâhil olmak üzere dünyanın dört bir yanından internet ortamında binlerce harita paylaşılmaktadır.  Peki ama bu haritalar ne ölçüde doğrudur? Küçük ya da büyük hangi yalanları söylemektedirler? Karşımıza çıkan bir haritanın doğruluğu konusunda nasıl fikir sahibi olabiliriz? Bu gibi sorulara doğru cevaplar verebilmek ve haritalara karşı eleştirel yaklaşabilme becerisine sahip olmak için en basit haliyle iyi bir harita okuryazarı karşılaştığı bir haritaya yönelik aşıdaki soruları yanıtlayabilmelidir;

  • Bu haritayı kim, hangi amaçla yaptı?
  • Bu haritanın içerdiği ve içermediği unsurlar nelerdir?
  • Bu haritada kullanılan verilerin kaynağı nedir?
  • Bu haritada kullanılan ham veriler nasıl işlenmiştir?
  • Bu haritanın çiziminde hangi çizim tekniği ve neden kullanıldı?
  • Bu haritada kullanılan çizim tekniğinin haritaya olumlu ve olumsuz etkisi nedir?

 

KAYNAKLAR

De Blij, H. (2012). Why Geography Matters: More Than Ever. Oxford University Press.

Dent, B. D., Torguson, J., & Hodler, T. W. (2009). Cartography: Thematic Map Design. New York: McGraw-Hill Education.

Dorling, D., & Fairbairn, D. (2013). Mapping: Ways of representing the world. Routledge.

ICA. (2011). Strategic Plan For The İnternational Cartographic Association 2011-2019.

Kitchin, R., & Dodge, M. (2007). Rethinking maps. Progress in human geography, 31(3), 331-344.

Kraak, M. J., & Ormeling, F. (2020). Cartography: visualization of geospatial data. CRC Press.

Monmonier, M. (2018). How to lie with maps. University of Chicago Press.

Peterson, M. (1999). Maps on stone: the web and ethics in cartography. Cartographic Perspectives, (34), 5-8. http://dx.doi.org/10.14714/CP34.612

Şahin, B , Şahin, S . (2019). Coğrafyada alternatif bir tematik haritalama tekniği: alan kartogramları. Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi , 23 (2) , 477-500 .

Thrower, N. J. (2008). Maps and civilization: cartography in culture and society. University of Chicago Press.

Tyner, J. A. (2010). Principles of Map Design. The Guilford Press.

Wood, D., & Fels, J. (1992). The power of maps. Guilford Press.

https://www.washingtonpost.com/technology/2020/02/14/google-maps-political-borders/

https://www.npr.org/sections/thetwo-way/2014/04/12/302337754/google-maps-displays-crimean-border-differently-in-russia-u-s

https://www.theguardian.com/technology/2014/apr/22/google-maps-russia-crimea-federation

https://open.lib.umn.edu/mapping/chapter/7-lying-with-maps/

https://www.washingtonpost.com/news/worldviews/wp/2016/07/29/russia-accuses-google-maps-of-topographical-cretinism/

https://www.vox.com/world/2016/12/2/13817712/map-projection-mercator-globe

https://dailygazette.com/2016/11/02/traditional-election-maps-dont-tell-full-story

https://open.lib.umn.edu/app/uploads/sites/178/2017/07/Image125.jpg

https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/9/91/Sea_of_Japan_naming_dispute.png

https://edition.cnn.com/videos/bestoftv/2014/04/15/lead-vo-ukraine-civil-war-google-maps.cnn

https://www.google.com.tr/maps/@35.1408912,34.3131671,8z

 

[1] Yasemin Karakaya Bilim ve Sanat Merkezi Coğrafya Öğretmeni,  bahaddinsahin@gmail.com

Anarşi, Coğrafya ve Modernite

 

ANARŞİ, COĞRAFYA VE MODERNİTE, Elisée Reclus’nün Seçilmiş Yazıları

Dr. Muhammet KAÇMAZ [1]

Yeryüzünün hikâyesini insanın hikâyesi olarak yeniden yazan Reclus’un seçilmiş yazılarının derlendiği “Anarşi, Coğrafya ve Modernite” kitabı John Clark ve Camille Martin’in eleştirel bakış açısıyla oldukça güzel bir şekilde harmanlanmış. Günümüzden bir asır önce çoğu konuda bugünün insanlarından ve toplumlarından daha ileri bir modernite anlayışına sahip Reclus’un çağını ve çağımızı aşan fikirleri kitabın etki derecesini arttırmaktadır. Coğrafi düşlerin, düşüncenin ve coğrafi felsefenin ne denli önemli olduğu gerçeğini görmek ve bilmek isteyenler için bu kitabın biçilmiş bir kaftan olduğunu ifade etmek mümkün. Kitap coğrafyaya, insana, yeryüzüne, dünyaya ve kendimize bakışımızı yeniden şekillendirmemize yardımcı olacaktır. Coğrafyanın farklı ölçek ve zamanlarda insanın yeryüzündeki tüm hikâyesine ortak olduğunu fark edince coğrafyanın önemi ve değerini klasik söylemlerin ötesine taşıyabileceğiz belki de. Coğrafyanın geçmişinden, kederinden coğrafyanın geleceğine, kaderine doğru bir yolculukta coğrafyaya eşlik etmek coğrafyacılar için ne büyük mutluluk. Reclus bize bu konuda büyük bir rehber olmakla birlikte bu kitap bizim yeryüzü ve insana bakışımızda yeni ufuklar açabilecek niteliktedir.

Her bölümü ayrı bir yaşam dersi olan kitap iki ana bölüm 18 alt bölümden oluşmaktadır. Yeryüzü ve insanın hikâyesi ile başlayan eser anarşizm ve anarşist coğrafyanın tanımlandığı bölümler ile devam etmektedir. Doğa, kültür, ilerleme felsefesi, toplumsal dönüşüm, tahakküm, özgürlük, eşitlik, köylü kardeşliği, geniş aile, evrim, devrim, vejetaryenlik, kentler, modern devlet, kültür, mülkiyet gibi konuları ele aldığı her bölüm coğrafyacının düş ve düşünce dünyasına ayrı ayrı vurulmuş darbelerdir. Bu kitabı okurken Kafka’nın “eğer okuduğumuz bir kitap bizi kafamıza vurulan bir darbe gibi sarsmıyorsa, niye okumaya zahmet edelim ki” sözünü hatırlamamak ne mümkün. Kitabı tüm bölümleri ile ele alıp, değerlendirmek pek mümkün değil zira coğrafi açıdan öyle çok üzerinde durulması gereken mesele var ki. Dolayısı ile Reclus’un anarşist coğrafyasına göz atıp onun ağırlıklı olarak yeryüzü ve insan hakkındaki fikir ve düşünceleri ile bu değerlendirme sınırlandırılacaktır.

