Faaliyet Raporu 2022 Haziran

ULUSLARARASI GENÇ SOSYAL BİLİMCİLER KONFERANSI (ICYSS)

CED koordinatörlüğünde gerçekleştirilen 19- 23 Mayıs 2022 yılında gerçekleştirilen 5. Uluslararası Genç Sosyal Bilimciler Konferansı (ICYSS 2022) sonucunda Türkiye’den yarışmaya katılan öğrencilerimiz, başarılarını madalyalar ile taçlandırarak ülkemizi en iyi şekilde temsil etmişlerdir. Öğrencilerimizi ve danışmanlarımızı tebrik ederiz.

ÇEVRİMİÇİ SÖYLEŞİLER

13 Haziran 2022 tarihinde Dr. Hakan ÇALIŞKAN’ın moderatörlüğünde Türkiye Biyologlar Derneği’nin yaptığı ‘’Neden Akuaponik Tarım’’ adlı söyleşide Derneğimiz YK başkanı Prof. Dr. Semra Günay AKTAŞ konuk olarak katıldı.

PANEL

Anadolu Üniversitesinin 03 Haziran 2022 tarihinde düzenlediği ‘’NEDEN UKRAYNA? Coğrafi Bir Bakış’’ adlı panele, panelist olarak Derneğimiz YK başkanı Prof. Dr. Semra Günay AKTAŞ ile derneğimiz üyeleri Prof. Dr. Erdoğan KAYA ve Prof. Dr. Nazlı GÖKÇE katılmıştır.

KARİYER FUARI

21-22 Mart tarihlerinde Ege Üniversitesi’nin düzenlediği Ege Kariyer fuarında Coğrafya Eğitimi Derneği’ni temsilen gençCED ekibinden üyelerimiz bulunmuştur. Bulunan genç meslektaşlarımıza teşekkür ederiz.

İklim Krizi ve Etkileri

İklim Krizi ve Etkileri
bildiğimiz, bilmediğimiz ve bilmek istemediklerimiz.

Yağmur FİLİZ
Özel Bornova Uğur Anadolu Lisesi Öğrencisi

İklim Değişikliği Değil İklim “Krizi”

Daha önceleri iklim değişikliği olarak adlandırılan küresel ısıtma kaynaklı doğal felaketler ve iklim değişiklikleri, durumun vehameti ve aciliyetini vurgulamak amacıyla iklim krizi olarak adlandırılıyor. İklim değişikliği olarak nitelendirildiğinde, fonetik anlamda tedbir almayı gerektiren bir durum yokmuş gibi göründüğünden, iklim krizi terimini kullanmak, yaklaşan tehlikenin farkındalığını artırmayı hedefliyor.

Nedir Bu İklim Krizi?

İklim krizinin temel nedeni hepimizin çokça duyduğu küresel ısıtma ve etkileri. Küresel ısıtma, atmosferdeki sera etkisi yaratan gazların, yer kabuğu ve denizlerin ortalama sıcaklıklarında artışa neden olması olayına verilen addır. Küresel ısıtmanın nedenleri çok yönlü olmakla birlikte kısaca; fosil yakıt tüketiminden kaynaklanan karbondioksit ve diğer sera gazı salımları, ormanların yok edilmesi ve diğer insan eylemlerinin yarattığı sonuçlardır.

Yapılan incelemeler, dünya sıcaklık ortalamalarının bugüne kadar geri dönülemez bir şekilde 1ºC arttığını gösteriyor. Yalnızca 1 derecelik artış bile kasırgalar, orman yangınları, aşırı yağışlar ve beraberinde sel felaketleri, sıcak hava dalgaları gibi doğal felaketlerin etkilerini yaşamamıza sebep olurken gerekli önlemler alınmadığı ve karbon salımları azaltılmadığı hatta durdurulmadığı takdirde gezegen çok kısa bir süre içerisinde canlıların yaşamı için uygun olmayacak hale gelecek.

Bireysel Olarak Neler Yapabiliriz?

  • Daha kolay ve temiz seyahat etmek için toplu taşıma araçlarını kullanabilir, bisiklet sürebilir ya da yürüyebiliriz. Böylece sera gazı emisyonunun azalmasını sağlayabiliriz.
  • Geri dönüşüm yapmaya özen gösterebilir hatta “Sıfır Atık” ilkelerini uygulamaya çalışabiliriz.
  • Temizlik, hijyen ve kişisel bakım ürünlerini evde kendimiz hazırlayabiliriz.
  • Bir şey alırken birden fazla kez düşünebilir hatta mümkünse hiç almayabiliriz. Almamız gerekiyorsa da ikinci el ürün ya da sürdürülebilir modayı uygulayan markalardan alışveriş yapmaya çalışabiliriz.
  • Plastik kullanımını azaltıp plastik yerine bambu diş fırçası kullanabilir, pet şişe yerine kendi şişelerimizi ya da cam şişe tercih edebilir, paketli ürün mümkün olduğunca almayabilir, yanımızda kendi torbalarımızı taşıyabiliriz.
  • Mümkün olduğunca doğal ve organik ürünler tercih edebiliriz.

Yapılabilecekler saymakla bitmez tabii ki ancak günlük hayatımızda yapacağımız küçük değişimlerle gezegenimizi kurtarmaya katkıda bulunabiliriz. Tüm bunlara ek olarak iklim krizi için bir madde daha var ki en büyük farkı bu şekilde yaratmak mümkün: Vegan olmak.

Veganlık ve İklim Krizi Aralarında nasıl bir ilişki olabilir?

“Sera gazı salımının azaltılması için et tüketimi de azaltılmalı”

IPCC ( Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) raporuna göre, insanlar dünyadaki kara parçasının yüzde 72’sini beslenmek, giyinmek ve artan nüfusu desteklemek için kullanıyor.

Aynı zamanda tarım, ormancılık ve diğer toprak kullanımı da sera gazı salımının dörtte birini üretiyor. Buna bağlı olarak uzmanlar toprağın daha sürdürülebilir şekilde kullanılması ve metan gazı üretimini düşürmek için et tüketiminin de azaltılması çağrısında bulunuyor.

Vegan bir yaşamı benimsemenin küresel ısıtmayla mücadeleye katkıda bulunacağı belirtilen raporda kompozit veya iki taneli tahıl, baklagiller ve sebze gibi sağlıklı ve sürdürülebilir gıdaların tüketiminin sera gazı salımını düşürmede etkili olduğu vurgulanıyor.

  • Karbondioksit salınımı elektrikli araba kullanımına kıyasla vegan beslenmeyle 1,5 kat daha az
  • Amerika’daki herkesin haftada bir porsiyon daha az tavuk tüketmesiyle trafikten 500.000 arabanın azalmasına eşdeğer seviyede karbondioksit salınımı düşer.
  • Et, süt ve yumurta endüstrileri en büyük metan ve azot oksit kaynaklarıdır. (Isıyı atmosferde tutmada metan, karbondioksitten 20 kat; azot oksit ise karbondioksitten 300 kat daha güçlüdür.)
  • 450 gr et yemeyerek tasarruf edilecek su miktarı, 6 ay duş yapmamaya eşittir.

Araştırmalar veganizmin tek çare olduğunu söylüyor.

Oxford Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre et ve süt ürünlerini tüketmemek bireysel karbon ayak izini yüzde 73 düşürüyor.

Araştırmacılardan Joseph Poore, iklim krizi ile gezegenimize verdiğimiz zararı azaltmak için en etkili yolun vegan beslenmek olduğunu belirtiyor. Hatta vegan beslenmenin, uçak tercih etmemekten ya da elektrikli araba kullanmaktan daha etkili olduğunu da ekliyor.