Anarşi kelimesinin zihnimizde canlandırdığı imaj hiç olumlu olmamakla birlikte şiddeti değişim için bir yol, yöntem olarak görenleri tasvip etmek de mümkün değildir. Reclus’un da şiddeti tasvip etmediği bilakis düşmanına karşı bile sevgi ile yaklaşma çabası ve isteği çok açık ve net bir biçimde yaşamında ve düşüncelerinde yer almıştır. Lakin Reclus’un haklı olunan bir mücadelede şiddeti tasvip edenlere ve hatta uygulayanlara karşı tavır almayışı hatta kimi zaman haklı görmesi kitabın yazarları tarafından da yine Reclus’un fikirleri ile yerinde ve dozunda eleştirilmiştir. Özgür, adil ve şefkatli bir dünya hayal eden Reclus için “İnsan doğanın kendi bilincine varmasıdır.” İnsanın yeryüzündeki serüveninin olumsuz bir hal aldığını seyir defterine yazan Reclus bir kâhin değildi elbet. Lakin ileri görüşlü bir coğrafyacı olarak dünyanın bugün karşılaştığı birçok soruna zamanını aşan bir keskinlikle isabetli bir biçimde değinerek yeryüzünün korunmaya ve bakılmaya ihtiyacı olduğu konusunda erken işaret fişekleri yakan bilim insanlarından biri olmuş ve bir sosyal coğrafyacı olarak Reclus’un ideallerini yaşamında uygulama çabaları takdir edilmiştir. Yazarlar Reclus’un insanlığın öyküsünü, yeryüzünün öyküsü olarak yeniden kurguladığı zamanlardaki dünyada ilerleme miti’nin en parlak günlerini yaşadığını ve hegemonik sistemin savunucularının kibirli bir rehavet içinde her yerlerinden iyimserlik fışkırdığını belirtmişlerdir. Reclus’un öznesi olan insanlığın küresel, doğa ile iç içe, bir yandan da özgürleştirmenin özgürleştiriciliğine yaslanan açık uçlu, yaratıcı bir projenin taşıyıcısı olduğunu ifade etmişlerdir.  Bu bağlamda Reclus’un “küreselliğin ilk peygamberlerinden biri” olarak nitelenmesi de fikirlerinin dünya için ne denli önemli görüldüğünün bir göstergesidir. Ağır sanayi devrimi sonrası dünyanın günümüzde geldiği nokta ve yeryüzünün önemli ölçüde kaybettiği doğal yapısı ve özellikleri tüm insanlar özellikle coğrafyacılar için bir hüzün tablosu iken teknolojik gelişmelerin başını çektiği hafif sanayi devrimi sırasında ve sonrasında dünyanın nasıl şekilleneceği konusunda Reclus’un tavsiyelerine kulak vermekte fayda var.

Birinci Dünya Savaşı öncesinde devletçi küresel kuramlara alternatif olarak sunduğu “sonunda eşitliğin kazanacağı ve bu eşitliğin sadece Amerika ile Avrupa arasında değil hem bunlar hem de dünyanın başka köşeleri arasında kurulacağı” bir gelecek öngörüsü bugün bile bir ütopya.  “Zengin, güçlü, hegemonik bir çekirdek ile zayıf, yoksul, sömürülen çevreye bölünmüş dünyanın yerini “merkezi her yerde, çeperi hiçbir yerde” olan bir dünya hayali de öyle elbette. Yakın tarihlerde ortaya atılan ve I. Dünya savaşına ilham veren Friedrich Ratzel’in Lebensraum (Yaşam Alanı) ile Halford John Mackinder’in Kara Hâkimiyet Teorisi ve Heartland (Dünyanın Kalbi) fikirleri yerine Reclus’un hiçbir yeri merkez ya da çeper kabul etmeyen fikri kabul görseydi günümüz dünyası nasıl şekillendirdi? Geleceği, geleceğimizi şekillendiren geçmişin ve bugünün kabul görmüş fikirleri, fikirler de insanın ve dünyanın işletim sistemidir.  Dolayısı ile fikirlerin önemi ve kabul görmesi ya da görmemesi yeryüzünün, toplumun, insanın tüm katmanları ve tüm zamanları için hayati önem taşımaktadır.

Reclus için “yeryüzü insanın asli bir parçası olduğu tüm yeryüzüdür. Bizler bütün karmaşası ile o bütünün içindeyiz ve onun sayesinde varız. Dünyayı anlamak, tüm bileşenlerini, iç içe geçen faktörleri anlamayı gerektirir.” Dünyayı anlamanın oldukça karışık ve karmaşık bir süreç olduğunu bu cümleler ile ifade eden Reclus coğrafyacılara da zor lakin güzel bir istikamet çizmiştir. Reclus’un “sosyal coğrafyası içinde ve şeylerin karmaşasında hiç değişmediği için yasa” olarak tanımlanan üç olgu bize bu istikamette yol işaretleri olabilir. Bunlar; “sınıf mücadelesi, eşitlik arayışı ve bireyin egemen iradesi.” İster mekânsal ya da ekonomik ister kültürel ya da etnik nedenler ile olsun yeryüzünde insanlar arasındaki tüm mücadelelerin özünde yatan gerçekliklerdir bu işaretler. Bugün insanlık ne yazık ki Reclus’un eserinde belirtmiş olduğu koruyucu, onarıcı ve yaşatıcı tavırdan epey uzaklaşmıştır. Bu bağlamda coğrafyacıların kendilerini yeryüzünün öğretmeni olmaktan ziyade yeryüzünün koruyucuları olarak yeniden tanımlama ve yetiştirme gereği ortaya çıkıyor ki bu durum ülkemizde coğrafyanın yeniden ve derinden yapılanmasını gerektiriyor. Modern dünyanın, toplumlarının ve insanlarının çözüm bekleyen problemlerine coğrafyacılar eğitici rollerinden ziyade değiştirici ve dönüştürücü rolleri ile katkıda bulunmak zorundadırlar. Bu rol de salt anlatarak değil yaşayarak ve yaşatarak etkisini gösterebilir.

Anarşist coğrafyanın piri olarak anılan Elisee Reclus, anarşist coğrafyayı “yeryüzünün (Gaia) tahakkümünden (archein) kurtulması için verilen mücadelenin yazımı (graphien)” olarak ifade eder. Reclus için toplumsal coğrafya ve ondan feyz alan toplumsal felsefe, gezegenin özgürlük tarihinin bir parçasını oluşturur. Gençlik çağında yazdığı “Dünyada Özgürlüğün Gelişimi”nde “Yasalar vicdanın yargılamasından geçmeli ve içimizdeki ahlakla mükemmel bir uyuma ulaşmadıkça yaptırım olmamalıdır” der. Bu yasalar “ebedi adalet” ile çelişirse, onlara itaat etmemek ahlaki sorumluluğumuzdur. Yüksek ahlak yasalarını hiçe sayıp insani yasalara saygı göstermek erdemli bir davranış değildir, “ahlaki korkaklık”tır.” Bu cümlelerden çıkarılması gereken sonuç bir isyan değil aksine yasaların, yasa koyucuların ebedi adalet ve yüksek ahlak yasalarına uyumlu olması gerekliliği ve önemidir. Aksi takdirde insanların yeryüzüne uyumu konusunda ciddi sorunlar yaşanacak ve böyle durumlarda insanlar, toplumlar ve devletler arasındaki ilişkiler çatışmalara dönüşecektir.

Yalnızca ilerici siyasi fikirlere değil radikal siyasi eylemlere de ilgi duyan Reclus bulunduğu ülkeler için her zaman sorun teşkil eden ya da edebilecek biri olarak görülse de Fransa, Almanya, İngiltere ve Amerika deneyimleri onun fikirlerinin gelişmesinde çok etkili olmuştur. Amerika’da bir çiftlik sahibinin çocuklarına özel ders vermeye başladığı sırada kölelik sitemine ve insanlık dışı uygulamalarına karşı gelişen fikirlerinin yanı sıra görünürde öğretmenlik gibi masum bir görevi ifa ederek bu kurumla iş birliğine girmesinin, onu “kırbacı tutan el” yaptığı sonucuna ulaştırmıştır. Amerika’da gördüğü ve Avrupa toplumlarındaki uygulamaları kat kat aşan ekonomist kafa yapısını ağabeyi Elie’ye yazdığı mektupta ülkenin devasa bir mezat evine döndüğü şeklinde anlatmıştır. Mektuptaki şu ifadeleri de ekonomist kafa yapısının ne kadar eski, kalıcı ve etkili olduğunun bir kanıtıdır. “Her şey satılık; köleler, oylar, onur, İncil, vicdan üzerine pazarlıklar dönüyor. Her şey en yüksek fiyat verene gidiyor.” Amerika’da gördüğü ırk ayrımcılığı onu ırkların ve kültürlerin kaynaşmasının güçlü bir savunucusu haline getirmiş ve babası Fransız annesi Senegalli olan Clarisse Brian ile evlenerek inandığı değerleri yaşamında da tatbik etmiştir.

Dayanışma ve yardımlaşmanın onun temel ilkeleri olduğu ve herhangi birine baskı kurmayı aklının köşesinden bile geçirmediği ifade edilirken alçakgönüllülüğü ile kendini bir lider ya da uzman olarak görmemesinin ise saygınlığını arttırdığı belirtilmiştir. Popper’in bilim insanında bulunması gerekli gördüğü “entelektüel alçak gönüllüğü” Reclus da görmek mümkündür. Bilim adamı, siyaset yazarı ve aktivist olarak oldukça ünlü olmasına karşın kendini takipçilerinden üstün konuma yerleştirmemiş, tahakküm karşıtı tavrı yalnızca başka insanlar için değil, başka varlıklar ve bütün doğa için de geçerli olmuştur. Yeryüzü ve insanı bir bütün olarak gördüğü ve ele aldığı hem sözlerinden hem yaşamından anlaşılmakla birlikte yine bu minvaldeki ve coğrafyacılara istikamet olacak sözleri şu şekildedir: “İnsan ırkının gelişim tarihi, bizden önce anakaralarımızın ovalarında, vadilerinde, su kıyılarında yüce harflerle yazılmıştır. Yerkürenin ve sakinlerinin arasındaki “birliktelik”, “uyum”, “denge”, “birlik” gibi düzenin varlığını çağrıştıran sözcüklerle açıklanamaz çünkü düzen “uyum kadar çatışmadan da beslenir.” Çatışmayı da düzenin bir parçası olarak gören Reclus insanoğlunun yeryüzünü sömürmesini sert bir dille eleştirir; “Düşüncesiz toplumlar ne zaman yaşadıkları yerin güzelliğini bozan işlere girişseler pişman olmuşlardır. İnsanın doğayı kirlettiğinde kendisini de kirlettiğini” söyleyerek bizi uyarır.

Reclus’a göre “toprak bozulduğunda, kırsalın tüm şiiri yok olduğunda, hayal gücü de solar, zihin yoksullaşır, rutin yaşam ve kölelik ruhu ele geçirir, bu yol insanı tembelliğe, ölüme götürür.”  Bu sözü ile bizlere çok erken bir uyarı işareti vermiş olsa da günümüz modern insanı çoğunlukla ekonomik, kimi zaman da kültürel nedenlerden dolayı kırsalın şiirselliğine zarar vermeye devam etmektedir. Bir dağın öyküsündeki ifadeleri yine insanın mekân üzerindeki etkisine dair önemli tespitlerdir: “Her halk, deyim yerindeyse, çevresindeki doğayı yeniden giydirir. Tarlalarıyla, yollarıyla, konutları ve her türlü inşaatla, ağaçları konumlandırması ve genel manzarayı düzenlemesiyle halk, kendi ideallerini karakterini açığa vurur. Halk gerçekten bir güzellik duygusu taşıyorsa, doğayı daha güzelleştirecektir. Öte yandan, eğer insanlığın büyük bir bölümü günümüzdeki gibi hoyrat, bencil ve sığ bir yaşam sürdürmeye devam ederse, sefil izlerini yeryüzüne bırakması kaçınılmazdır. Böylece, şairin umarsız çığlığı gerçeğe dönüşür. “Nereye kaçabilirim ki? Doğanın kendisi çirkinleşti.” Bilimin “yavaş yavaş yerküreyi insanoğlunun yararına çalışan bir organizmaya dönüştürmesini” sevinçle karşılarken bu süreçlerin dünyayı “bütün çağlarda şairlerin hayalini kurduğu güzel bir bahçeye dönüştüreceğini” öne sürer. Elbette ki Reclus o gün için bile doğanın insanlar tarafından ne kadar hoyratça kullanıldığının ve yanlış yönetildiğinin farkındadır ona göre “pervasız sistem [doğanın] güzelliğini kirletmiştir” bu yüzden “insan doğayı iyileştirme görevini üstüne almalı” ve “haleflerinin açtığı yaraları onarmalıdır.”

Reclus’a göre ilerleme birbirine bağlı devrim ve evrim süreçlerinin bir sonucudur. Reclus evrimsel değişime örnek olarak bilimsel şarlatanlıkların ve dini hurafelerin yavaş yavaş azalmasını ve geleneksel biat kültürünün gücünü yitirmesini gösterir. Modern insan, yeryüzünde kendisinden önce gelenlerin tüm erdemlerini kendi varlığında bir araya getirmelidir. Reclus uyarlığın maliyetlerinden birinin, toplumdaki bireyler ve gruplar arasındaki duvarların çoğalması olduğuna, bunun kurumsal hegemonyadan kaynaklandığına inanır. Toplumsal ilerleme açık iletişimin sağlanabilmesi için hiyerarşik bölünmelerin yok olmasına bağlıdır. Reclus coğrafya ve tarih üzerine bilgilerimiz yeni ve küresel bir yer ve zaman duygusu yarattıkça insanlığın özbilincinin artacağını savunur. Ona göre “tüm enlem ve boylamlarda “Bir” olan insanlık, aynı şekilde tüm çağları kapsayan tek bir biçimde kendini gerçekleştirecektir.” Bu tarihsel çeşitlilikte-birliğin kavranması, Reclus’un sosyal coğrafyasının temel hedefidir. Günümüzde internet ve soysal medya bize farklı bir zaman ve mekân algısı kazandırmakla birlikte Harvey’in “zaman-mekân sıkışması” ifadesi, Bauman’ın “geç kalınmışlık” meselesi Reclus’ta “insanın doğanın kendi bilincine varma” süreci olarak ortaya çıkar. Gerek bireysel gerekse ulusal ve küresel olmak üzere başa çıkması zor, stresli bu sürece ve zamanın, mekânın avuçlarımızın içinden kayıp gittiği düşüncesine karşı belki de coğrafya ayaklarımızın Yer’e sağlam basmasını sağlayabilir. Yeryüzünü ve insanı daha iyi anlayabilir, yaşayabilir ve anlatabilirsek daha iyi yarınlarımız olabilir.