Science’ta yayımlanan, beslenme ve iklim krizi arasındaki bağı anlatan en kapsamlı çalışmalardan biri olan 1 Haziran 2018 tarihli rapora göre günlük kalorimizin %18’ini oluşturan proteinin %37’sini almak için:

  • Toprakların %83’ünü kullanıyoruz.
  • Sera gazı salımının %58’ini,
  • Su kirliliğinin %57’sini,
  • Hava kirliliğinin %56’sını,
  • Temiz su kıtlığının %33’ünü oluşturuyoruz.

İnsan Kaynaklı Su Tüketimi

Kaynakça

Açık Radyo. “İklim Krizi ve Veganlık.” Son Güncelleme 07 Şubat 2018,

 https://acikradyo.com.tr/vegan-saglik/iklim-krizi-ve-vegan-beslenme

Amerika’nın Sesi. “İklim Kriziyle Mücadelede Vejetaryen ve Vegan Beslenme.” Son Güncelleme 08 Ağustos 2019,

 https://www.amerikaninsesi.com/a/iklim-kriziyle-mucadelede-vejeteryan-ve-

 vegan-beslenme/5034727.html

Yeşilist. “İklim Krizi ve Beslenme.” Son Güncelleme 06 Ağustos 2018,

 https://www.yesilist.com/iklim-krizi-ve-beslenme/

Live To Bloom. “İklim Krizi ile Mücadelede Neler Yapmalıyız?” Son Güncelleme 2019,

 https://livetobloom.com/iklim-krizi-ile-mucadele-icin-neler-yapmaliyiz/

Farklı Açılardan Kentleşme Olgusunun İncelenmesi

Farklı Açılardan Kentleşme Olgusunun İncelenmesi

Efe KİTAPÇI
Hisar Okulları 10. Sınıf Öğrencisi

Giriş

Kentler, ilk oluşumundan bugüne geçirdiği tarihsel sürece paralel olarak birtakım fiziksel, kültürel hatta ekonomik yapılanmalara ihtiyaç duymaktadırlar. Kentlerin zamanla eskimiş, ihtiyaçlara cevap veremez hale gelmesi sebebiyle özellikle Sanayi Devrimi sonrasında kentsel dönüşüm kavramı daha çok gündeme gelmeye başlamıştır. Nüfus artışı ile belli noktalarda yoğunlaşan insan toplumlarının gelişip, farklılaşması, çeşitlenmesi, sanat ve eğitimle değişmesi, kimlik, kavram ve kurallarının oluşumu kenti tanımlar. Kent, bu davranışları kentliye ve çevresine sunan yaşam alanıdır. Toplumların kültürel, siyasi, ekonomik ve toplumsal yaşamlarında, ilişki biçim ve türlerinde köklü değişimler yaratır. Bu özellikleriyle kentleşme, gelişmişlik düzeyinin önemli bir göstergesidir.

Görsel 1. Guangzhou, Çin ( http://www.wikiwand.com/id/Urbanisasi )

Kentleşme Nedir ?

Kentleşme olgusunun başlangıcı, insanlığın “avcılık ve çobanlık” evresinden “yerleşik hayata” geçiş dönemine kadar uzanmaktadır. Sanayileşme ve ekonomik gelişmeye bağlı olarak,kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında, artan oranda örgütlenme,işbölümü ve uzmanlaşma yaratan, insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişiklerle yol açan bir nüfus birikim sürecidir.

Kentleşme, her çağda ve uygarlık içinde söz konusu olmuştur. Öyle ki, tarih boyunca her çağın ve uygarlığın kendine özgü kentleri olduğunu görebiliyoruz. Bu bağlamda da kentlerin ortaya çıkışı uygarlıkların doğuşu ile özdeşleşmektedir. Nitekim uygarlık, organize edilmiş bir toplumsal yaşam olarak tanımlandığında, bu yaşam biçimini yoğun olarak kentlerde görmek olasıdır.

Kentleşme, kentsel yaşam biçimlerinin gelişimi olarak tarif edilmektedir. Başka bir deyişle, dar bir alana yerleşen büyük nüfus birikimi, yeni fiziksel ve sosyal oluşum, karmaşık ilişkiler ağı, iş dallarının farklılaşması ve kendine özgü bir kültürel sistemin ortaya çıkması olarak tanımlanmaktadır. Kentleşme, kente göç eden bireyin ya da kentte ikamet eden nüfusun değişim sürecini oluşturur ve sosyal, kültürel, ekonomik özellikleri ile ele alınır. Kentlileşme sosyal bakımdan, kente özgü tavır ve davranış biçimlerinin benimsenmesi ile gerçekleşirken kırsal alanlarda yaşayanlar daha farklı ekonomik ve sosyo-kültürel yaşam biçimine sahiptir. Kentsel yaşam biçimleri ikiye ayrılır: Fiziksel kentleşme, işlevsel kentleşme. Fiziksel kentleşme; şehirlerin büyümesiyle ilgilidir. İşlevsel kentleşme; insanların değişen davranışlarını kapsar Kentleşme olgusu nüfusun yer değiştirmesinin ötesinde ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal büyük çaplı dönüşümleri de gerektirir.

Kentleşmenin Tarihi 

Kentlerin dünyadaki oluşumu ve gelişimi çok eskilere dayanmaktadır. Bu nedenden dolayı yeryüzünde ilk yerleşimler ve buna bağlı kent oluşumları Akdeniz Havzası ve daha güneydeki stepler ve çöller kuşağında ortaya çıkmıştır. Bu alanlar insanların yaşamaları ve ziraat yapmalarına daha uygundu. Tarım için geniş arazilerin varlığı nedeniyle insanlar bu devrede daha dağınık ve seyrek yerleşimleri tercih etmişlerdir. Zaman içerisinde bu durumu değiştiren birtakım önemli gelişmeler meydana gelmiştir. İklimin kuraklaşması ve buzulların çekilmeye başlaması ile Büyük Sahra, Arabistan çölleri, Orta Asya başta olmak üzere kurak bölgelerde iklim daha da kurak bir hâl aldı. Bu durum, dağınık ve seyrek yaşayan insanları su kaynaklarına yakın vadi tabanlarında toplanmaya zorlamıştır. Böylece ilk defa nüfus topluluklarının da bir arada kolektif bir organizasyon içerisine girmesini sağlamıştır. Bu kolektif organizasyonun sonucunda zamanla işbölümü gelişmiş, tarımsal faaliyetler artmış,siyasi, idari, askeri yapılanma oluşmaya başlamıştır. Bu organizasyonların etkisiyle tarihsel süreçte ilk büyük medeniyetler oluşmuş ve ilk kentler boy göstermeye başlamışlardır (GÖNEY, 1977, s. 16-17).

Buradan hareketle ilk kentlerin oluşumu da insanların coğrafi olarak yaşamaya daha elverişli bulduğu üç odak üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu mekânsal odaklar Mezopotamya, Nil Vadisi ve İndus nehrinin meydana getirdiği ovalardır.

Kentleşmenin Nedenleri

Kentlerde yaşanan gelişmeler kırsal alanların cazibesini yitirmesine sebep olmaktadır. Durum böyle olunca kırsal alanlardan kentlere doğru göçler yaşanmaktadır. Bu göçün nedenlerinin temelinde kentin sunduğu fırsatlar yatmaktadır. Bu fırsatlar; daha iyi bir iş bulabilme, daha iyi bir eğitim alabilme ve beraberinde daha iyi yaşam standartlarına sahip olmaktır. Tabi kırsal alanlara karşı kentler bu fırsatları sunarken, kırsal alanlarda yaşamın getirmiş olduğu bazı yaşamsal sorunlardan da bahsetmek mümkün olabilecektir.