Reclus çoğu konuda olduğu gibi eğitim konusunda da devrimci yaklaşımlara sahipti, özellikle kendi yaşadığı zaman dilimi düşünüldüğünde. Ona göre gerçek okul doğa olmalıdır ve bu eğitim yalnızca insanın düşleyebildiği güzel manzaraları ya da doğa yasalarını değil aynı zamanda, aşmayı öğreneceği engelleri de içermelidir. Ders kitaplarından nefret eden Reclus, ders kitaplarının çocukların zihin sağlığını ve morallerini bozduğunu ifade eder. Bilimin öğrenciye ölçülmüş, biçilmiş, onaylanmış ve damgalanmış bir konfeksiyon ürünü, adeta bir din, bir batıl inanç gibi sunulmasını ölü ve ölümcül bir diyet olarak tanımlar. Ona göre: “Anarşistlerin ideali okulları kaldırmak değil, aksine büyütmek, toplumu herkesin hem öğrenci hem öğretmen olduğu, büyük bir ortak eğitim müessesine dönüştürmektir.”

İnsanların artık zamanın ve mekânın efendisi olduklarını önlerinde sonsuz bir kazanım ve ilerleme alanı açıldığını düşünen Reclus, tüm insanların ekmeğe kavuşmasının, bütün ötekilerin ondan türediği tek ve gerçek zafer olduğunu ifade eder.  Reclus meselenin sadece karın doyurmak değil, insanın bir zenginin ya da varlıklı bir manastırın sadakasına muhtaç olmadan, hakkı olan ekmeği yemesi olduğunu belirtir. Ona göre “Maddi refahın emekle değil lütufla elde edilmesi bazen bütün bir halkın ahlaken çökmesine yol açmıştır. Bunca kentin, hatta ulusun “ölmesinin” gerçek nedeni budur. Sadaka beslediği kişilere lanet getirir.”  Bu cümleler bireysel özgürlüğün ve kişinin emeği ile ekmeğini kazanmasının toplumlar ve uluslar açısından ne denli önemli olduğunu ifade etmekle birlikte günümüz dünyasında farklı ölçeklerdeki (yerel, bölgesel, ulusal) kişi ve toplumların yardımlarla ve yardım beklentileri ile nasıl yozlaştırıldığını ve yozlaştırılabileceğini açıklaması açısından da değerlidir. Reclus’a göre; “Herkese ekmek ve eğitim güvencesi sağlamak gibi çok basit bir adalet eyleminin ahlaki sonuçları ölçülemeyecek kadar değerli olacaktır. Eğer gün gelir de, tarihsel evrimin izlediği istikamette, yani kimseyi açlıktan ölmeye ve cehalete çürümeye terk etmezse, o zaman her geçen gün daha fazla birey tarafından benimsenen başka bir ideal göz kamaştıran bir fener gibi kendini gösterecektir.” 

Görüldüğü üzere Reclus eserinde sadece yeni bir dünya inşa etme çabasına girişmemiş aynı zamanda yeni insanı da tarif etmiştir. Ona göre “yeni insan, her şeye karşı duyduğu birlik hissine tüm diğer insanları, kardeşlerini dâhil ederse kalıcı, gerçek bir zafer olacaktır. “Ağaçların, derelerin arasında yaşayan ilkel vahşiyi gönülden sevmek ancak çağdaş dünyamızın yapay toplumunda yaşayan insanları da sevmekle mümkündür. Kindarların, ikiyüzlülerin, kayıtsızların açacağı ahlaki yaralardan sakınmak için tek seçeneğimiz onlara aşkla yaklaşmaktır.” Herkesin kendi mutluluğun sanatkârı olduğu düşüncesine katılmakla birlikte mutluğun ancak insanlığın tümüne yayıldığında hakiki, derin ve eksiksiz olacağına inanır. Reclus’a göre gerçek ilerleme; “Kıtalara, denizlere ve bizi çevreleyen atmosfere düzen vermek, yeryüzündeki “bahçemizi işlemek”, bitki, hayvan ve insan hayatını, her münferit yaşam biçimini desteklemek için çevreyi yeniden düzenlemek, insan dayanışmasının tam olarak farkına varmak, gezegenle yekvücut olmak, kökenlerimiz, şimdiki halimiz, acil hedeflerimiz ve uzaktaki idealimizi görmektir.”  

Sonuç olarak yeryüzündeki coğrafi yolculuğumda fazlası ile etkilendiğim bu kitabı tüm coğrafyacı meslektaşlarıma, coğrafyayı seven ve daha güzel bir dünya hayali kuran herkese önemle tavsiye etmek isterim. Özellikle dünyaya yeni bir düzen verilme çabasının herkes tarafından fark edildiği, yeni insanın temellerinin atılıp katlarının çıkılmaya çalışıldığı, internet ve sosyal medya evreninin dünyayı ve insanı çepeçevre sardığı günümüz koşullarında Reclus’un düş ve düşüncelerinin desteğine ihtiyacımız var. Kitabın son sayfalarında tavsiye ettiği önerilerden birkaçı bile bilim ve yaşam felsefemize yön verecek nitelikte. Son sözü yine Reclus’a bırakalım; 

“Patronlardan, liderlerden, kelimeleri birer Kutsal Sözcük’e dönüştüren havarilerden uzak durun. Putlardan kaçın, en yakın dostunuzun ya da en akıllı profesörün sözlerini bile içerdikleri hakikati ölçerek değerlendirin. İçinize dönün, zihninizin sesini dinleyin ve son kararınızı vermeden önce konuyu yeniden araştırın. Her türlü otoriteyi reddedin ama bir yandan da tüm samimi düşüncelere derin saygı duyun. Kendi hayatınızı yaşayın ama herkese de kendininkini özgürce yaşama hakkı tanıyın.”

  

KAYNAK KİTAP

Clark John, Martin Camille; Anarşi, Coğrafya Modernite Elisee Reclus’nün Seçilmiş Yazıları, Can Sanat Yayınları, İstanbul, 2016

FAYDANILAN KAYNAKLAR

Bauman, Z., Akışkan Modernite, Can Sanat Yayınları, İstanbul, 2017

Harvey, D., Postmodernliğin Durumu,  Metis Yayınları, İstanbul,1999

Küçük, C.,  Ne Demiş Kafka, Carpediem Yayınları, İstanbul, 2011

Özgüç, N., & Tümertekin, E., Coğrafya, Geçmiş Kavramlar Coğrafyacılar,  Çantay, İstanbul, 2010

Popper, K. R., Bilimsel Araştırmanın Mantığı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2005

 

[1] Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi

Malthus’un Nüfus Artış Teorisi ve Tartışmalar

 

MALTHUS’UN NÜFUS ARTIŞ TEORİSİ VE TARTIŞMALAR

Prof. Dr. Emrullah GÜNEY [1]

Thomas Robert Malthus 1766 yılının 14 Şubat günü Birleşik Krallık’ta Dorking yakınlarında doğdu. 1834yılının 23 Aralık günü Bath yakınında öldü (Encylopedia Britannica. Malthus.1970. Tome: 14. 717-718 pp . University of Chicago).

Malthus hangi alanda ün kazanmıştı?

O bir ekonomi bilgini ve nüfusbilimciydi. Jean Jacques Rousseau ve David Hume’un dostu olan bir soylu aileye mensuptu. 1788’de Anglikan rahibi oldu. 1796’de Surrey-Albury bölge rahipliğine getirildi.

Yeryüzü ile insan arasındaki ilişkileri irdelemeğe çalışan coğrafya, politik ekonomi bilgini Malthus’ün teorisini yorumlamakla görevli bilimdir.

1798’de yayımlanan kitabıyla, (An Essey of the Principle of Population as it Affects the Future Improvement of Society) nüfus artış olayını ilk kez ele alan bilim adamı Malthus olmuştur. Hiçbir yazar Malthus kadar tartışma konusu olmamış, hiç kimse de onun kadar eleştirilmemiştir.

XVIII. Yüzyıl sonlarında Britanya toplumunda yoksul insan sayısının aşırı derecede çok olmasının nedenleriyle yakından ilgilenen Malthus, kuramını oluşturmağa, çevresini gözleyerek, istatistikleri inceleyerek başladı.

Toplumsal ve uluslararası bir özellik taşıyan Malthus teorisiyle bir ülkenin yaşatabileceği en yüksek nüfus toplamını hesaplarken yalnızca bu ülkenin üretimini değil, dünya ekonomisi koşullarını da göz önünde bulundurmuştur.

Demografik sorunları yalnızca filozofik ya da politik açıdan ele almakla kalmayan Malthus, bu sorunlar yoluyla yeni ekonomi bilimi genel yasaları temelinde yer alan olayları da ortaya çıkaran bir bilim adamıdır.

Malthus böylece bilime yeni bir ufuk açmış ve birçok teoriler, bu arada özellikle Darwin teorisinin doğmasına aracı olmuştur. Yiyecek maddelerine oranla nüfusun çok daha büyük bir hızla arttığı temel görüşü üzerine kurulan ve pek çok teorilerle birlikte, bu arada Darwin’in ünlü ‘’Yaşam için savaşım’’ (Struggle for life) sözünün kaynağını oluşturan bu teori, bütün karşı savlara ve bir aralık olayların da yalanlamasına uğramış olmasına karşın bugün yeni baştan büyük bir önem ve saygınlık kazanmış görünmektedir.

Malthus, ‘’Nüfus Prensibi’’ düşüncesini istatistik ve tarih belgelerine dayanarak geliştirmiştir: ‘’ Hayvanlar aleminde ve bitkiler dünyasında doğa pek büyük bir bolluk ve cömertlikle yaşam tohumlarını serpmiş, fakat buna karşılık alan ve besin konusunda görece cimri davranmıştır. Eğer yeryüzünün kapsadığı bütün yaşam tohumları özgürce gelişebilseydi, birkaç yüzyıl sonunda milyonlarca dünya doldurabilirdi. Fakat var olmanın sert zorunluğu, doğanın bu egemen ve buyrukçu yasası, bu yaşam döllerini belirli sınırlarında tutmaktadır. Doğanın bu büyük sınırlayıcı yasası, hayvanların ve bitkilerin alabildiğine çoğalmasına engel olmakta ve insan soyu, aklına dayanarak gösterdiği çaba ne olursa olsun, bu yasanın etkisinden kurtulamamaktadır. ‘’

Malthus, nüfus düşüncesini ve bunun kapsadığı tüm sorunları ilk kez kavrayan ve büyük bir açıklık ve basitlikle ortaya atan bilgin olarak dikkatleri çekmiştir.

‘’ Dünyayı bütünüyle ele alalım. Bugünkü dünya nüfusunun bir milyon olduğunu düşünelim. İnsan ırkı 1,2,4,8,16,32,64,128,256 …sayı dizisi içinde çoğalacak, geçim araçları ise 1,2,3,4,5,6,7,8 şeklinde artacaktır. İki yüzyıl sonunda nüfus ve yaşama-geçim yolları arasındaki oran 256’ya 9; 3 yüzyıl sonra 4 096’ya 13 ve 20 yüzyıl sonrasında aradaki fark hesaplanamayacak kadar büyüyecektir. ( Tanoğlu . 1969. Beşerî Coğrafya / Nüfus ve Yerleşme. Cilt 1. İstanbul Üniv yay. 1183. Edebiyat Fakült. Coğr Enst Neşriyatı: 45. İstanbul).

Toplumun Gelecekteki Gelişmesine Etkileri Açısından Nüfus Üzerine Bir Deneme ve Mr Godwin, M.Condorcet ve Başka Yazarların Tahminleri Üzerine Görüşler adlı yapıtının özeti şudur. ‘’ İnsanların sınırsız mutlulukla ilgili beklentileri temelden yoksundur. Çünkü nüfus her zaman üretimden hızlı çoğalmaktadır.  Nüfus denetim altında tutulmadığı sürece geometrik dizi biçiminde, besin özdekleri ise aritmetik dizi biçiminde artacaktır. Nüfus sürekli olarak en düşük yaşam düzeyinin gerektirdiği sınırın üzerinde artma eğilimi gösterir. Fakat kıtlıklar, savaşlar ve sayrılıklar bu sınırın aşılmasını önler. Nüfusun aşırı büyümesini ancak doğum denetimi gibi ‘’kötülükler’’, ‘’sefalet’’ ve üremekten ‘’sakınma’’ önleyebilir.’’

Yoksulluk insanlığın kaçınılmaz yazgısıdır. Malthus önce soyut ve analitik düzeyde ele aldığı bu görüşlerini sonraki araştırmalarının ve anakara Avrupa’sındaki gezilerinin ardından çok sayıda yeni olgusal verilerle destekledi.

Bilgin, daha sonraları paranın rolünü, toprak rantının kaynağını, tasarruf ve yatırım kuramını inceleyen kitaplar yazdı, yayımladı: An Inquiry into the Nature and Progress of Rent (1815), Principles of Political Economy (1820), Definitions in Political Economy (1827).

Malthus teorisi çağdaşı olan bilim adamlarınca ve sonrasında sürekli olarak eleştirildi. Çünkü temel varsayımlarını yeterli biçimde ortaya koyamadı. İstatistik bilimi Anglo Amerika’da, Kara Avrupa’sında önemli gelişme sürecine girmişti. Bilgin, elindeki olgusal ve istatistiksel verileri eleştirel ya da bilimsel bir yaklaşımla değerlendirmedi.