 Kentleşme nedenlerine baktığımızda;

  • Ekonomik nedenler,
  • Teknolojik nedenler,
  • Siyasal nedenler,
  • Sosyo-psikolojik nedenler olarak sınıflandırabiliriz

Kentleşme Türleri

Farklı kentleşme türleri arasında belirli değişiklikler vardır.

  • Fiziksel Kentleşme: Mimari ve mekansal- alansal kentsel yayılma ve genişlemeyi ifade eder.
  • Fonksiyonel – İşlevsel Kentleşme: Şehir ve Kırsal alanın birbirinin içine geçmesini, birbirinin devamını gibi görünmesini ifade eder.Bununla birlikte şehrin üretimi artmış yeni iletişim bilgi ağları gelişmiştir.
  • Sosyal Kentleşme: Kent halkının değer yargıları ve yönergelerinin kırsalda da benimsenmesi ve aynı zamanda tüketim alışkanlarının da kırsalda yaşayan insanlar üzerinde genel olarak yer bulmasını ifade eder.
  • Demografik Kentleşme: Bir alanda şehirde ya da ülkede yaşayan nüfusun artmakta olan oranı buna işaret eder. Kentleşme oranı demografik duruma ve sürece göre değerlendirilir. Kentlerde herşey resmi açıdan o ülkenin kendi yasal düzenine göre yönlendirilir.

Kentleşmenin Etkileri

Ekonomiye yön verenlerin işgücünü karşılama isteği doğrultusunda hızlı kentleşmeye planlar yapılmadan izin vermeleri kentlerde onarılması güç yaralara sebebiyet verebilmektedir.

Çevresel Bozulmalar ve Afetler: Kentleşmeyle beraber doğal çevreye insan müdahalesi artmaya başlar. Kentte yaşayan insanların çöplerinin muhafazası dolayısıyla çevre kirlenmektedir. Ayrıca ihtiyaç fazlası konut üretme eğilimi nedeniyle, yeşil alanlar, orman alanları, su havzaları ve kentlerin diğer yaşam kaynakları kontrolsüzce yapılaşmaya açılmaktadır. Kentlerdeki ısınma ve trafik kaynaklı hava kirliliği de iklim değişikliğine yol açmaktadır.Yoğun yapılaşma baskıları, toprağı aşırı ve hatalı kullanımı, yasalara uymama ve rant hırsı, afet risklerini artırmaktadır.

Trafik yoğunluğu: Kentte yaşayan insan sayısının artmasından kaynaklı kent içi ulaşım sürelerinde artış görülmektedir. Artan araç sayısına cevap veremeyen yollara yenileri eklenerek bu yoğunluk azaltılmaya çalışılmaktadır.

Çarpık yapılaşma ve altyapı sorunları: En sık görülen hızlı kentleşme sorunlarından biri de çarpık kentleşmedir. Ayrıca artan nüfus ve konutlaşmayla birlikte altyapı yetersizliği de ortaya çıkmaktadır.

Kentleşmenin etkilerini maddeler halinde sayacak olursak;

  • Aşırı nüfus ve yapı yoğunluğu,
  • Tarihi dokuda bozulma,
  • Mekânsal farklılaşma/ayrışma,
  • Ekonomik sorunlar: yoksulluk, yoksunluk,
  • Temel hizmetlere erişim sorunu,
  • Kimlik sorunu kentleşmenin etkileri arasında yer almaktadır.

Türkiye’de Kentleşme Politikası

Geleneksel Osmanlı sisteminde, Tanzimat dönemine kadar kentsel hizmetler, kadılar,mimar ağaları, vakıflar ve esnaf kuruluşları gibi değişik kurumlar tarafından yürütülmekteydi. Hizmetleri tek elden yürütmeye yönelik kurumsal bir yaklaşım bulunmuyordu. Bu nedenle merkeziyetçi bir yapıdan söz etmek mümkün değildi. Kentlerin imar edilmesi, gerek İmparatorluğun geç döneminde, gerekse de erken Cumhuriyet döneminde modernleşmenin bir gereği olarak görülmüş ve bu konuda geniş kapsamlı düzenlemelere gidilmiştir.

Türkiye’de kentleşme hareketlerinin tarihi incelenirken Batılı ülkelerdeki kentleşme hareketlerinden birtakım farklılıklar olduğunu belirtmek gerekmektedir.Türkiye’de kentleşme, iki farklı şekilde tanımlanmaktadır. Bunlardan birincisi kentleşmeyi, nüfusun belli bir yoğunluk ve büyüklüğün üstündeki yerlerde toplanması olarak ele alan tanımdır.

Kentleşme ile ilgili olarak yapılan ikinci tanım ise kentleşmenin kent kültürüne ait değerlerin, davranışların ve tutumların benimsenmesi şeklinde olanıdır (TEKELİ,2011, s. 27).

Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra kurulan Cumhuriyetle beraber kentleşmede, dönemlere bağlı olarak birtakım değişmeler görülmektedir. Genel olarak1927- 1950 arasında kentleşme hareketleri Türkiye’de çok yavaş cereyan etmiştir (AVCI S. , 1993, s. 252). Bu durum kentleşme hareketlerine bağlı olarak kentlerde ortaya çıkabilecek sorunların bu zaman aralığında pek görülmemesine sebep olmuştur. Bu dönemi genel olarak devletin kentsel alanı çeşitli planlarla kontrol altında tuttuğu bir dönem olarak adlandırabiliriz. Fakat özellikle 1950’lerden itibaren geçim tipi tarımın yerini modern tarıma bırakması ve tarımda işgücü fazlalığının oluşması (KURTULUŞ, 2005, s. 84) sonucunda kentsel alanlarda yığılmalar meydana gelmiştir. Böylece gelen bu nüfus kentsel alanda birtakım sorunlara sebep olmuş sosyal, kültürel birtakım farklılıkların doğmasını beraberinde getirmiştir.

Kentsel Dönüşüm Uygulama Örneği – FİKİRTEPE

Kelime anlamı olarak Türkçede birçok karşılığı barındıran kentsel dönüşüm kavramı, birçok değişik anlamı içinde barındırmaktadır. Dönüşüm sözcüğünün sözlük anlamı, olduğundan başka bir biçime girme, başka bir biçim alma olarak tanımlanmaktadır.     Kentsel dönüşümün sözlük anlamı ise “Kentin imar plânlarına uymayan, ruhsatsız binaların yıkılıp, planlara uygun olarak toplu yerleşim alanlarının oluşturulması” olarak tanımlanmaktadır (Türk Dil Kurumu). Fakat uygulanış amacı ve yönelinen stratejik amaçlara göre kentsel yenileme, yenileştirme, yeniden canlandırma, soylulaştırma, yeniden geliştirme gibi kentsel dönüşüme yakın sözcükler de literatürde çokça geçmektedir.

Fikirtepe proje alanı, kentsel mekânı kullanım açısından oldukça elverişli bir mekânsal konuma sahiptir. Son dönemde iki önemli ulaşım güzergahının çevresinde olmasının yanında metrobüs hattının da Fikirtepe proje alanın içinden geçmesi ve bir durağının olması, ayrıca Fikirtepe’nin Kartal-Kadıköy metro hattında iki istasyonunun olması projenin önemini artırmaktadır. Fikritepe, 1950 sonrası oluşan İstanbul’un ilk gecekondu alanlarındandır. Zamanla oluşturulan bu gecekondular ihtiyaçlara cevap veremez hale gelmiş, fiziksel olarak yıpranmıştır. Bu nedenle 2005 yılında ilk defa gündeme gelen ve 2014 yılında uygulamaya geçmiş, süreç içerisinde birçok kere yasal değişikliğe uğramış bir kentsel dönüşüm projesinin temelleri atılmıştır. Proje İstanbul’da uygulanacak diğer kentsel dönüşüm projelerine ilham olması için pilot proje olarak seçilmiştir. Bu rolü projeye medyatik bir rol de biçmiştir. Keza proje, özellikle 2010 yılından sonra yazılı ve görsel basında oldukça tartışılır hale gelmiş, birçok kere haber konusu olmuştur.