ABD’li nüfusbilimci Kingsley Davis, Malthus kuramlarının geniş bir deneysel temeli bulunmakla birlikte gerçekte deneyciliğin yetersiz bir örneğini oluşturduğunu ileri sürdü.

Toplumsal politikalar Malthus kuramından sonra değişmeğe başladı. Doğurganlığın ulusal serveti artırdığına inanılırdı. Yoksullara yardım yasaları ise büyük olasılıkla geniş ailelerin oluşmasında özendirici bir rol oynamıştı.

Malthus kuramında bencil bir özellik dikkat çeker : Eğer bu yasalar çıkarılmasaydı, yoksul kitleler daha çoğalacak, fakat halkın toplam mutluluğu çok daha ileri olacaktı.

İşgücünün hareketliliği bu yasalar yüzünden kısıtlanıyordu. Doğurganlık da artıyordu. Bu nedenle bu yasalar yürürlükten kaldırılmalıydı.

Toplumun en yoksul katmanları için konforlu, çağdaş barınaklar değil, yaşam zorluklarının sürdüğü düşkünlerevi kurulabilirdi.

1804’te evlenen Malthus, 1805’te Doğu Hindistan Kumpanyası’nın Hertfordshire’daki yüksek okulunda tarih ve siyasal ekonomi profesörü olarak dersler verdi. Siyasal ekonomi – politik ekonomi- ilk kez terminolojiye girmiş oldu. Sessiz bir eğitimcilik dönemi yaşadı. İrlanda’ya ve kara Avrupa’sına geziler yaptı. Ekonomist David Ricardo ile tanıştı; dostlukları yıllar boyu sürdü.

Malthus, broşürler yayımlayarak düşüncelerini kitlelere duyurdu. Fiyatlar nasıl oluşur konusunu ele aldı, işledi. Yoksulluğa karşı önlem olarak efektif talebin artırılmasını, bu erekle kamu hizmetlerinin ve özel lüks yatırımların geliştirilmesini önerdi.

Malthus, tutumluluğun sınırsız bir erdem olarak görülmesini eleştirerek, aşırı tasarrufun üretme güdüsünü yok edeceğini öne sürdü.

Servetini en yüksek düzeye çıkarmak isteyen bir toplumun üretme gücüyle tüketim isteğini dengelemesi gerektiğini savundu.

Malthus, ekonomik durgunluk sorunuyla ilgilenen bir bilgin idi. Bu düşünceleriyle 1930’larda John Maynard Keynes’in gerçekleştirdiği ekonomik buluşların öncüsü olduğu da ileri sürülebilir ( AnaBritannica Ansiklopedisi. Malthus maddesi. Cilt 15)

…………….

Dünya nüfusunun XXI. Yüzyılın ilk çeyreğinde 8 milyarı bulması bir tedirginlik yaratmış mıdır? Bu konuda bir endişeye kapılmak gerekir mi?

Dünya nüfusu üzerine 10 yanlışı madde madde ele almakta yarar vardır:

  1. İnsan nüfusu zaman içinde üstel olarak artar.

Malthus, o devirde Kuzey Amerika’da yaşayan İngiliz kolonilerinin nüfusunun, kuramına göre, 25 yıl içinde iki katına çıkacağını ileri sürmüştü. Gerçekte insan nüfusu eşit zaman aralıklarında ikiye katlana katlana artmaz.

  1. Bilim insanları bundan 25,50,100 yıl sonraki dünya nüfusunu tahmin edebilirler.

Demografi uzmanları, gelecekteki nüfusu ya da nüfus dağılımını sağlıklı biçimde tahmin edemedikleri bilinmektedir. Doğum oranlarındaki artış ya da azalma ve göç olayları önceden kestirilemiyor.2.Dünya Savaşı sonrasında yoksul ülkelerde ölüm oranı bile önemli bir düşüş gösterdi. Bunu kimse önceden kestirememişti.

  1. Dünyanın ne kadarlık bir nüfusu kaldırabileceğini belirleyen sadece bir faktör vardır.

Mikroskopu bulan Hollandalı Leeuwenhoek, dünyanın ne kadar insanı kaldırabileceğini belirlemek için tek faktörün nüfus yoğunluğu olduğunu varsaymıştı.

  1. Dünyanın nüfus sorunu uzayda koloniler kurulmasıyla çözülebilir.

Bu, çok saçma bir görüştür.

  1. Teknolojiyle her tür nüfus sorununu çözmek mümkündür.

Teknoloji, kültürü ve çevreyi hesaba katmazsa bunun bedeli çok ağır olur.

  1. Filmlerde de görüyoruz; ABD’de nüfus problemi diye bir şey yoktur.

İstenmeyen doğumlar sarsıntılara neden olmaktadır. ABD’de yaşanan sosyal kararsızlıklarda, sarsıntılarda, kaosta bu tür doğumların katkısı büyüktür.

  1. Yoksul ülkelerdeki nüfus artışı gelişmiş ülkeler için bir sorun oluşturmaz.

Günümüzde milyonlarca insan ekonomik, politik, etno-politik ve çevresel nedenlerle yerinden yurdundan olmakta, sığınmacı durumuna geçmektedir. Virüsler pasaport kullanmaz. Yığılmalar iş gücü dengesizliklerine yol açacağı için küresel ekonomiyi, dolayısıyla gelişmiş ülkelerdeki ücret politikasını etkiler. Sığınmacılar bulaşıcı hastalıkları refah düzeyi görece yüksek ülkelere de taşıyarak sıkıntıların artmasına neden olurlar.

  1. Nüfusun bu hale gelmesinden Katolik Kilisesi sorumludur.

Birçok ülkede kilise aile planlamasına ve çocuk aldırmaya karşıdır. Fakat Katoliklerin çoğalmasında din, belirleyici bir faktör değildir. İtalya ve İspanya’da düşük nüfus artışı dikkat çeker. Nüfus planlaması konusunda kilise, eski görüşünü ılımlılaştırmış, yumuşatmıştır. Halkı büyük oranda Katolik olan Latin Amerika ülkelerinde de nüfus artış hızı düşmektedir.

  1. Doğa; hastalıklar, açlık ve savaşlar yoluyla dünya nüfusunu dengeler.

İÖ 1600’lerde Babil yazıtlarında Tanrının yeryüzünü insanlardan korumak için hastalıklar yarattığı yazılıdır. İnanç budur. Virüsler, mikroplar, bakteriler insan bünyesindeki zayıflıklardan yararlanmağa çalışan mikroorganizmalarla bağlantılıdır. Pasteur, Koch, Salk, Fleming buluşlarıyla salgın hastalıkların önünü kesmişlerdir. Buna karşılık kolera, kanser hala etkilidir. Ebola, AIDS önemini korusa da sağlık alanındaki savaşımlar sonucu eski yıkıcı güçlerini yitirmişlerdir. Doğanın açlık yoluyla nüfusu dengelediği savı da doğru değildir. Savaşlar da hiçbir zaman insan nüfusunun artışını ciddi bir şekilde etkilememiştir.İki büyük dünya savaşında toplam 90 milyon insan ölmüştür. 1945 sonrasında ölenler de 50 milyondur. Fakat, nüfus artışıyla bu boşluklar süratle doldurulmuş, sınır da aşılmıştır.