Görsel 2. Fikirtepe Yerleşkesinin mekansal konumu

Başladığı yıldan bugüne birçok tartışmalara sebebiyet veren Fikirtepe kentsel dönüşüm projesi özellikle zamanlarda yarattığı dönüşümle etkisini toplumsal ve mekânsal olarak daha da arttırmıştır. Fikirtepe, Türkiye’nin 1950 sonrası oluşmuş ilk gecekondu alanlarındandır. Özellikle Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde mesire alanı olarak değerlendirilen Fikirtepe, günümüzdeki yerleşim özelliklerini kazanması 1950 sonrasında olmuş, 1971’de Fikirtepe, Devrim (Dumlupınar) ve Eğitim mahallesi olarak üçe ayrılmıştır.

2005 yılında ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Fikirtepe, Dumlupınar, Eğitim ve Merdivenköy mahallerinin bir kısmını özel proje alanı olarak plânlamaya dahil etmesiyle Fikirtepe kentsel dönüşüm projesi serüveni de başlamıştır. Proje alanına dair ilk belirlemeler, projenin toplumsal alanda birtakım huzursuzlukların doğmasına neden olduğudur. Özellikle yaklaşık olarak sekiz yıl gibi uzun bir zaman dilimi geçmesine karşılık projenin bir türlü bitirilememesi sebebiyle proje alanında yaşayanların projeye dair güvenleri oldukça azalmış, çeşitli dönemlerde tepkisel eylem ve yürüyüşlerle belirsizliklere ve sıkıntılara karşı çıkılmıştır. Çalışma sahasında projeden halkın beklenti ve düşüncelerini öğrenmek için anket ve mülakat çalışması uygulanmıştır. Bu çalışmalarda dikkat çekici sonuçlara ulaşılmıştır. Bu sonuçlardan en önemlisi proje alanında kiracı konumunda olanların projeden en olumsuz etkilenen nüfus grubu içinde bulunmasıdır.  Birçok kiracı 2014 yılı itibariyle Fikirtepe’yi terk etmiştir. Fikirtepe mevcut yıkılan sahaların da etkisiyle, evlerini boşaltan mülk sahiplerinin de bu duruma eklenmesiyle adeta hayalet kent görünümü kazanmıştır.

Projeye dair diğer bir bulgu özellikle Fikirtepe özelinde oldukça tartışılan güvenlik probleminin ortaya çıkması meselesidir. Fikirtepe sahip olduğu heterojen kimliği sebebiyle geçmişten bugüne birçok farklı kültürden insana ev sahipliği yapmıştır. Anket sonuçlarından elde edilen bulguların çarpıcı bir tarafı da Fikirtepelilerin çoğunun proje sonrası Fikirtepe’de yaşayamayacaklarını dile getirmekleridir. Bu durum, projenin kendiliğinden bir soylulaştırma dalgasına ne kadar açık bir pozisyonda durduğunun en açık örnekleri arasındadır. Bu amaçla şu an itibariyle ağırlık kazanan Fikirtepe’den başka yerlere göç dalgası çalışma kapsamında tespit edilmiştir.

Baktığımızda hem Fikirtepe hem de Türkiye’nin birçok gecekondu alanı aynı zamanda bir dönemin tanıklığını yapmaktadırlar. Kente her bir müdahalenin aynı zamanda toplumsal ilişkilere bir müdahale olduğu düşünülürse bugünkü kentsel dönüşüm çalışmalarının daha toplumsal bir duruş sergilenerek gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Özellikle dönüşüm projeleri sonrası ortaya çıkan mekânsal ayrışmaları önlemek ve yerinde dönüşüm çalışmalarını benimsemek gerekmektedir. Aksi taktirde mevcut mekânı sosyal, kültürel hatta iktisadi boyutlarıyla dönüştürmeyi çağrıştıran kentsel dönüşüm kavramının içi boşaltılarak, dönüşüm projeleri aracılığıyla kentte yeni yoksulluk alanlarının doğmasına sebebiyet verildiği ve verileceği çok açıktır.

Fikirtepe kentsel dönüşüm projesi özelinde ortaya çıkan Fındıklı, Bulgurlu, Kayışdağı, Ünalan, Zümrütevler gibi birçok mahalle bu yeni yoksulluk alanlarına örnek olarak gösterilebilir.  Üretilen konutlar toplumdaki alt gelir nüfusuna yönelik olmalıdır. Böylece hem proje öncesi proje alanında yaşayan nüfus grupları korunurken hem de dönüşüm projelerine gerekçe olarak sunulan deprem riski söylemi daha doğru bir temele oturacaktır.

Son olarak Türkiye’de uygulanan kentsel dönüşüm çalışmalarına bütüncül bir çözüm önerisi getirmek ve uygulamak oldukça güçtür. Bu güçlüğün nedeni her coğrafi bölgenin, o bölgede yaşayan toplulukların farklı özelliklere sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Fakat toplumsal açıdan kentsel dönüşüm çalışmalarının tahribatlarını gidermek ise bu aşamada maalesef mümkün görünmemektedir. Sistem içinde aranan her çözüm, bir başka çözümlüğün kapısını açacaktır.

Bu dönüşüm projelerinin bir diğer kaybedeni ise elbette ki İstanbul kentinin kendisidir. Kentleri dönüştürürken tarihsel olanı dışlayan, kârı öne çıkaran bir anlayış benimsendiğinde İstanbul gibi tarihi siluete sahip kentler hızla bu tarihsel mirasını kaybetmekle karşı karşıya kalmaktadır. Buradaki çözüm, kentin tarihine, kültürel birikimine en önemlisi insan onuruna yakışır bir kent kurma becerisini gösterebilmektir.

Kaynakça

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/56792

http://www.tmmob.org.tr/etkinlik/tmmob-demokrasi-kurultayi-1998/kentlesme-konut-sorunu-barinma-hakki-v-e-demokrasi

https://fka.gov.tr/sharepoint/userfiles/Icerik_Dosya_Ekleri/FIRAT_AKADEMI/KENTLE%C5%9EME,%20SANAY%C4%B0LE%C5%9EME%20VE%20KALKINMA%20ETK%C4%B0LE%C5%9E%C4%B0M%C4%B0.pdf

http://auzefkitap.istanbul.edu.tr/kitap/kamuy%C3%B6netimi_ue/kentpolihukuk.pdf

https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/119564/mod_resource/content/1/Kuram%207-d%C3%B6n%C3%BC%C5%9Ft%C3%BCr%C3%BCld%C3%BC.pdf

https://acikbilim.yok.gov.tr/handle/20.500.12812/605437

http://dspace.yildiz.edu.tr/xmlui/handle/1/10831

İklim Değişikliğinin Evrimsel Sürece Etkisi ve Bir Cinsin Yok Oluş Hikayesi: Afrika’nın Tek Yıllık Balıkları Nothobranchiuslar

İklim Değişikliğinin Evrimsel Sürece Etkisi ve Bir Cinsin Yok Oluş Hikayesi: Afrika’nın Tek Yıllık Balıkları Nothobranchiuslar

Tolga ELDURMAZ
Hisar Okulları Coğrafya Öğretmeni
tolga.eldurmaz@hisarschool.k12.tr

 

Pek çok insan hayatının bir döneminde akvaryum hobisiyle uğraşmış ya da uğraşan insanlarla tanışmıştır. En basit şekilde şehir hayatının stresinden uzaklaşmak için dinlendirici etkisiyle evlere kurulan akvaryumlarda çeşitli ekipmanlar sayesinde oluşturulan kapalı bir ekosistem içerisinde insanların seyir zevkine göre seçtikleri balıkların yüzüşünü izlemek şeklinde tanımlansa da yeterince bilgi sahibi olunmadan kalkışılan çoğu işte olduğu gibi akvaryum hobisi de pek çok insan canlı kayıplarıyla ya da kötü kokan bir akvaryumla bu güzel hobiden soğumaktadır. Bu yazıda “doğru bir akvaryum nasıl kurulur?”, “hangi ekipmanları seçmeliyim?”, “hangi balıklar uyum içerisinde yaşar?”, “sürdürülebilir bir akvaryum için nasıl ve ne sıklıkla bakım yapmalıyım?” gibi sorulara cevap verilmese de uzun yıllardır bu hobiyle içli dışlı olan birisi olarak meraklılarına tek bir tavsiye vermek isterim: “Sakın mahallenizdeki akvaryumcuya güvenmeyin ve akvaryum ile ilgili forumlarda bolca okuma yapın”.

Peki konumuz ne? Bu yazıda benim de yıllardır beslediğim ve 11. sınıf seçmeli coğrafya dersinde biyoçeşitlilik, evrim ve adaptasyon konularını işlerken tanıttığım bir balık cinsinden ve bu canlıların evrimsel sürecindeki iklim etkisinden söz edeceğim. Nothobranchiuslar, yaygın olarak akvaryum hobisinde “killifish” adıyla bilinen Cyprinodontiformes takımının Aplocheilinae ailesine mensup bir balık cinsidir. Killifish ismi ise Doğu Afrika’ya emperyalist amaçlarla gelen sömürgeci Portekizliler tarafından “çamur balığı” anlamında konulmuş ve telaffuzu daha kolay olan bu isim taksonomideki karmaşık Latince ad yerine akvaryum hobisi içerisinde daha popüler olmuştur. Bu geniş tatlı su ailesinin küçük bir bölümünü oluşturan Nothobranchius cinsi balıklar, Doğu ve Güneydoğu Afrika’daki geçici habitatlarda yaşar. Yaşam döngüleri, çok hızlı olgunlaşma, birkaç haftadan aylara kadar kuluçka sonrası yaşam süresi ve kuru mevsimde hayatta kalmak için embriyonik diyapoz ile karakterize edilir (Terzibasi Tozzini ve Cellerino, 2020). Bu nedenle  Nothobranchius cinsine ait türler “tek yıllık killifishler” olarak anılır. Nothobranchius türü için Doğu ve Orta Afrika’da dağılmış 60’tan fazla tür (Resim 1) tanımlanmıştır (Cellerino, Valenzano ve Reichard, 2016).

Resim 1. Nothobranchius cinsi balıkların tür sınıflandırması (Dorn, Musilova, Platzer, Reichwald ve Cellerino, 2014).

Tüm Nothobranchius türleri küçük (erkekler 7 cm, dişiler 5 cm) bir tatlı su balığı türü olup erkekleri oldukça güzel ve canlı renklere sahipken dişileri soluk gri ya da bej renklerine sahiptir (Resim 2).

                                                                   

Resim 2. Nothobranchiuslarda (Nothobrancius guentheri Zanzibar) cinsiyet ayrımı

Peki Nothobranchiusları bu yazının konusu haline getiren ne? Herhangi bir tatlı su balığı için en zorlu ve dinamik ortamlardan bazılarında yaşayan Nothobranchiuslar, hayatta kalabilmek için olağanüstü adaptasyonlar geliştirmek zorunda kalmıştır (Nunziata, 2018). İşte bu hayatta kalma kabiliyetleri Nothobranchiusları özel kılan özellikleridir. Nothobranchiuslar Afrika savanasındaki mevsimsel havuzlarda yaşamak üzere evrimleşmiştir (Harita 1) ve öngörülemeyen bir çevre ile başa çıkmak için bir dizi adaptasyon sergilemektedir (Vrtílek, M., Žák, J., Pšenička, M., ve Reichard, M. 2018).

Harita 1. Nothobranchius cinsi balıkların genel dağılımı (Reichard, 2015)

Bu evrimsel süreçte en belirleyici olan doğal faktör ise lise ders kitaplarında “savan iklimi” olarak bilinen bariz kurak dönemin yaşandığı tropikal iklim koşulları belirleyici olmuştur (Harita 2). Nothobranchius’un dağılımı Doğu Afrika Rift Sistemi ile örtüşmektedir. Bu bölgenin jeolojik ve paleoiklimsel tarihi ayrıntılı olarak bilinmektedir. Özellikle Doğu Afrika’nın kuraklaşması ve otlak habitatlarının genişlemesi 8 milyon yıl önce ile başlamıştır (Dorn, Musilova, Platzer, Reichwald ve Cellerino, 2014). Bu uzun süre zarfı içerisinde Nothobranchiuslar doğal ortamda yaşanan değişimlere uyum sağlayarak günümüze kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Harita 2. Köppen İklim Sınıflandırmasına göre Afrika kıtasının makro iklim bölgeleri (Murray, Brian, Thomas, 2007)

İşte bu kurak mevsimin belirgin olduğu iklim sistemleri Nothobranchiusların yaşam döngüsü ve üreme biçimlerini derinden etkilemiştir. Nothobranchiusların büyük çoğunluğu mevsimlik yağışlarla beslenen, kurak dönemde ise büyük oranda ya da tamamen kuruyan göletlerde yaşar (Resim 3). Bu göletlerin tamamen kuruduğu dönemde balıklar ölür. Bu durum bu canlıların yaşamlarının sadece 1 yıl (kurak mevsimin uzunluğuna göre bazı türlerde daha da kısa) sürmesine neden olmuştur.

Resim 3. Nothobranchius furzeri türünün doğal yaşam alanı (Reichard ve Polačik, 2019)

Doğal ortamda kuraklık şiddeti düşük, kurak mevsimin kısa sürdüğü ya da akarsularla beslenen sulak alanlarda da balıkların 1 yılın sonunda öldükleri raporlanmıştır. Bu balıklar muhtemelen kuşlar tarafından avlanmaya, aşırı yüksek su sıcaklıklarına, sıcaklığa bağlı çözünmüş oksijen miktarındaki düşüşe, su kalitesinin düşmesine, besin kaynaklarının tükenmesine bağlı olarak ölmektedir. Esaret altında, akvaryum ortamında beslenen balıklar dahi 1 yıldan uzun çok nadir yaşamaktadır. Benim en uzun süre yaşatabildiğim Nothobrancius cinsi (Nothobranchius filammicomantis) balığım yumurtadan çıktıktan sonra 13 ay hayatta kaldı. Pek çok biyolog Nothobranchiusların doğal ortamdan yalıtılmış akvaryum gibi suni ortamlarda yüksek yaşam kalitesi sağlanmasına rağmen 1 yılın sonunda ölmesini hızlı yavru gelişiminin bir karşılığı olarak fizyolojik bozulmaya yenik düşmesine bağlamaktadır (Reichard, 2015). Gerçekten de bu kadar kısa süren bir hayata sahip oldukları için yumurtadan çıktıktan sonra inanılmaz hızlı bir gelişim gösteren Nothobranchiuslar genellikle 4 haftalıkken üreme olgunluğuna ulaşmaya başlar ve bu evreden sonra tek derdi kurak dönem başlayana kadar olabildiğince çok üremek ve fazlaca yumurta dölleyerek bir sonraki yağışlı dönem için türün soyunu devam ettirmektir. Bir akvaryum hobicisi olarak buraya parantez açmak istiyorum. Pek çok akvaryum balığı akvaryumdan kepçeyle yakalanıp poşetlenerek başka bir akvaryuma ya da hobiciye transfer edilirken ciddi bir stres yaşar. Ortalama 2 – 3 gün bu strese bağlı olarak yeni girdiği ortamda kaçma, zıplama, saklanma, renklerinin soluklaşması, hastalanma, kuyruk kısma, yem yememe gibi olumsuz durumlar yaşayarak yeni ortamına alışmaya çalışır. Bu kadar stresli bir canlının ise üremesi tabii ki beklenemez. Ancak defalarca Nothobranchiusları başka hobicilere taşırken su dolu poşet içinde dahi ürediklerini, poşetin dibinin döllenmiş yumurtalarla dolu olduğunu gördüm. Bu örnekten üremenin bu hayvanların yaşam döngüsünde ne kadar önemli olduğu görülmektedir.