 

  1. Nüfus, kadınla ilgili bir sorundur ve bu sorunu çözecek olanlar da yine kadınlardır .

Doğum kontrolü ve aile planlaması konusunda sürekli olarak kadınları suçlayan bilim çevreleri vardır. Özellikle geri islam toplumlarında bu görüş yaygındır. Bu, yanlış bir düşüncedir. Doğumun dengelenmesi, sağlıklı aile yapısının kurulmasında elbet erkekler de bilgilendirilmelidir.

( Cumhuriyet Bilim Teknik. 473.13 Nisan 1996.7-11 s.İstanbul )

……………

Sosyalizm öğretisinin kuramcıları ve 1917 sonrası uygulamacıları Malthus’un görüşlerine nasıl yorum getirmişlerdir? Tümüyle ret mi etmişlerdir? Eleştirmekle birlikte benimsedikleri özellikleri de var mıdır?

‘’ Yüz ilden yüz ile, min ilden min ile yer küresi ehalisinin sayı getdikce artmagdadır. Tehminen 1000 ilde, 1000 ilden 1960’ıncı ile geder yer küresinin ehalisinin artımı evveller çoh yavaş, sonralar ise sür’etli olmuşdur. 650 il erzinde iki gat artmış (1000 inci ilde 288 milyon nefer, 1650 inci ilde 545 milyon nefer) sonra artım daha sür’atli olmuş ( 1650 inci ilden 1850’inci ile geder, yani 200 il erzinde ehali iki gat artmış, 1850’inci ilden 1940’ıncı ile kimi, yani 90 il erzinde ehali iki gat artmışdır).

Yer küresinde ehalinin müasir artımı da sür’etle davam edir. Harici edebiyyatda ehalinin indiki artımı ‘’partlayış’’ adlanır.

XVIII. esrin ahırlarında İngilis alimi T. Malthus ‘’Ehali ganunları haggında tecrübe ‘’ kitabı ile (1798) çıhış ederek gösdermişdir ki, ehalinin artımı hedisesi sisile ile getdiyi halda, onları temin eden maddi ne’metler istehsalı riyazi silsile ile artır, maddi ne’metler istehsalının artımı, beşeriyyetin artımından get-gede geride galır. T. Malthus’a göre, emekçi kütlelerin yoksulluğunun sebebi yaranmış ictimai münasibetlerde deyil, halgın öz sayını hedden çoh artırması ile elagedardır. O, bele bir netceye gelmişdir ki, yalnız azlığı teşkil eden ve öz artımını mehdudlaşdıran halg yahşı yaşaya biler. Ona göre de ehalinin artımını ‘’nizama salan ‘’ kütlevi hestelikler kimi ‘’tebii ihtisar ‘’ ve muharibeler cemiyyet üçün netice e’tibarile ‘’heyirlidir’’. Kapitalizm ve gabagkı ictimai münasibetlerin yaratdığı, beşeriyyetin belası olan aclıg, hestelik, muharibeler ve s.derdler bele nezeriyyelerle hagg gazandırılırdı.’’

Sosyalist dünya görüşünde Malthus’un öğretisinin ciddiye alınır bir özelliği bulunmamaktadır. Daha önceki İngiliz yazarların görüşlerinin özetinden ibarettir. Britanya oligarşisinin yaşaması, büyük Fransız Devrimi’nden etkilenmemesi içim ileri sürülen sıradan görüşlerdir. Yazdığı kitap insan soyuna bir hicviyedir. Çağdaş düşünceleri önlemek için, gelişmelere set çekmek için bir irtica-gericilik-reaksiyon bildirisi olmaktan başka bir anlam taşımaz. Korkaklara özgü bu mürteci teorisi toplumun büyük değişiklikler yaratmağa en çok hazır olan, en ilerici, en güçlü katmanına kabul ettirmek için kapital sahiplerinin görüşlerini ortaya koyan, dünyayı sömürgeleştiren Britanya kumpanyalarının sözcülüğünü yapan Malthus’un bu görüşleri araştırmalarla ortaya konulan delillerle geçerliliğini yitirmiştir.

‘’ Bütün deliller gösterir ki, hegigetde cemiyyetin mehsuldar güvveleri ve heyat vasitelerinin istehsal imkanları ehalinin artımımdan daha süretli gedir.  Mehsuldar güvvelerin inkişafında olan ‘’partlayış’’ ehalinin sayının artmasındaki ‘’partlayışdan daha güçlü baş verir. Hem de ona kömek eden elmin inkişafı daha çok sür’etle gedir.’’

Malthus,eserini verdikten sonra sanayileşmede, tarımda, hayvancılıkta, sağlıkta önemli gelişmeler olmuştur.

Tarımda yeni ekim alanları kullanıma açılmıştır. Elektrik gücüyle yeraltı suları yeryüzüne çıkarılmış, sulamanın yardımıyla kurak alanlarda verim artışı sağlanmıştır. Bire ancak 2 veren topraklardan bire 40; bire 100 ürün alınmağa başlanmıştır. Japonya’da bir kilo çeltikten bir ton ürün alınmaktadır.

Çöller, stepler de besin üretilen alanlara dönüştürülmüştür. Britanya sömürgesi Avustralya’nın Malthus dönemindeki tarım ve hayvancılık özellikleriyle, daha yakın yıllardaki , günümüzdeki durumları karşılaştırıldığı zaman gerçek özellik ortaya çıkar.

Davarcılık, sığırcılık, göl, ırmak, deniz, okyanus balıkçılığı gelişmiş; et, süt, yün üretimi Malthus dönemine oranla düşünülemeyecek oranda artmıştır.

Sanayileşme sayesinde daha önce yoksul halk katmanlarının erişemeyeceği birçok eşya, ürün kolayca alınır duruma gelmiştir.

Aşılarla bulaşıcı hastalıklara karşı savaşım daha güçlü yürütülmektedir. İlaç endüstrisi ürünleri birçok hastalığı sona erdirmiştir.

’ Bütün dövrlerde istehsal vasiteleri ve maddi ne’metler istehsalı ehalinin artımından ireli getmişdir. Zehmetkeş kütlelerin dilençiliyi ise evveller olmuş ve indi de kapitalist ölkelerinde davam edir, ona göre yok ki, bu ölkelerde maddi ne’metler çatışmır, ona göre ki, bu ne’metler antagonist sinifler arasında beraber, edaletli bölünmür.’’

Maltus’un idealleri kapitalist dünyada yeniden canlandırılmaktadır. Neomalthusianism …Bilgin’in kitabının çıkmasından 150, 200 yıl sonra da gene savaşlara, işsizliğe, işçi emekçi güçlerin düşük gelir düzeyinde kalmasına, kapital için köle olmasına hak kazandırmak, olağanlaştırmak ereği güdülmektedir. Kapitalizmi savunmak için bir araç durumundadır Yeni Malthusçülük.