Nothobranchiuslar bulundukları göletin tabanına bıraktıkları yumurtalar kurak dönemde kuru toprak içerisinde kalır. Pek çok balığın yumurtası bu gibi bir durumda yok olurken Nothobranchiusların yumurtaları içinde embriyo gelişimi sadece bu koşullar altında gerçekleşir. Örnek vermek gerekirse esaret altında akvaryumda üretilmiş bir Nothobranchius cinsi balığın yumurtası döllenmiş olsa bile gelişmeyecek ve bir süre sonra mantarlaşarak yok olacaktır. O nedenle Nothobranchius yetiştiricileri akvaryumlarının içerisine toprak dolu bir kap bırakarak balıklarının onun içerisine yumurtlamasını sağlar ve belirli aralıklarla bu kabın içindeki toprağı alarak içindeki yumurtaları kuluçkalar. Türün yaşadığı lokasyona bağlı olarak kurak mevsimin uzunluğu süresince (türe göre 4 hafta ile 36 hafta arası) devam eden kuluçkalama evresi esnasında yumurta içerisinde embriyo gelişimi tamamlanır (Resim 4).

Resim 4. Nothobranchiusların yaşam döngüsü (Naumann ve Englert,  2018).

Kuluçka süresini tamamlayan yumurtalar suya konulduktan sonra 24 saat içerisinde açılmaya başlar. Ancak kuluçka süresini tamamlamamış bir yumurta erken suya konulursa bu yumurta yine mantarların hücümuna uğrayarak ölecek ve yavru balık oluşmayacaktır. Doğal süreçlerde bu durum kurak mevsimin ardından yağan yağmurla toprağın önce yumuşaması ardından da göletin tekrar su ile dolması ile gerçekleşir. Sadece yağmur sularıyla beslenen ve herhangi bir bağlantısı olmayan, kurak dönemde tamamen kurumuş olan bu göletler tekrar oluştuktan kısa süre sonra içerisinde binlerce Nothobranchius yavrusu yüzmeye başlar. İşte bu hayat döngüsü coğrafya derslerinde bahsettiğimiz üzere iklimin evrimsel süreçler ve canlı adaptasyonu üzerindeki etkisine oldukça güzel bir örnektir. Ancak bu durum kısa sürede şekillenmiş, tesadüfi bir olay değildir. Daha önceden de bahsedildiği üzere Rift Vadisi üzerine yapılan araştırmalardan elde edilen bulgular Doğu Afrika’nın bugün savan iklimi olarak andığımız iklim şartlarına geçişi yaklaşık 8 milyon yıl önce başlamıştır. Yani Nothobranchiusların bu evrimleri oldukça eskiye dayanmaktadır. Killifishler özelinde bahsedecek olursak Orta Afrika Kongo Havzası ve Batı Afrika Nijer Havzası’nda bu gibi bir iklimsel değişimin yaşanmaması nedeniyle 3 – 4 yıl (esaret altında 5 yıla kadar) yaşayabilen killifish cinsleri yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Chromaphyosemion, Aphyosemion, Funfulopanchax ve Epiplatys cinsi bu killifishlerin yumurtaları kuraklık ortamda kuluçkalama istemeden yumurtaları iki hafta içerisinde erginleşip yavru balığa dönüşebilmektedir. Doğu Afrika mevsimlik sulan alanlarının ekosistemi açısından oldukça önemli bir yer tutan Nothobranchiuslar binlerce yıldır zorlu doğa koşullarıyla bir şekilde başa çıksa da günümüzde cinslerinin devamlılığını sağlamak adına oldukça zorlandıkları büyük bir tehdit ile karşı karşıyadır: İklim değişikliği.

Günümüzde pek çok yerde olduğu gibi iklim değişikliği etkilerini Afrika’da da oldukça net bir şekilde hissettirmektedir. Hava sıcaklıklarındaki artış, yıllık yağış miktarındaki azalış, kurak dönemde yaşanan uzama gibi bölgenin iklim dinamiklerinde yaşanan değişimler, yaşamı bu kadar iklime bağımlı bir cinsin varlığını derinden etkilemektedir. İklim değişikliği hakkında oluşturulan senaryolar kapsamında Doğu Afrika’da kurak dönemin daha uzun ve daha sıcak geçeceği öngörülmektedir (Harita 3).

Harita 3. (a) Referans dönemi (1971–2000) için WATCH veri setinden hesaplanan ortalama yağışlı sezon uzunluğu (günler). Bölgesel model grubu tarafından ortalama yağışlı sezon uzunluğu (günler) için öngörülen değişiklikler: (b) 1.5, (c) 2 ve (d) 3°C küresel ısınma senaryosu için medyanın mekansal dağılımı (Weber, Haensler, Rechid, Pfeifer, Eggert ve Jacob, 2018)

Aynı senaryolar kapsamında bölgede yıllık yağış ortalamalarında da düşüş beklenmektedir (Harita 4). Bu kapsamda daha az yağış ile daha oluşan daha küçük göletler daha uzun ve sıcak süren kurak dönemde daha hızlı kurumasına neden olacaktır.

Harita 4. (a) Referans dönemi (1971–2000) için WATCH veri setinden hesaplanan yağışlı mevsimlerdeki ortalama yağış miktarı (mm/rs). Bölgesel model topluluğu tarafından yağışlı mevsimlerde tahmini ortalama yağış değişiklikleri (%): (b) 1.5, (c) 2 ve (d) 3°C küresel ısınma senaryosu için medyanın mekansal dağılımı (Weber, Haensler, Rechid, Pfeifer, Eggert ve Jacob, 2018)

Bu bağlamda ortaya bu eşsiz yaşam döngüsüne sahip tatlı su balığı cinsinin yok olma tehlikesi ile doğrudan karşı karşıya kalmaktadır. Doğal ortamındaki değişim nedeniyle bu kadar kısa sürede adapte olması bir mucize olarak görülen Nothobranchius cinslerinin ilerleyen yıllarda sadece akvaryum hobicilerinin elinde bulunan bir tür olması beklenmektedir.

Kaynakça

    Cellerino, A., Valenzano, D.R. and Reichard, M. (2016), From the bush to the bench: the annual Nothobranchius fishes as a new model system in biology. Biol Rev, 91: 511-533. https://doi.org/10.1111/brv.12183

   Dorn, A., Musilová, Z., Platzer, M., Reichwald, K. ve Cellerino, A. (2014). The strange case of East African annual fishes: aridification correlates with diversification for a savannah aquatic group?. BMC Evol Biol 14, 210. https://doi.org/10.1186/s12862-014-0210-3

   Murray, P., Brian, F., Thomas, M. (2007). Updated World Map of the Koppen-Geiger Climate Classification. Hydrology and Earth System Sciences Discussions. 4. 10.5194/hess-11-1633-2007.

   Naumann, B. ve Englert, C. (2018). Dispersion/reaggregation in early development of annual killifishes: Phylogenetic distribution and evolutionary significance of a unique feature. Developmental Biology. 442. 10.1016/j.ydbio.2018.07.015.

   Nunziata, C. (2018). Annual Killifish: A Story of Survival. Tropical Fish Hobbyist Magazine, Mayıs – Haziran Sayısı. Erişim adresi: https://www.tfhmagazine.com/articles/freshwater/annual-killifish-a-story-of-survival-full-article

   Reichard, M. (2015). The Evolutionary Ecology of African Annual Fishes. 10.1201/b19016-12.

   Reichard, M., Polačik, M. (2019) The Natural History of Model Organisms:  Nothobranchius furzeri, an ‘instant’ fish from an ephemeral habitat eLife 8:e41548 https://doi.org/10.7554/eLife.41548

   Terzibasi Tozzini, E., Cellerino, A. (2020). Nothobranchius annual killifishes. EvoDevo 11, 25. https://doi.org/10.1186/s13227-020-00170-x

   Weber, T., Haensler, A., Rechid, D., Pfeifer, S., Eggert, B., ve Jacob, D. (2018). Analyzing regional climate change in Africa in a 1.5, 2, and 3°C global warming world. Earth’s Future, 6, 643– 655. https://doi.org/10.1002/2017EF000714

   Vrtílek, M., Žák, J., Pšenička, M., ve Reichard, M. (2018). Extremely rapid maturation of a wild African annual fish, Current Biology, Volume 28, Issue 15, Pages R822-R824, ISSN 0960-9822, https://doi.org/10.1016/j.cub.2018.06.031.

 Paris İklim Anlaşması ve Coğrafya Eğitimi

PARİS İKLİM ANTLAŞMASI VE “COĞRAFYA” EĞİTİMİ

Murat ÇOKSEYREK
Çukurova Toroslar Anadolu Lisesi Coğrafya Öğretmeni

Coğrafya eğitimi almayan birçok kişi coğrafya dersinin ülke başkentlerini ezberlemek, dağların yüksekliğini, nehirlerin uzunluğunu bilmekten ibaret sanır…

Lise eğitiminde dersine girdiğim 9. sınıfların ilk dersi COĞRAFYA nedir? Sorusuyla başlamıştır. En yalın haliyle coğrafya dersinin doğa insan etkileşimini ele alan bir bilim dalı olduğunu belirtir, sonrasında öğrencilerin anlayabileceği örneklerle bu yalın hali açmaya çalışırım. Mahalleden birlikte oyun oynadığınız bir arkadaşınız olsun, okulda sıra arkadaşınız, belki de en iyi sırdaşınız.

Nelerden hoşlanır? Neye sevinir? Neye üzülür? Sınırları nelerdir? Ona sırrınızı verebilir misiniz? Ya kapasitesi? Örneğin ondan taşıyamayacağı bir ağırlığı yüklenmesini ister miniz? Bu soruların cevabını verebilmek için elbette ki onu çok iyi tanımanız gerekir öyle değil mi? Ona hoşlanmayacağı bir şaka yaptığınız anda yıllar süren arkadaşlığınız bir anda bitebilir.

İşte gençler; Doğa insan ilişkisi de buna benzer. Biz insanoğlu doğayı tanımadan onunla iyi bir ilişki sürdüremeyiz. Tıpkı sizin arkadaşınızı tanımadan onunla iyi bir ilişki sürdüremeyeceğiniz gibi. Peki doğayı tanımada; onun işleyişini, sınırlarını, kapasitesini nelere sevinip, nelere kızacağını( doğal afetler) bizlere öğreten yegane ders hangisi olabilir sizce; Tabi ki COĞRAFYA…

Peki bu ilişkinin sağlıklı yürümesinde kazançlı taraf kim olacaktır Elbette ki İNSAN!

  1. yüzyılda insanlık dünya dışında yaşanabilir gezegenler aramaya başladı. Hatta sanal evrenlerden sanal arsalar satılmaya başladı. Elimizde masmavi akan ırmakları, yemyeşil ormanları, sararmış bozkırları, yüce yüce dağları, engin uçsuz bucaksız ovaları duran bir dünya varken üstelik.

O halde şu çıkarımı rahatlıkla yapabiliriz. Ne doğanın kıymetini bildik ne de Onu bize anlatacak COĞRAFYA  dersinin. Oysa ki COĞRAFYA dersi bize doğa ile sürdürebilir bir ilişki kurmanın, ondan akılcı bir şekilde yararlanmanın ve onu bizden sonra ki nesillere aktarabilmenin anahtarını verir. Yani bizlere yeryüzünü hatta gökyüzünü kullanma kılavuzluğu yapar COĞRAFYA dersi.

Orta okulda Türkçe öğretmenlerimiz sık sık bizlere atasözü özdeyiş verip bunları kompozisyon kurallarına göre açıklamamızı isterlerdi. Yazılıda da en yüksek not ağırlığına bu soru sahip olurdu. Öğrencilik yıllarımda beni etkileyen özdeyiş ve atasözlerinden bir tanesi de şuydu; “Herkes kendi kapısının önünü süpürürse her taraf pırıl pırıl olur” biz bunu her ülke ve dünya olarakta değiştirirsek bu sevdiğim özdeyiş şöyle olacak; “Herkes kendi ülkesinin doğasını korursa dünya tertemiz olur” Oysa ki kural şöyle işlemekte gelişmiş kapitalist ülke kendi doğasını alabildiğince korumaya çalışırken atıklarını kimi zaman geri kalmış ülkelere satmakta, kendi ormanlarını korurken kereste ihtiyacını Amazon Yağmur Ormanlarından karşılama yoluna gitmekte, atmosfere salım yaptığı fosil yakıt atıklarını da rüzgarlar başka başka yerlere götürmekte(! ) Aklınca hani bizde derler ya “Şark Kurnazlığı” yapmakta, gelişmekte ve geri kalmış ülkeler/ülke insanları ise en temel insani ihtiyaçlarını karşılamakta zorluk çekerken onlara doğayı korumanın, sürdürülebilir tarım hayvancılık ormancılık uygulamalarını anlatmak ve uygulatmakta daha da zor bir hale gelmekte. Oysa ki unutulan şey herkesin bildiği ama hatırlamak istemediği Dünyanın “Küresel Bir Köy” olduğu gerçeği. Bizden on binlerce kilometre ötede de olsa Amazonda kesilen bir ağacın “Kelebek Etkisi” misali tüm dünyayı etkilediği gerçeği.

Dünyanın küresel bir köy olduğunu bilen coğrafya öğretmenleri bunu öğrencilerine anlatmakta onları bir coğrafya okuryazarı olarak yetiştirmeyi amaçlamaktadırlar. Bilimsel çevreler yayınları ile doğa severler ise bu konudaki mücadeleleri ile uluslar arası örgütleri tüm dünya ülkelerini yıllardan berri ortak bir amaç doğrultusunda bazı ilkeleri benimsemeye, bunları hayata geçirmeye çalışacak protokolleri, anlaşmaları imzaya atmaya bu sözleşmelerin tarafı olmaya davet ve sevk etmektedir.

Bu anlaşmalardan birisi de bu yüzyılın sonunda küresel sıcaklık artışının 1.5 santigrat dereceyle sınırlandırılmasını hedefleyen Paris İklim Antlaşmasıdır. Antlaşma, 10 Kasım 2022 tarihiyle Türkiye’de yürürlüğe girdi. Türkiye anlaşmaya taraf olan dünyada 192. ülke oldu.