Yeni Malthusçüler görüşlerine destek sağlamak için iddia etmektedirler ki, Yerküre insanla ağzına kadar dolup taşmıştır. İnsanlığın bundan sonraki artımının önü alınmalı, kütlesel sayrılıkların durdurulması çabalarına bir son verilmeli ve halkın nüfusunun azalmasına engel olunmamalıdır. Onlar milyonlarca insanın yok edildiği savaşları ‘’tebii ve labud-vacip, zaruri’’ olduğunu iddia ederler.

Yeni Malthusçü öyle aydınlar, fütürologlar vardır ki, milyonlarca insanın ve hatta insanlığın yarısının mahvolmasından hiç üzüntü duymuyorlar. Onlar hesap ederler ki, atom savaşlarının dehşetli felaketleri içerisindeki yıkıntılarına, tümüyle mezarlığa dönüşmüş kentlerde güzel gelecek yaratmak olacaktır.

S.G. Strumil ileri sürmektedir ki, nüfus artışı her zaman aynı oranda artmayacaktır. Gelecekte dünya nüfusu 9-10 milyarda duraklayacak, sabitlenecektir. Fakat bunun için barış, bütün ülkeler halklarının refah düzeyinin yükselmesi, gelişmekte olan ülkelerin ekonomisinin iyileşmesi, insanların ömrünün uzatılması gerekmektedir.

Dünyada yaşamağa başlayan insan soyu daima çeşitli tehlikelerle karşı karşıyadır. Yerkürede soyunu sürdürmesi, nüfusunun artışı hiç de kolay olmamıştır. Doğa yasalarını öğrenip doğal varlıkları kendisi için değerlendirmeyi becerdikten sonra, tarihin bütün yollarının toplumsallaşmaya doğru gittiği bu çağda, üretim güçlerinin , özellikle enerjiden yararlanmanın büyük gelişmesinin baş verdiği dönemde insanların başka gezegenlere uçuşu karşısında da bu planetlerin doğal kaynaklarından yararlanma olasılığının açıldığı dönemde , insanoğlu geleceğe çok büyük inançla bakabilmelidir.

Britanyalı görkemli Ekonomik Coğrafya Prof Dr D. Stamp araştırmalarının sonuçlarını yayımlamıştır. Buna göre üretici güçler, endüstri, kır ekonomisi, balıkçılık ve ekonominin diğer alanları bütün ülkelerdeki indiki düzeyinde yerküresinde 8-10 milyar insanı yaşatma olanağı vardır.

Gelecek, üretim güçlerinin yükselişi derecesine ve toplumsal   gelişmesine bağlıdır. Enerjiden yararlanma, zülal (biyokimya- albümin) maddelerin yapay üretimi, Dünya okyanuslarının yüksek besin ve organik hammadde kaynaklarına çevrilmesi yerküresinde ahalinin artması için olanakları oldukça genişletmektedir.

Elbette, üretim güçlerinin gelişmesi yolunda bundan sonra da bir sıra engeller karşıya konulacaktır. Fakat böyle engellemeler esas itibariyle insanla doğa arasındaki ilişkilerde kendini gösterecektir. Kapitalist dünya görüşünden, liberal ekonominin tutsaklığından çıktıktan sonra insanlık maddi ve manevi bolluk yaratmak için doğayla savaşımda örneği daha önce görülmemiş güce sahip olacaktır.

……………………

Özetlemek gerekirse, Malthusçuluk, Malthus’un nüfusbilimsel ve ekonomik bir öğreti-doktrindir. Doğumların kısıtlanması gerektiğini savunan, ekonomik üretimin isteyerek yavaşlatılmasını öngören ahlakçı, kötümser öğreti…

Nüfus fazlalığının zararları karşısında Malthus, yoksul ailelerin kendi çıkarları uyarınca çocuklarının sayısını sınırlandırmaları gerektiğini, bunun tek çaresinin de cinsel isteklerini gemlemeyi kabul etmeleri olduğunu düşünüyordu. Bu görüş açısına göre, halkı üremeye özendirecek sosyal yardım uygulamaları doğru değildi. Nitekim Malthus, ‘’poor laws’’ (Yoksulluk Yasası’na şiddetle karşı çıkıyordu. Ona göre sosyal dayanışmanın tek yararlı biçimi, nüfus artışının sefalet kaynağı olduğunu insanların daha iyi anlamasını sağlayan eğitimin geliştirilmesiydi.

Hristiyanlığın ahlak anlayışına ters düşmeyen bu katı öğreti, Britanya yönetici sınıflarınca olumlu karşılandıysa da, o dönemin sosyalistleri Fournier, Proudhon ve Marks tarafından eleştirildi. Bunlar, yoksulluğun aşırı doğumlardan değil, özel mülkiyet rejiminden geldiğini ileri sürdüler. Bu açıdan bakıldığında Malthusçuluk, zengin sınıfları, servetlerini hiç de işlerine gelmeyecek bir şekilde, yoksullarla paylaşmaktan ve hatta bunlara yardım yükümlülüğünden kurtarmanın bir yolu olarak görünür.

Malthus’tan önce de nüfus artışının olası ve gerçek zararlarını açıkça ortaya koyan yazarlar çıkmıştı. Fakat bunların hiçbiri , doğumların sınırlandırılması gereğini onun gibi kesin bir dille savunmamıştır.

Bu arada, Malthusçuluk. Gebeliği önleyici yöntemler kullanılmasını öğütleyen bazı yazarlarca geliştirildi ve sonunda, 1880’de Neomalthusianism ortaya çıktı. Bu öğreti özellikle Birleşik Krallık’ta (F.Place, R. Carlisle, J.S. Mill ) sonra ABD ve İskandinavya’da yayıldı. Uzun süre ahlak dışı ve doğaya aykırı sayılan bu öğreti, İngiltere’de ancak sansasyon ve hatta skandal yaratan bir dava ( Annie Besant. 1877) sayesinde kendini kabul ettirdi.

Malthusçuluk terimi nüfusbilimi alanından ekonomi alanına da geçti. Ekonomik Malthusçulukta, insanların sayısını sınırlamak yerine , üretilen malların satılamaması ya da var olan durumun sağladığı kazançlardan  sürgit yararlanmak için , tersine, servetlerin üretimini azaltmak ya da sınırlamak söz konusudur.

Stevenson’ın 1. Büyük Paylaşım Savaşı sonrasında, kauçuk plantasyonlarını sınırlandırma planından, fiyatların düşmesini önlemek amacıyla sebzelerin, tahılların denize dökülmesine ya da Brezilya’da kahve rekoltesi fazlalıklarının ateşe verilmesine kadar  Malthusçu uygulamalara sık sık rastlanır.

Bazı üniversite ve yüksekokulların, değeri düşmesin diye diploma sayısında kısıtlama yapmaları , bazı büyük firmaların salt uygulamaya konulmalarını önlemek ereğiyle ihtira beratlarını satın almaları vb. de Malthusçuluğa örnek olarak gösterilebilir ( Milliyet – Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedi. 1986. Cilt XV. 7737-7738 ss.İstanbul ).

[1] Emekli Öğretim Üyesi