“Yasal bağlayıcılığı olan anlaşma kapsamında daha önce emisyonlarını 2030’a kadar yüzde 21 artıştan azaltma taahhüdünü veren Türkiye’nin, ilk adım olarak, enerji, atık, ulaşım, binalar ve tarım sektörlerindeki emisyon azaltım hedeflerini içeren ulusal katkı beyanlarını güncelleyerek BM Sekretaryası’na sunması planlanıyor.” (Anadolu Ajansı )

Türkiye’nin antlaşmaya imza atmasından hemen sonra hayata geçirilen ilk değişikliklerden biri Çevre ve Şehircilik Bakanlığının “ Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği” Bakanlığı olarak yeniden yapılanması oldu. Bunun yanında Milli Eğitim Bakanlığı “Çevre Eğitimi ve İklim Değişikliği” dersini orta okullarda 2022-2023 tarihinden itibaren seçmeli ders olarak okutulmasına karar verdi. İşin gerçeği bu ders “Çevre Eğitimi” adı altında 2005 yılından itibaren orta okullarda seçmeli ders olarak zaten vardı. Yapılan değişiklik dersin müfredat programının güncellenmesi ve isminin değiştirilmesi ve 2 kademe yerine ortaokulun 3 kademesinde de seçmeli ders olarak yer almasıydı. Elbettte ki bu gelişmeleri olumlu birer adım olarak görmek gerekir. Fakat gelişmiş ülkelerin çoğunda çevre eğitimi daha okul öncesinde verilmekte, sonraki kademelerde seçmeli ve zorunlu dersler olarak yer almakta, COĞRAFYA dersinin ağırlığı ise ülkemiz ile kıyaslandığında tüm kademelerde daha fazla ders saat sayısı ile eğitim programlarında kendine yer bulmaktadır.

EKOSFER derneğinin İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ile ilgili ders kitaplarını incelenmesinde kitap taramasından öne çıkan başlıklar şöyledir:

– Hayat bilgisi 1, 2 ve 3. Sınıf kitaplarında iklim değişikliği konusu yer almıyor.

-Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) ait 5. sınıf sosyal bilgiler kitabında petrol, kömür ve doğalgazdan (fosil yakıtlar) sıkça bahsedilse de hiçbir yerde bu yakıtların iklim krizine neden olduğu yazmıyor.

– MEB’in 6. sınıf sosyal bilgiler kitabında “iklim değişikliği” kavramı iki kez, “küresel ısınma” ise dört kez kullanılmış. Küresel ısınmanın nedenleri arasında petrol, kömür ve doğalgaz sayılsa da sorunun bu kaynakların aşırı kullanımı olduğu söylenmiş. Küresel ısınma ile fosil yakıtlar arasındaki bağlantı ödev olarak öğrencilere verilmiş.

– 7. sınıf sosyal bilgiler kitabında iklim değişikliğine ayrılan bölümde sera gazları nedeniyle iklimin değiştiği belirtilmiş ancak sera gazlarının kaynağı yazılmamış. Fosil yakıt kullanımının azaltılması önlem olarak gösterilmezken, enerji verimliliği ve fidan dikimi çözüm önerilerini oluşturmuş. En masrafsız ve çabuk çözüm yönteminin ise enerji verimliliği olduğu belirtilmiş. Bu kitapta sıcaklık artışının 2 dereceyle sınırlanması gerektiği yazıyor.

– Fen bilimleri 5. sınıf kitabında iklim değişikliği ve küresel ısınma konuları yok. Petrolün toprak ve su kirliliğine yol açabileceği söyleniyor ama iklimi değiştirdiği anlatılmıyor. Aynı kitapta, “Eğer kullanılacaksa doğalgaz ya da kaliteli kömür tercih edilmelidir” şeklinde iklim krizini büyütecek bir önerme de var.

– Fen bilimleri 6. sınıf kitabında iklim değişikliği konusu işlenmiyor. Bu kitapta “Kömür, doğalgaz ve petrol gibi milyonlarca yılda oluşmuş enerji kaynaklarının 100 yıl gibi kısa sürede bu kadar azalması dünyanın geleceğini tehdit etmektedir. Bu yüzden bizler enerji kaynaklarını kullanırken daha dikkatli ve tasarruflu olmalıyız” deniyor. Fosil yakıtların kullanımı değil azalacak olması bir tehdit gibi anlatılmış.

– 7. sınıf fen bilimleri kitabında İklim değişikliği, küresel ısınma ve iklim krizi kavramlarına rastlanmamıştır. “Petrol ve kömür rezervlerinin giderek azalması, doğalgazın da sınırlı olması nedeniyle güneş, su ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına olan talep giderek artmaktadır” denerek, fosil yakıtların çevre sorunlarından dolayı değil azalmasından dolayı yenilenebilir enerji kaynaklarına geçildiği iddia edilmiş.

– 8. sınıf fen bilimleri kitabında iklim konusu var ancak petrol ve kömürün etkisinden bahsedilirken doğalgaza hiç değinilmemiş. “Sera gazlarının salınımı ile birlikte Dünya yüzeyindeki artan sıcaklıklar” gibi hem yazımda (doğru kelime “salım”) hem de tanımlamada (bahsedilen dünya yüzey sıcaklığındaki ortalama artış) hata yapılmış. Kitapta geçmişte kalan Kyoto Protokolü var ancak Paris Anlaşması diğerleri gibi bu kitapta da hiç geçmiyor. Kitabın 6. ünitesinde, “Türkiye, gerçekleştirdiği düzenlemelerle küresel iklim sisteminin korunmasına yönelik önlemleri almaya başlamıştır” şeklinde doğruluğu tartışmalı bir yorum yapılmış.

– 9 ve 10. sınıfa ait coğrafya kitaplarında insan kaynaklı iklim değişikliği hemen hemen hiç konu edilmiyor.

– 11 ve 12. sınıfa ait coğrafya kitapları ise iklim değişikliğini ve nedenlerini en açık şekilde yazan kitaplar. 12. sınıf coğrafya kitabında iklim değişikliği kavramı 115 kez yer alıyor ancak bu kitapta da “salınım” gibi yanlış yazımlara sıkça rastlanıyor.

https://m.bianet.org/…/254155-iklim-krizi-her-yerde-ama…

(son erişim: 05.05.2022)

Görüldüğü üzere ders kitaplarındaki bilgilerin çoğu eksik ya da yanlış verilmiş olup aynı zamanda yetersizdir. Güncel ve doğru bilgilere sadece 11 VE 12. Sınıf coğrafya ders kitaplarında yer verilmiştir. 11. Sınıfta sayısal alanı seçen bir öğrenci “İklim Krizinden” bi haber şekilde liseden mezun olmuş olacak! Sürdürülebilirlik kavramıyla tanışmadan lise/ üniversite sonrası iş hayatına atılmış olacaktır.

Biz coğrafya öğretmenleri olarak üniversite aldığımız eğitimin bir yansıması olarak gerek orta okullarda verilecek “Çevre Eğitimi ve İklim Değişikliği” dersinin coğrafya eğitimi de almış Sosyal Bilgiler mezunu öğretmenler tarafından verilmesini, liselerde ise “EKOLOJİ”  “İKLİM KRİZİ”, “SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK”  gibi derslerin öncelikle müfredatlarının hazırlanması ve ders kitaplarının oluşturulması aşamalarında alanında uzman  akademisyenlerden ve coğrafya öğretmenlerinin bilgi birikiminden yararlanılması ve bu derslerin ivedilikle öğretim programlarına girmesi ve Coğrafya öğretmenleri tarafından okutulmasının yerinde bir karar olacağını düşünüyorum.